Zaman zaman e-posta yoluyla İslamiyet, din, varoluşun sırları üzerine görüş alışverişinde bulunduğumuz felsefeci Nilgün Hanım, mesaj atmış, Gazze'de yaşananlara bakılırsa İslam kardeşliğinin bir ütopya olduğu görüşünü vurguluyor.

İnsanlığın ayağa kalktığı her konu, İslam kardeşliği açısından bir açılım ifadesidir kanımca. İnsanların kardeşliğini duyurtan her biraraya gelme çabası, İslam kardeşliğini de içeren bir mümkünler alanının ifadesi olmaktadır. Bu nedenledir ki Ali Şeriati, Paris'te Afrikalı öğrencilerle birlikte Belçika Kongosu'nun ilk Başbakanı, Afrikalı lider Partice Lumumba'nın öldürülmesinin protesto edildiği, pek çok milletten insanı biraraya getiren bir mitingin ardından, "Bir millet, ortak bir sancı duyan bütün insanların toplamıdır" diye yazmıştı. 

Şimdi de insanlar geceyarılarında kalkıp yollara düşüyor ve İsrail Başkonsolosluğu önünde sürgiden katliamı, işgali protesto ediyorlar. İHH gibi kuruluşlar gemilerle yardım taşıyor Gazze'ye. Mazlum-Der,  DurDe Girişimi, Buluşan Kadınlar ve sayısız sivil insiyatif örgütü sürüp giden katliam için sesini yükseltmeyi sürdürüyor. Dünyanın her tarafında kalabalıklar Gazze için akıyor meydanlara...  

Hükümetler ise İran gibi birkaç sistem dışı istisna bir kenara bırakılırsa, nadiren yaslandıkları "soğuk ideolojilerin" gereklerinin dışına taşırıyorlar demeç ve icraatlarını. Demokrasinin günümüzdeki anlamı bu: Kitlelerin talepleri bir filtreden geçirilerek yansıyor zirvelere. Bu sadece müslüman toplumlar için geçerli bir tuhaflık da değil. İngiltere'de Tony Blair, İşçi Partisi'nin lideri olarak yoksul ve toplumsal duyarlılığa sahip kesimlerin oylarıyla başbakan olmuştu, fakat iktidarda bulunduğu süre içinde seçmen kitlesinin talepleriyle hiç de uyumlu olmayan bir politika izledi. Siz ne kadar öfke duyarsanız duyun Gazze'de olanlar için, ABD vetosuyla kilitleniyor BM ve bu demokrasiyi bir oyuna dönüştüren tuhaf kural uluslararası sistemin işleyişine aksediyor. Adaletten uzak bir temsiliyet, zirvelerden eteklere doğru saçılıyor. Ve fakat demokrasi söylemlerinin uygulamadaki tutarsızlıkları, totaliter (ve otoriter) rejimlerin halkla ilişkilerinin kusurlardan arınmış olduğu anlamına gelmiyor. Suudi Arabistan geniş imkanları olan,  bununla birlikte totaliter bir rejimle yönetilen ve politikalarıyla ABD çıkarlarını destekleyen bir ülke. Gazze halkı Suudi Arabistan halkının desteğini ihtiyaç duyduğu oranda duyamıyor yanında. Çünkü bu ülkede halkla devlet arasında kitlelerin eleştiri ve taleplerini yüksek sesle dillendirmek suretiyle bir varlığa dönüştürebileceği nispeten özgür -sivil, cemaatlerin bağımsız gelişimine açık- bir alan yok.

Van'dan yazan Enver Bey ise, sözünü ettiğim bu nisbi özgürlük alanında sürüp giden protestoların ve atılan sloganların devletlerin tavrı karşısında çok da yararlı olmadığını, tersine öfke ve tepki birikimini sönümlendiren bir işlevi yerine getirdiğini savunuyor.

Sanki İsrail bunca yüzsüzleşmeyi göze aldıran bu gücü nereden alıyor? Bizim işin aslında hiç de küçük olmayan kimi mutluluklarımızın nesnelerinin vazgeçilemezliğinden. Alışkanlıklarımıza bağlanmış ince ve fakat çok sayıda kanalın akışkanlığından...

Protesto eylemleri, katılan kişinin kendi hayat tarzına dönük bir muhasebesini de içermiyorsa, anında oluşturduğu yadsınamaz etkiye karşılık, bazen mevcut düzenin dolaylı olarak olumlanması anlamına gelebilir. Bir hayat tarzı eleştirisinden yoksun olması oranında içeriği tezlikle boşalacak, sloganlarının rengi solacak eylemlerdir bunlar. Siz meydanlara dolarsınız, katliamı sürdüren cinayetlerinin fotoğrafını internet kanalıyla seyirciliği benimsemiş bir dünyaya ulaştırır. Elbette daha önemli olan hayat tarzıdır. Nasıl bir hayat tarzı içindesiniz?  Neleri, nasıl tüketiyorsunuz? Neler okuyorsunuz ve okuduklarınızı nasıl paylaşıyorsunuz? Yoksa okur olmaktan çok seyirci misiniz? Bir katliam sahnesini ekranlardan izlediğinizde ilk tepkiniz nasıl oluyor? Daha önemlisi, nasıl bir seyircisiniz? Esasında, gide gide katil, kurban ve seyirci şeklinde ayrılabilecek üç insan sınıfından hangisine dahil edilebileceğinizi düşünüyorsunuz... Böylesi sınıflamalara karşı itirazı olan, bu üç insan sınıfının dışında bir yerde varlığını hissettiren bir bakışa ve kavrayışa mı sahipsiniz yoksa...  Eğer öyleyse, katıldığınız gösteri kolaylıkla içi boşaltılan bir gösteri, attığınız slogan da rengi tezlikle solacak bir slogan olmayacaktır.

Katil, kurban ve seyirci üçlüsü arasında en kötüsü seyirci olmaktır ki kötünün de kötüsü var: Bazen seyirci olmayı bile sürdüremiyor insanlar ve böylelikle başka türlü bir kurban olmaya müsait bir ruh haline teslim ediyorlar kendilerini. 

Savaş ekranlar aracılığıyla bütün insanlığın gözleri önünde cereyan ediyor. Fakat  insanların zihni görüntü bombardımanıyla felce uğruyormuş gibi. Medya kanalıyla savaş evlerimizin içine kadar girse de kavrayamayacağımız bir süratle eskiyerek, uzaklara savruluyor. Katliamlar, cinayetler, karşı karşıya bulunan bütün büyük tehditler sürekli ve gelişen bir tepki doğuramaz oluyor; öyle sanılıyor. Çünkü tek başına kimsenin elinden bir şey gelmeyecektir. Çünkü Obama Bush'tan daha farklı bir fikir yürütemeyecektir İsrail konusunda. Çünkü zaten İslamcı bir gelenekten gelen bir partinin hükümette olmasıyla da değişen bir şey olmuyor. Çünkü Irak'ta kahkaha atarak direnişçi avlıyordu Amerikalı askerler ve siz bu sahneyi ekranlardan izlemiştiniz. Her şey o kadar problemlidir ki neticede problemlerin çözümü o kadar da kolay olmadığına göre, bunların çözümü için kafa yormak sadece sağlığımızı bozmak anlamına gelecektir. Felaket ve katliam haberlerinden kaçalım, koruyalım ruh sağlığımızı. Televizyonlarımızı kapatalım.

Allah'tan kumanda aletine hakimiyetimizle kurtulabiliyoruz, çekirdek yiyerek katliamın seyrine durmuş İsrailli delikanlıların, genç kızların gerçeküstü gibi gelen, hâlâ öyle gelen görüntülerinden.

Katil değildik, artık seyirci de değiliz. Sinik bile değiliz. Fakat belki de kurbanız. Gazze'de hayatını yitiren yüzlerce insandan daha fazla kurbanız. Solmuş bir slogan halinde eteklerimize saçıldı düşlerimiz ve ütopyamız. İnsan tekinin sorgulaması ve tepkisinin geniş alanına, dua ile birlikte semaya  açılarak varlığını güçlendiren alana duyduğumuz güven eksilmesi yüzünden...