Bazı sorunlar insanlık tarihi kadar eskidir. Bundan 4000 yıl önce, eşine bir tablet mektup yazan kadının kayınvalidesinden yakındığı, yapılan bilimsel çalışmalarla ortaya çıktı. 1948 yılından beri sürdürülen kazılarda, Asurlu tüccarlara ait binlerce çivi yazılı tabletler bulundu. Asurlu bir tüccarın dolabında bulunan bir tablette, Asur’da oturan bir gelinin, Kayseri’de tüccarlık yapan eşine gönderdiği çivi yazılı tablet mektubunda, şöyle yazdığı dikkat çekti. “Annenden çok çekiyorum. Bana büyük kötülük yapıyor. Artık bunu taşıyacak halim kalmadı. Bir an önce bu kadından beni kurtar.”

Yukarıdaki yazılanlar sizi de gülümsetmiş olmalı. Tarih boyunca yaşanmış ve bundan sonra da yaşanması muhtemel bir sorun olarak gelin – kayınvalide çatışmaları; kişilerarası ilişkileri zora sokan, bireylerin psikolojik problemler yaşamasına yol açan, birilerinin hep arada kaldığı, kimi zaman aileleri boşanmaya kadar götüren bir olgudur.

Türk toplumunda aile, batıda olduğu gibi sadece ‘anne, baba ve çocuklar’dan oluşan bir topluluk değildir. İki kişi evlenmek üzere bir araya geldiklerinde üzerlerinde kendi anne babalarının gölgelerini de taşırlar. Bu gölge, kimi zaman varlığını belli belirsiz hissettirse de kimi zaman oldukça açık bir baskıya dönüşebilir. Bu durum evliliğe hazırlık sürecinde olduğu gibi evlendikten sonra da görülebilir. “Annem gibi yemek yapsan” diyen erkek, ya da “babam gibi ev işlerine yardımcı olsan ” diyen kadın farkında olmadan kendi anne babasını da yeni kurulan aileye dâhil etmiş olur. Asıl konumuz olan gelin – kayınvalide çatışmaları, sadece eşlerin bu söylemleri sebebiyle bile körüklenebilir. Gelinin kayınvalideye ilişkin olumsuz bir algısı olmasa bile, eşinin sürekli olarak annesini örnek veriyor olması, kendisini yetersiz hissetmesine ve diğer tarafa olumsuz duygular beslemesine yol açar. Nadir de olsa erkeğin kendi annesine eşini öven tutum ve söylemleri de anneye kendini kötü hissettirir. Bu durumu açıklayan tek bir nokta vardır ki o da kadın psikolojisidir. İster eş, ister anne olsun kadınlar, kendilerini özel ve biricik hissetmek isterler. Özellikle Türk toplumunun erkek annesini yücelten kolektif bilinçaltı; erkeğin, annesi dışında bir başka kadına kendisinden daha fazla ilgi ve alaka gösteriyor olmasını kaldıramaz. Bu durumun dinle, adaletle açıklanması elbette mümkün değildir ancak toplumsal bir gerçek olarak kabul etmemiz gerekir. Kayınvalidenin, kendi eşiyle sağlıklı ve yakın bir ilişkisi geliştirememiş, eşini kaybetmiş ya da ayrılmışsa, problem daha da karmaşık bir hal alır. Çünkü hayatında güçlü ve sahiplenici eşi bulamayan kadının, kendi oğluyla kurduğu ilişki, ona sadece evlat değil, farkında olmadan eş kimliği yükleme eğilimi de taşır. Oğlunun geliniyle paylaşımlarını kıskanır, geline yapılan güzel şeyleri kendisinin hak ettiğini düşünür. Arada kalan erkek, dengeyi sağlıklı bir şekilde kuramadığında sorunlar yumağı içinde en çok yıpranan kişi olur. Hem annesine hem eşine hissettiği sorumluluk, bir tarafı seçmesine, bazen de memnuniyetsizlik çemberi içinde sıkışıp kalmasına neden olur.

Dini ve kültürel değerlerimiz anne babalarımıza güzel söz söylemeyi, dünyadayken onları memnun edip, rızalarını almayı öğütler. Kişisel hırslar devreye girdiğinde ise dünya görüşü, referans noktaları şaşar, kişi kendi egolarının oyuncağı haline gelir. Bazı kadınların eşlerine, “annene karşı neden beni savunup, onu susturmadın” sitemi de kayınvalidelerin oğullarına, “o kadın beceriksizin teki, sen daha iyilerine layıksın” sözleri de bundandır. Her iki tarafın ama özellikle gelinin, eşinden, annesine karşı gelmesini ya da ailesiyle kendi arasında bir tercih yapmasını istemesi ilişkileri daha da zora sokmaktan başka bir işe yaramaz. İlişkiler bozulduğunda, erkek kendi ailesinden uzaklaştığında, eşine daha büyük bir sevgi ve bağlılıkla sarılamaz. Ayrıca çocukların, babalarının ailelerinden uzak ve mahrum büyümesi de büyük haksızlıktır. Kısacası bu kavganın kazananı yoktur, kaybedeni ise çok olur. Burada erkeğin kendi annesine ya da ailesine karşı kırgın olan eşinin yanında olmaması, ona destek olmaması anlamı çıkarılmamalıdır. Bilakis yeni bir aile kurduğunun, bu aileye ait sorumlulukları olduğunun bilincinde olan ve eşine sevgiyle bağlı olan bir erkek, karısının üzüntü ve kaygılarına kayıtsız kalamaz. Eşinin bu sıkıntılı süreçte yanında olduğunu ve onu anladığını hissettirmeli, kendi annesi ya da ailesiyle ilgili çaresizliğini ifade etmelidir. Onları kırmaktan korktuğu kadar eşinin duygularına da önem verdiğini gösterebilmelidir. Çoğu kez yapılan bir hata olarak erkeğin annesini savunması ya da “annem işte ne yapayım sen de idare et” ifadeleri, kadını daha da anlaşılmamış hissettirip çileden çıkarır. Burada en önemli nokta samimiyettir. Çoğu kez kadın da eşinin çaresizliğini görmekte, ancak samimiyetle yanında olduğunu ve anlaşıldığını hissedememektedir. Karşılıklı olarak anlayış ve hoşgörüye dayalı ilişkiler geliştirebilen çiftler bu sorunları daha kolay aşmaktadırlar.

Erkeğin kendi annesini eşinden daha zor ikna edebildiği durumlar da yok değildir. Annesinden eşiyle ilgili sürekli şikâyetler duymak, tahammülsüzlüğü ve öfkeyi beraberinde getirip, olumsuz davranışların yine eşe yönelmesine sebep olabilir. Annesine sesini çıkaramayan erkek, eşine daha kolay kızıp bağırabilmektedir. Bu durumda haksızlığa uğrayan taraf olan gelin, durumdan muzdariptir ve o da kayınvalidesine karşı olumsuz duygular biriktirir. Annelerin oğullarına eşleriyle ilgili şikâyetlerde bulunurken aslında çocuklarını kendilerinden uzaklaştırdıklarını da unutmamaları gerekir. Böyle bir durumla karşı karşıya kalan erkeğin, annesine karşı eşini savunur ifadelerden kaçınması önemlidir. Başta da belirttiğimiz gibi, anne de olsa karşıdakinin bir kadın olduğunu göz önünde bulundurmalı, annesinin sözlerini kendi akıl süzgecinden geçirerek değerlendirirken, eşiyle annesi arasında rekabet oluşmasına fırsat bırakmamalıdır. Gelininin yeterince temiz olmadığından şikâyet eden annesine, “ne yapsın yetişemiyor” demek yerine, “senin kadar tecrübeli değil, haklısın, dikkat etmesini söylerim” demesinin kimseye bir zararı yoktur, tabi bu konuşma anne oğul arasında baş başa yapılıyorsa…

Tüm bu bahsi geçen konuların kişilerin olgunluğuyla, hoşgörü ve merhamet duygularıyla kolayca aşılması mümkünken, insani zaaf ve hırsların, benlik ve bencillik duygularının ilişkileri nasıl da tıkadığı ortadadır. Belki de daha çocuklarımız küçükken onları kendi hayatımızın sorunlarıyla yüklememek, problemli algılarımızın onlara da sirayet etmemesine dikkat etmek en önemli sorumluluğumuz olmalıdır. Annesinin kayınvalidesiyle yaşadığı sorunlarla büyümüş bir genç kızın, evlendiğinde kendi eşinin annesine objektif ve insani bakması çok kolay olamayacaktır. Keza eşiyle sorunlarını çözümleyememiş, oğlundan beklentilerini hayatının merkezine koymuş, onaylanma ve değerli hissetme ihtiyacını, bin bir güçlükle yetiştirdiği oğlunun karşılamasını bekleyen bir annenin, kayınvalide olduğunda oğlunu artık kaybetmiş olma korkusuyla yüzleşmesi kaçınılmaz olacaktır.

Bizi diğer yaratılmışlardan üstün kılan, bilinçli merhamet hazinemiz, sevdiğimiz adamı dünyaya getiren “anne”ye sevgimizi ikram edecek kadar geniştir. Aileye yeni katılan bir genç kızın, kendimizden çok da farklı olmadığını bilip sahiplenmek, bazı hallerini hoş görüp, olgunlukla yaklaşabilmek büyüklüğün hasletlerindendir. Çünkü biz Yaratıcımızdan biliriz ki merhamet yukarıdan aşağıya doğru gelmektedir...

Sağlıkla ve sevgi dolu günlere.