به سرتاسر جهان، به هر صورتی که هست

نگون و گسسته باد، نگون و گسسته باد

نگون و گسسته باد، نگون و گسسته باد

 

"Ve bu esaret zinciri ve bu yokluk ve cehalet yükü
dünyanın her yerinde, ne şekilde olursa olsun
yok olsun ve inceldiği yerden kopsun,
yok olsun ve inceldiği yerden kopsun..."

Hüsrev Golisorhi, "Baharlar kutlu olsun"

İran Devrimi'nin 34. yıldönümü kutlanıyor içinde bulunduğumuz günlerde. İran devlet televizyonu "Seda ve Sima"nın ekranlarından, sözleri Savak kurbanı toplumcu şair Hüsrev Golesorhi'ye ait marş yükseliyor. En az bir yüzyıl boyunca medeni durumları, dinleri, adet ananeleriyle tahkir edilmiş bir halk, kendine güven duygusuyla gerçekleşen ve süren bir devrimin ilk günlerinin sahnelerini hatırlamaya çağrılıyor. Tahran bir kez daha Ayetullah Humeyni'nin Paris dönüşünü canlandıran mizansenlerle kaplanıyor. Bir kez daha   kendisini 15 yıl süren bir sürgünün ardından ülkesine getiren uçağın Fransız pilotunun yardımıyla merdivenlerden iniyor, 77 yaşındaki Humeyni,  bir zaferin gururunu asla yansıtmayan vakur ifadesiyle.

O, irfan ve felsefeye ilgisi ve alışılmışın dışında bir açıklık ve ciddiyet içeren sorular ve tespitlerle dolu  vaazlarıyla, geleneksel ulema tarafından dışlanmış bir mollaydı. Tüketim moderni ülke, Farah Pehlevi ışıltısının, postmodern tedbirlerle dini baskıyı görünmez kılma faaliyetlerinin gerisinde, Batı'ya bağımlığında derinleşiyordu süratle; bir kolunda İsrail.  ABD'nin bölgedeki jandarması ve modernizmin platosu İran'da, hem de molla bir liderin öncülüğünde bir devrim gerçekleşmesini ne ezberlerle idare eden sosyal bilimciler, ne de  "devrim" kelimesine antipatisi olan Müslüman kitleler hayal edebilirlerdi. Askere polise karanfil veya gül uzatan genç erkek ve kadınlar, motosikletlerle şehrin dört tarafında afiş taşıyan çiftler,  kolkola girmiş yürüyen komünist ve islamcılar,  devrim şiarlarının yaydığı hissiyatla, gereğine inanmadığı halde başını örten solcu kadınlar; Bahtin'in bir devrimi tanımlarken açmaya çalıştığı ( hiyerarşik yapıları ve prosedürleri askıya alan) şenlikli havayı yansıtıyor,  silikleşmeye başlamış resim ve filmlerden.

İran Devrimi'nin İslam âlemindeki devrimler çağını başlattığından kuşku duyulamaz. Devrim söylemlerinin eleştirilerinden Batı emperyalizmi ve kapitalizm kadar Batı'ya bağımlı petrol zengini krallıklar ve Mişel Eflak fikriyatının eseri Baas rejimleri de  payını alıyordu. İçinde bulunduğumuz yıllarda ise "devrim" olup olmadıkları tartışılan Arap hareketleri, başından itibaren bir mucize etkisi uyandırıyor, Arap halklarından en küçük bir hareket beklemeyen kesimlerde. Fakat devrim bir bakıma gerçekten de mucize. Aşk gibi, ölüm gibi (hatta şiir gibi), tasarlanırken değil, beklenmedik şekilde gelir. Postyapısalcı filozof, Marx'a ait, "kalpsiz dünyanın kalbi" cümlesini, "İran: Ruhsuz dünyanın ruhu" olarak yorumlamıştı ya...

Gurur, haysiyet, kendinde olanın farkındalığı... Ayetullah Humeyni çeşitli konuşmalarında olduğu gibi vasiyetnamesinde de, devrimin dünyevi emeller için yapılmadığını hatırlatmayı sürdürdü. Muhsin Mahmelbaf bu duyarlığı yirmi yıl sonra, kişisel tecrübelerinin birikimiyle "Ekmek ve Çiçek" filmine aktarmaya çalıştı. "Filmin teması şöyle açıklanabilir: İran Devrimi'nin zafere ulaştığı en sıcak saatlerde tüfek namlularına takılan çiçekler, devrimin tüfek kullanılmadan, bunun yapılması murat edilmeden gerçekleştiğini gösteriyordu. Dünya nimetleri hatırına yapılmadı devrim, ancak bir lokma ekmeğe muhtaç bırakılan yoksulların haysiyetlerini koruyacak bir hayat yaşamaları için adaleti sağlamaya da borçluydu.  O yoksullar ki hâlâ şehitlerinin kabirlerini karanfillerle süslemeye devam ediyorlar."

Bir devrim muhakkak ki kendi içinde devrime açık olmadığı takdirde, bünyesinde baş gösterecek eksilmeyle başlangıç anından uzaklaşmayı sürdürür. İran Devrimi, elbet, uluslarası sistemin büyük baskısı altında ayakta kalma mücadelesi vermeye devam ediyor. Gelgelelim, onda eksilmeye yol açan asıl kendi içinde yaptığı tasfiyeler oldu.  Devrimin şairlerinden biri, Zehra Rahneverd, aynı zamanda Zeynep Burucerdi olarak tanınan sanatçı, Zehra Üniversitesi'nin eski rektörü, şimdi nerelerde? Şiiri marş olarak ekranlardan taşan Golesorhi'nin toplumcu duyarlığı hangi kesimlerde dile gelmeyi sürdürüyor? Şeriati'nin hatırası için, adının bir caddeye konulmasının ötesinde neler yapıldı? Giderek  Bazargan, Hatemi, Rahneverd, Talegani, Humeyni, Beheşti ve Ali Rıza Recai aileleri, Suruş ve Musavi... Bu tasfiyeler sürmeseydi, eksilmeler olmasaydı, Tahran göğü muhtemelen şimdiki kadar kapalı, gri olmayabilirdi.

Tahran göğünü kış mevsiminde kuşatan duman, "Ashah-ı Uhdud" Şairi'nin siyaset sahnesinden uzaklaştırılmasından ne denli bağımsız görülebilir ki... Savunma stratejilerinden beslenen bir kalkınma anlayışının metaforik anlatımı halinde okunabilecek olan Tahran'ın kirli havası,  erken bir dönemde Ayetullah Erdebili ile birlikte toplumda başgösteren "siyah yorgunluğu"ndan söz eden "Kırmızı Çarşaflı Kadın" portresinin ressamı  konuşamaz olunca, rengini daha bir kararttı sanki...

Zizek'in, Lacan'ın matematiksel çatışkılara ilişkin bir yorumundan mülhem açımladığı "hepsi değil" * bir bakıma, devrimin kendisini bütün çatışmalarıyla sürdürmesini mümkün kılacak asli unsuru  bir şekilde  eksiltmesiyle ortaya çıkan kusurlu manzaranın tasviridir. Daha devrimin başında Irak saldırısına maruz kalan İran, asli gücünü devrimini savunmaya yoğunlaştırırken, bunun bir diğer anlamı devrimcilerin cepheye,  gelenekselcilerin ise yapılanmakta olan kurumlara sevki oldu. Devrim sürecine olumlu bir katkıda bulunmayan kimi mollalarla pragmatik, "kalkınmacı" Rafsancani mizacının uzlaşmasının da eseriydi, eksilmeleri tabiileştiren: Neticede savaş bittikten sonra cephelerden geri dönebilen devrimciler için zafer, Şeriati'nin çoktan haber verdiği gibi söyleşiyi kaldığı yerden, bir bakıma en başından başlayarak sürdürmek anlamına gelecekti.

Hatemi ve Musavi'nin eksik olanı tamamlama gayretine karşılık statükonun öne sürdüğü figür, devrimin şiarlarını en yüzeysel bir şekilde tüketmek üzere, bir sözünün diğerini tutmamasını hiç umursamadan bağırıp çağıran Ahmedinejat oldu.

Savunma ayağı, İslami hayat tarzına "mana" kazandırma ayağını da kendi yöntemleriyle yürütmeyi denedi. Tesettür devriyeleri bu denemenin bir ürünü. "Mana", başarısını susturulmuş devrimcilerin duyarlık ve çabasına borçlu sinemanın bir bölümüne ad konulmakla elde edilmiyor.

Postmodern dönemlerin altını çizen İran Devrimi, Arap devrimleri dahil pek çok toplumsal harekete ve tabii kişisel hidayete de  kaynaklık etti, ilham verdi elbette. Fakat  Arap devrimleri için asıl ilham kaynağı olan hareket İran'da, 2009 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hile yapıldığı inancıyla muhalefetin başlattığı protesto gösterileri oldu.  1997, 2009; devrim kendi içinde eksilenleri tamamlamaya çalışmıştı bu tarihlerde.

Sorun şu ki savunmaya kilitlenen (ve gide gide "hepsi olamayan") devrim,  "hepsi" olmayı sadece denemekle bile, Esed'e muhtaç bırakmayacak şekilde direniş hattı alternatiflerini üretme çevikliğine sahip olabilirdi, muhtemelen.

Savunma amacına kilitlenirken, devrimin sebep ve amacı  için Humeyni'nin sarf ettiği "ruh" değeri, giderek daha fazla güçte aranmıyor mu? Kimse bunu yadsıyamaz: Devrim her zaman tehdit altında ve tabii ki bütün devrimler statükoya yönelttikleri sorular nedeniyle  ister istemez tehdit altında olacaklardır. Fakat açık ki hiçbir zaman "hepsi bu kadar" da olamaz. "Devrimin ruhu" elbette uzaya gönderilen maymunun temsil ettiği teknolojik kalkınmada somutlaşamaz.  Devrimin ilerlemesi, üniversitelerde kız ve erkek öğrencilerin dersliklerini ayırma gibi uygulamalarla hele hiç sağlanamaz. (Ta devrimin başında Humeyni'nin tutucu mollaların talebine karşı şiddetle reddettiği bir ayırma talebiydi bu.)

Devriminin 34. yılını kutlayan İran, ekranlardan yayılan marşların ve görüntülerin sunduğu imgelerle, kendinde artık hepsi olamayanı toparlamanın yolunu bulabilir mi... Devrimin dostları elbet bunu temenni ediyor.

Belki de bütün devrimlerin yazgısı bu, bir aniden kopmuşluk nedeniyle de ortaya çıkması kaçınılmaz çatışkılar yüzünden "hepsi " olamama... Atfedilen büyük anlamı acilen bir şekilde somutlaştırma sorumluluğu ve bir bakıma yeryüzünde cennet sunabilmeye dönük umutlar alanında sınır tanınmaması nedeniyle de...

*Slajov Zizek, Olumsuzla Oyalanma, sf. 109, İmge Kitabevi