Türk liderler Avrupa onları bekletip dururken dikkatlerini yakın çevrelerine yöneltmeye karar verdiklerinden bu yana Türkiye’nin Arap ve İslam dünyasındaki itibarı bölgedeki tek İsrail müttefiki ve işe yarar bir NATO üyesiyken bile sürekli arttı. Türkiye bölgesel amaçlara yöneldikçe Washington ve Tel Aviv bir o kadar üzüldü.
Türkiye’nin yeni duruşunun ABD için sorunlu olduğu, Irak’ın Anglo-Amerikan istila ve işgaline uğramasından önce de belli olmuştu. NATO müttefiklerine hava sahasını kullandırmayı reddeden Türkiye savaş karşıtlığını aleni kılmış, daha birkaç yıl evveline kadar pratikte yabancı duran bir ülkeyi ve halkı birdenbire keşfetmeye başlayan Arapların ve Müslümanların övgü ve minnetini kazanmıştır.
Suriye’yle ilişkiler bu dönemde ılımaya başladı. Suriye’nin PKK lideri Öcalan’a ev sahipliği yapması yüzünden 1998 Ekim’inde savaşın eşiğinden dönülmüş, aynı ay Adana Mutabakatı imzalanmış, Suriye’nin Öcalan’ı kovmaya razı olmasının ardından yeni bir sayfa açılmış, AK Parti’nin 2002’de – Recep Tayyip Erdoğan liderliğinin 2003’te - iktidara gelişiyle iki ülke arasındaki ilişkiler müthiş bir hızla iyileşmiştir. Türk ve Suriyeli liderlerin üst düzey ziyaretleriyle birlikte Türkiye, tatillerden Şam aksanıyla seslendirilen televizyon dizilerine kadar Türk olan her şeyi büyük bir zevkle kabul eden bölgede daha görünür ve duyulur oldu.
Gitgide halkçı duruş sergileyen bölge çapında popüler lideriyle Türkiye, İsrail’in 2008-2009 vahşi Gazze saldırısının yaralarıyla sendeleyen bölgede kendisini siyasi dümenin başında buldu. Kasvet’e boyanmış bir halet-i ruhiye vardı, gayretler kırılmıştı ama Erdoğan, savaş hakkında söylediği yalanlardan dolayı İsrail devlet başkanı Şimon Peres’e çıkıştığı Davos’taki panelden çekip gittiğinde Arap dünyası sevinç çığlığına boğuldu, Erdoğan’ı hemen ve derhal kahramanı ve fahri lideri olarak taçlandırdı.
Müteakip yıl, İsrail Gazze ablukasını yarmak üzere uluslararası sularda seyreden bir Türk filosunu kaçırıp Mavi Marmara’daki dokuz Türk vatandaşını öldürdüğünde sosyal ağlar Türk bayraklarıyla donatıldı ve Araplar Filistin davasıyla böylesine cüretkâr bir dayanışma sergileyen Türklerle birlik ve beraberliklerini ifade ettiler.
Çeşitli Arap hükümdarlar Tunus’ta başlayan ve çabucak Mısır’a sıçrayan manzaraları şok ve dehşet içinde izlerken Türkiye’nin liderliği diktatörlere kendilerine gelmelerini ve basitçe gitmelerini söyleme cesaretini gösterdi.
Doğrusu, Arap Baharı hoş bir özgürlük meltemi estirirken Türkiye’deki insanlar bölgedeki dostlarının modası geçmiş zorba rejimlerden kurtulmaları için yakararak izlediler devrimleri ve çok uzaklardan tezahürat yaptılar. Türkiye’nin dış ilişkileri bakımından her şey nispeten iyiydi. Ta ki rejim karşıtı duvar yazıları yazarak vakit geçiren okul çağındaki 15 çocuk Türkiye-Suriye sınırından çok uzakta bulunan Dera’da hapse atılıp işkence görene dek. Kıyamet bundan sonra koptu.
Türkiye’nin çok işine yarayan (İsrail hâriç) “sıfır sorun” politikası birdenbire büyük bir problem eliyle çözülmeye uğradı: Yakın bir Arap ve Müslüman müttefik silahlarını kendi halkına çevirmiş, barışçıl gösterileri tanklarla ve silahlarla bastırıyordu. Türkler bundan hoşnut olmadıkları gibi sessiz de kalamadılar.
Suriye rejimi hâriç herkesin malumuydu ki baskı çoğalıp öldürülen insanların sayısı artarken Türk hükümeti kafasını başka tarafa asla çeviremeyecek ve sessizliğini koruyup farkına varmamış gibi yapamayacaktı.
Türkiye’nin Suriye’ye uzattığı üst düzey diplomatik elin, baskının düzeyi üzerinde hiçbir tesiri olmadı. Sonuç itibariyle, Türk yönetiminde en üst kademedeki şahsiyetlerden eleştiri sesleri yükselmeye başlarken, Suriye rejiminin soğuk sessizliği ve protestoların seyrini değiştirmeye aday acil reform paketini büsbütün göz ardı etmesi karşısında kıdemli istihbarat ve hükümet yetkililerin Şam’a yaptıkları diplomatik seyahatlerin sayısı azalmaya başladı.
Başlıca müttefiki Katar’la bağlarını çoktan koparmış olan Suriye rejimi (böylelikle S. Arabistan ve müttefiklerine karşıt dengeyi kaybetmişti) çok az müttefikle baş başa kaldı ki hiçbirisi Türkiye çapında değildir. Katar’ın Bahreyn’deki ayaklanmaya yönelik ikiyüzlü tutumu Katar halkının karşı koyma riskiyle muhatap bile değilken Türk hükümetinin halkına hesap verme sorumluluğu diğer etkenlere galip gelmeyi sürdürüyor.
Bunların hiçbirisi Suriye rejimi için umulmadık ya da şaşırtıcı olmasa gerektir. Türkiye’den gelen çeşitli demeçlere Suriye’nin verdiği tepki şaşırtıcı derecede amatörceydi ve amaca aykırıydı. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bir diğer Hama katliamına karşı yaptığı uyarıdan sonra Suriye’nin Ankara büyükelçisi bunu Türk hükümetinin siyasi manevrası ve seçim öncesinde seçmenleri tatmin etme eğimli olarak yorumladı. Yani Türk hükümetinin Suriye rejimiyle yakınlığının Türklerin bundan hoşlanmamasına rağmen söz konusu olduğunu mu söylemeye çalışıyordu? Türk halkı aklına eseni yapmış olsaydı, Türk hükümeti Suriye ile yakın ilişki kurmayı düşünmez miymiş?
Vizelerin ve sınırların kaldırıldığı, yaklaşık son on yıldır siyasi ve iktisâdi destek veren bir komşudan beklenecek şeyler değildi bunlar. Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Tunus, Mısır, Yemen, Libya, Bahreyn ve Suriye halklarının meşru taleplerine Türkiye’nin destek vereceği sözünü de vermişti üstelik.
Suriye rejiminin protestolara verdiği vahşi tepki, Suriye’nin müttefiklerini yeni bir eşiğe dayadı. İki ülke lideri arasındaki samimi ilişkiye ve iki ülke arasında artan ticari bağlara bakınca Türkiye’nin pozisyonu daha iyi yönetilebilir ve el üstünde tutulabilirdi. ABD ve AB’nin uyguladığı müeyyidelerle Suriye rejimi üzerindeki uluslararası baskı artarken, Türkiye’deki 12 Haziran genel seçimlerinden ve de barışçıl göstericilere uygulanan tüm şiddet durduktan sonra hasar kontrolünün mümkün olup olmayacağını veya nasıl olacağını bekleyip görmek gerekiyor. Şimdilik, Suriye’nin her yerindeki “genç Türkler” Ankara için halen endişe konusudur.
Yazar hakkında: Chatham House Uzmanı
Kaynak: Bitterlemons
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın