İlk temas, daha doğrusu onları ilk görüşüm, çölün soğuk ve karanlık bir gecesinde oldu.

Çölde kaybolup, kendime yol aradığım günlerden birinde, gündüz sıcağından bir kum tepesinin gölgesine sığınmıştım.

Gece karanlık basıp, hava serinleyince tekrar yürümeye başladım.

İşte o esnada gördüm onları.

Geceden karanlık, aydan parlak, ıssızlıktan daha sessiz.

Çok uzun adımlarla, yıldırım gibi, namludan çıkmış mermi gibi gidiyorlardı, bir hedefe doğru.

Ben mi gördüm? Onlar mı göründü? Bilmiyorum. Fakat en sondaki hafif bir tebessümle yüzüme bakmasaydı, karanlıkta görülen serap zannedebilirdim.

İkinci karşılaşmamız bir nehirde oldu. Ben tepelerden yuvarlandım ve azgın akan bir nehre düştüm. Yine bir gece yarısı idi. Boğulmak üzereyken bir kütüğe tutundum ve hayatta kalma mücadelesi vermeye başladım.

İşte o esnada tekrar gördüm onları.

Nehrin bir yakasında kolkola girmişlerdi. Sanki dev kütüklerin, aralarından hava sızdırmayacak biçimde yan yana getirilmesiyle inşa edilmiş bir kale duvarı gibi. Nehrin o yakasını koruyorlar ve geçit vermiyorlardı.

Üçüncü temas bir infaz odasında oldu.

Elime verdikleri silahı kendime sıkamayınca, duvar dibine götürüp tam infaz edecekleri an, onlar içeri daldılar.

Geceden karanlık, aydan parlak, ıssızdan sessiz ve mermiden hızlı.

Aldılar beni namlunun ucundan.

Bu kere yanlarında götürdüler. Nereden gittik, nereye gittik, ne kadar yol gittik bilmiyorum.

Kendime geldiğimde karanlık bir avlunun ortasındaki yapraksız bir ağaca bağlı olduğumu gördüm.

Bir tam gün burada bağlı kaldım. Aç, susuz, güneş altında ve kimseyi görmeden.

Ertesi gece bir kişi beni çözdü ve bir odaya götürdü. Yemek ve su verdi. Dinlen dedi haliyle. Hasır üzerindeki uyku sanki bin yıllık bir hasretin bitimi gibi geldi.

Gece yarısı uyandırıp bir salona götürdü, benimle ilgilenen adam.

Geceden karanlık salonda, aydan parlak birkaç adamın karşısına çıktım. Issızlıktan daha derin sessizlik bozuldu.

Soru sormak yok, söylenileni itirazsız yapacaksın, izin verilmeden konuşmayacaksın, izin verilmeden hiç kimseye bir şey anlatmayacaksın.

Ahdin şartları bu kabul ediyorsan kalırsın, etmiyorsan gün doğumunda ayrıl. Ahdi kabul ettikten sonra bir tanesini ihlal ettiğin an ayrılık vaktidir.

Korkuların kovuğunda pek çok itiraz ve soru üşüştü dilime.

Sonra çok garip bir biçimde bir anlayış gelişti zihnimde. İtiraz ve korkularımın garip hakikatini anladım.

Bana bir kapı gösteriyorlar, hakikati bunun arkasında bulma ihtimalin var ve koşullar bunlardır diyorlar.

İtirazım ve korkularımın; bu kapının arkasında hakikati bulamamak ihtimali üzerine olduğunu fark ettim. Ya bu adamlar yanlış insanlarsa? Ya beni yanıltacaklarsa?

Eğer korkularımda haklıysam !

Halihazırda zaten bu kapıların pek çoğundan girmiş ve davet edenleri de hiç bu biçimde sorgulamamıştım.

Aslında davetlere ve kapılardan girmeye o kadarda kapalı ve rezervli değildim.

Üstelik içinde bulunduğum sorunlu hal, o kapılardan geçtikten sonra oluşmuştu. Yani daveti, kapının arkasındakileri ve başıma gelen sonuçları bildiğim halde, o davetlere halen açık olan ben;

İlk defa karşılaştığım bu durum karşısında, neyi riske atıp, kaybetmekten korktuğumu bilemeden korkuyor ve itiraz etmeyi istiyordum.

Bu hali kendimden ve çevremden tanıdım.

Ancak bendeki yüzleşme artık kovuktaki korkulara ve sahte itirazlara yer bırakmayacak bir anlayışı ortaya çıkartmıştı. Sanki esrar tekkesinde dumanaltı olmuş birisini, kapı önüne, temiz havaya çıkartmışlar gibi.

Bıçak kemiğe dayanmış, kaşık tencerenin dibine değmişti.

Kaybetmekten korktuğum şeyler; zaten kaybettiklerim veya sahip olduğumu zannettiğim şeylerdi.

Bulmak umuduna ilişkin bir fırsattan yararlanma riskine dairdi bu tedirginliğim.

O anda, işittirilmeyi, gösterilmeyi, inanmayı ve hidayeti idrak ettiren bir lütuf yaşadım.

Sessizce, gösterene hamdin içinde bulunduğu bir kararlı bir sükunetle ahdin koşullarını kabul ettiğimi beyan ettim.

Beni, yardım edip, buraya getiren adama teslim ettiler ve onu bana yol arkadaşı tayin ettiler.

Taş duvar, yerde hasır ve gönle yük başka hiçbir şeyin olmadığı bir odada; bin yıllık huzursuzluğu, huzura çevirecek bir umuda başımı koydum.

[email protected]