Gelin bugün biraz “Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı ne getirir?” üzerine konuşalım.

Tabii ki her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır ama, sanırım, Özal'ın bıraktığı yerden bir yeniden ışkın sürer.

Işkını bilir misiniz?

Işkın, ağaçların baharda verdiği taze sürgünlere denir Anadolu'da...

Özal'ın Cumhurbaşkanlığı neydi?

Özal, kısa Cumhurbaşkanlığı döneminde Çankaya'yı halka açmıştı, bir.

Devlet – toplum ilişkilerinde sıcak bir iletişimi başlatmıştı, iki.

Ve Cumhurbaşkanlığını, sembolik bir makam olmaktan çıkarıp, adeta Türkiye'nin ileri hamlelerinde yeni bir sürükleyici unsur haline getirmişti, üç.

Ama...

Ömrü vefa etmedi, bir

Elleriyle kurduğu ve yeni cumhurbaşkanlığı profilinde siyasi desteğine ihtiyaç duyduğu parti talan edildi, iki...

Özal'dan sonra iki kesinti dönemi giriyor araya...

Birisi Demirel'in 28 Şubat süreci ile bütünleştiği ve dolayısıyla, mecrasında doğduğu Demokrat Parti misyonuyla arasına mesafe girdiği dönem...

Diğeri, Anayasa Mahkemesi başkanı iken verdiği mesajla demokrat ümidi uyandıran ama Cumhurbaşkanlığı döneminde bu ümidi karşılamadığı gibi, halkla mesafeleri derinleştiren Sezer dönemi...

Şimdi gül mevsimi..

Geçen gün, ceketimin yakasında minik bir gül vardı. Alışveriş yaptığım esnaf, “Gülünüz çok güzel” dedi. Ben de “Gül mevsimindeyiz” dedim. “Mübarek olsun”diye karşılık verdi.

Abdullah Gül halkla sıcak bir ilişki kuracak öncelikle...

Çankaya'yı daha sıcak, sevecen bakacak Anadolu insanı...

“Bu, bizden biri” demesi önemli bu ülkenin çocuklarının...

Abdullah Gül'ün babası, 70 küsur yaşında, bembeyaz olmuş sakalları ile, torna tezgahının başında, alın teri ile ekmek kazanıyor.

Tıpkı rahmetli babam gibi... 70 küsur yaşında Kahramanmaraş'ın yanıbaşındaki kayısı bahçesinde elleriyle toprağı seviyordu babam da...

Anadolu'nun güzel simaları bunlar...

Bunlardan kopmayınca, devletin her makamı, halkın bir parçası haline geliyor.

Dualı bir annenin elini öpmek...

Yüzünüzü, ak sakallı bir babanın okşaması...

Çankaya'ya çıktınız ve bu ilişkileri kaybetmediniz.

İşte bu lazım Türkiye'ye...

Abdullah Gül ile bunu bulacağımızı ümid ediyorum.

Bunun Türkiye'ye katacağı çok şey var.

Belki demokrasi böyle böyle gerçek anlamda demokrasi olacak.

“Cumhur” böyle böyle devleti ile bütünleşecek...

Devlet dairesinin kapısından girerken yüreği yerinden fırlayacakmış gibi atan insanların memleketinde, birdenbire bir şey olacak, ve en tepe nokta, ulaşılabilir hale gelecek.

Bürokratik mesafeler olmayacak. Kimse kimseyi ağzı çorba kokuyor diye suçlamayacak. Ayağı çarıklı diye bakmayacak. Bu memlekette hala ayağı çarıklı bir insan varsa, o, en tepedeki insanın yüreğinin yarası olacak.

Devlet – toplum ilişkisinde bir problem var Türkiye'de... Bunu görmezden gelmek mümkün değil. Abdullah Gül'ün güler yüzü, sokaktaki insan nezdinde prim yapıyorsa bunun bir anlamı olmalı. Bir milletvekili “Onu Karadeniz'in yayla şenliklerinde de görebilirsiniz, Ege'nin bağ bozumunda da” dedi. Benim bir rüyam vardı: Bir bayram namazında Diyarbakır Ulu Camiinde yanyana durmuş üç sima: Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı....Sonra cami avlusunda bayramlaşma... kucaklaşma... “Alın işte çözüm” demiştim bir zamanlar...

Bunlar niye rüya olarak kalsın?

“Normalleşme” diyoruz ya, işte bu normalleşme... Devletin halk gibi olması... Halkın devletle kucaklaşması... Kimsenin kimseden korku duymaması.. Kimsenin kimsenin niyetini okumaya yönelmemesi... kimsenin kimseden daha fazla devletçi olmaması...

Bence bunun yolu açıldı...

Dilerim yol kesenler olmaz

İkinci konu...

Cumhurbaşkanlığının bir aksiyon adamının sırtında temsili, sembolik hüviyetinden çıkması, çok daha fonksiyonel bir hale gelmesidir.

İster çift santrafor oynatmak deyin buna, ister koşuya çıkmış arabanın önüne bir at daha bağlamak deyin...

Meclis Başkanı Arınç, Başkanlığı çok daha fonksiyonel hale getirdi ve Uluslar arası ilişkilere açtı.

Başbakan Erdoğan tıpkı rahmetli Özal gibi Türkiye'yi küresel bir oyuncu haline getirmek için çırpındı.

Başbakan Erdoğan, bir ara “Cumhurbaşkanı çok uçacak” diye bir söz söylemişti. Belki de kendisi için söylemişti bunu. Ama bence fark etmiyor. Abdullah Gül de, Türkiye'nin küresel misyonunu inşa etmekte, aktif bir görev adamı olarak hizmet edecek. 4.5 yıllık Dış işleri Bakanlığı dönemi, Gül adına saygın bir lider imajını bıraktı dünyanın hafızasına... Şimdi o birikimden yola çıkarak, Cumhurbaşkanlığı seviyesinde Türkiye'nin itibar mücadelesine hizmet edecek...

Cumhurbaşkanı, Başbakan, Meclis başkanı, Dış işleri Bakanı, Genelkurmay Başkanı, diplomatlar... yedi koldan bir Türkiye seferberliği...

İnsan tabii, iç gerilimleri aşıp muhalefetin de, bu dış misyonun ifasında rol almasını arzu ediyor. İçerde muhalefet olsun. Uyarı olsun. Yanlışlığa izin verilmesin. Ama bu, küresel etkinlik mücadelesinde birbirini çelmelemeye kadar varmasın.

Belki Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığında geliştireceği, mesafeleri dikkatle kollayan dil, üslup, yöntem... iktidar muhalefet ilişkilerinde de, özellikle dış meselelerde farklı bir yardımlaşma döneminin habercisi olacaktır. Türkiye güzellikleri yaşamaya layıktır ve güzelliklere ulaşacak potansiyele sahiptir. Hadi gelin bu bahar günlerinde ülkemiz adına umudun sesini yükseltelim.