Bazı ülkelerde seçimler, seçenekler içinden tercih yapmayı öngören yasal düzenlemelere sahip. Siyaseten de farklı seçenekler olduğu varsayımına dayanan bu durum, hem genel seçimlerde hem de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde geçerli; çünkü devletin siyasal yapılanması buna göre düzenlenmiş.
Seçeneklerin seçilmesi de, bazı durumlarda ikili bir basamaklama sistemine bağlanmış. Birinci aşamada, seçmen en istediği parti ya da kişi için oy kullanıyor, bakıyor ki yaptığı tercih genel tercihin sınırını aşamamış, o zaman ikinci en iyi tercihi için ya da daha yaygın olarak en istemediği seçilmesin diye oy kullanıyor. Bu tür siyasal yapılanması bulunan ülkelerle Türkiye'yi karşılaştırmanın imkânı yok, Türkiye'deki seçim sistemlerinin, usul ve yöntemlerinin "seçim" olarak adlandırılmasından çok, oylama denmesi daha uygun olabilir. Bununla birlikte, Türkiye'de de zihinlerde çift turlu seçim yapıldığı hatırlatılmalı. Seçmenin genel olarak kimin iktidara gelmesini istemekten değil, kimin gelmesini istememekten hareket ettiği durumlar azımsanmayacak oranda.
Fransa'da ilk turun galipleri
Birinci turunu tamamlayan Fransa cumhurbaşkanlığı seçimlerinin galibi, kamuoyu yoklamalarının da gösterdiği gibi oyların % 25,7'sini alan Royal ile % 31,1'ini alan Sarkozy oldu. İki turlu seçim olması bakımından Fransız seçmenler, birinci turda en fazla istedikleri tercihe oy kullandılar, bundan da inanılmaz bir fark olmasa da Sarkozy çıktı. Hatırlatalım, Sarkozy muhafazakâr, liberal, ABD yanlısı ya da hayranı olduğu söylenen bir siyasetçi. İhanetlerle ve hırslarıyla tanımlanıyor. Müslüman bakanı azarlamasıyla, varoşlarda yaşayanları aşağılamasıyla ve ayrımcı söylemleriyle biliniyor. Bununla birlikte, Fransızların günlük yaşamlarında karşılaştıkları yaşamsal sorunlara, doğrudan ve yaşandığı biçimiyle değindiği için dürüst olarak görülüyor. Diğer bir ifadeyle birçok Fransız'ın aklından geçirip de söyleyemediklerini, onlar adına dile getiren kişi olarak görülüyor. Bu durumda, Fransızların bir kısmının aklından geçenlerin neler olduğu da ortaya çıkmış oluyor. Bizler ise Sarkozy'yi daha çok, aslında çoktan seçim kampanyasını başlatmış olduğu AB Anayasal Antlaşması referandumu öncesinden ve sonrasından tanıyoruz. Türkiye'nin Avrupalı olmadığını söylemişti. Doğrusu haklıydı; ancak bunun neden AB üyesi olmasına engel oluşturduğu noktasında ayrımcılığa sığınmıştı. Bu da Fransa-AB-küresel sistem meselelerinde Fransa'yı yenileştirme vizyonunun sınırlarını ortaya koymuştu.
Öte yandan sosyalistliği tartışmalı olan Segolene Royal ise uzunca bir süre "kadın" kimliğiyle değerlenmişti. Doğrusu o da gerek gülümsemesi, gerek beyaz ve kırmızı kostümleriyle bu algıya epey katkı sağlamıştı. Gayet tabii, sırf kadın olmak bazı toplumlarda siyasetin yolunu açabilir, bir tür promosyon ya da görüntü politikasına hizmet edebilir. Ancak, bu durum Fransa'da bir süre sonra tıkandı. Anneliği, ki epeyce çocuğu var, tartışıldı; tartışanlar ve Royal cumhurbaşkanı olursa çocuklara kim bakacak diyenler siyasi kazaya kurban gitti. Bunların ardından Royal, siyasal derinliğinin ölçümüyle sınandı. İç politikada büyük ölçüde Mitterrand çizgisini izledi, Sarkozy'nin tersine bütünleştirici retorikler kullandı ve sonuçlara bakılırsa, bu anlamda kısmen başarılı oldu. Ama dünya kendisini daha çok dış politikadaki gaflarıyla tanıdı, özellikle Kanadalıları pek kızdırdı. Bizler ise Türkiye'nin AB üyeliğine sıcak bakmasıyla tanıdık.
Fransız seçmenlerinin rekor düzeyde, yaklaşık % 85 oranında seçimlere katılmış olması, ilk değinilmesi gereken sonuç. Bilindiği gibi, genel olarak gelişmiş toplumlarda katılım az oluyor. Ya, bu toplumlar kim gelirse gelsin şikâyet konularının değişmeyeceğini ya da kim gelirse gelsin refah koşullarının bozulmayacağını düşünüyor. Çoğu zaman siyasal partiler arasında da fark olmadığından tercih yapma gereği duyulmuyor. Fransa'da ise durum farklı oldu. Bunun ilk nedeni, seçim sonuçlarının koşulları değiştireceğine dair yaygın bir beklentinin olması. Ayrıca, geniş toplumsal kesimlerin genel gidişattan memnun olmadığını da anlamak olası. Büyük ölçüde AB Anayasal Antlaşması'nın referanduma sunulması ve ardından da reddedilmesiyle sonuçlanan sürecin Fransızların siyasi duyarlılığını artırdığı da düşünülüyor. 1. turu geçen siyasal partilerin her biri ise toplumun politizasyonunda kendilerinin sürdürdüğü propaganda döneminin etkili olduğunu savunmakta. Her ikisi de etkili olabilir, özellikle Sarkozy'nin provokatif söylemlerinin bu duruma katkısının olmadığı söylenemez.
Seçim sonuçlarının beklendiği sıralarda televizyonlara yansıyan görüntüler, Fransızların bir kısmını rahatsız etse de ABD'deki seçim görüntülerine benziyordu. Bir yanda cumhuriyetçiler ve ulusal marşlar eşliğinde liderlerinin kürsüye gelmesini bekleyenler; diğer yanda aileleriyle, çocuklarıyla ve hatta kampanyada görev almış Royal'in oğluyla konuşma bekleyen demokratlar. Bir tarafta, sonuçların ardından yaptığı konuşmada 'yaşasın cumhuriyet', 'yaşasın Fransa' diyen bir lider, diğer yanda 'yaşasın Fransız halkı' diyen diğer lider. Yapılan yorumlar da ABD'deki ikili yapıya benziyordu. Bir tarafta, doğrudan ve bazen acıtıcı da olsa gerçekleri yalın olarak söylediği savunulan muhafazakârlar, öte yandan olanı değil olacağı dile getirdiği ve projelerden hareket ettiği ileri sürülen sosyalistler. Her ikisinin de ortak teması ise Fransa'da gerçekten ciddi bir ihtiyaç haline gelmiş olan "değişim"di. Fransız seçmenler, aslında değişime oy verdi.
2. turda ne olacak?
İşte tam da bu nedenle Le Pen uzun zamandır aldığı en kötü sonucu elde etti. Doğrusu bundan Fransa'da sağ ekstremistlerin sayısının düştüğü düşünülebilir mi, emin olmamak gerek. Yaygın düşünce, Le Pen'in fikirlerinin zaten Sarkozy ile temsil edilmiş olması. Ayrıca, seçim kampanyaları sırasında her iki tarafın da kullandığı argümanlar, gaflar, skandallar ve söylemler de Fransa'da daha önceki seçimlere oranla daha popülist bir içeriğe sahipti ve dolayısıyla Fransız seçmen bu iki farklı popülizmi oyladı ve oylayacak.
'Bundan sonrası için ne olur?' sorusuna ilk yanıt Sarkozy'den geldi. Muhafazakâr lidere göre ikinci turun sonucunu, fikirler arasındaki farklılık belirleyecek. Cumhuriyetçi-Demokrat ayırımında olduğu gibi, bunun derin bir felsefi ayırım içermesi beklenmemeli, zaten böyle bir ayırım kaldı mı o da belli değil. Bu ayırım, daha çok bireylerin sorunlarına karşı üretilen çözüm önerilerinde kendisini gösterecek. Gayet tabii lafazanlık kapasitesi de belirleyici olacak. Unutmamalı, ABD'de kürtaj yasası, oyların topluca bir yandan diğer yana kaymasına yol açar. Ayrıca, fikir yarışına gönderme yapan Sarkozy, daha ilk anda Royal'in olası söylemine de sahip çıktı ve bir biçimde "benim işçim, benim emeklim, benim öğrencim, benim hastam, benim sakatım" diyerek geniş sosyal sınıfları da kucaklayıcı bir dil kullandı. Tabii, Fransa için uygun olmadığından, Fransa köylü bir toplum olmadığından bir tek "benim köylüm" demedi. Royal ise daha çok kendisine şüpheyle bakan demokrat kesimi ikna edebilecek bir dil kullanmayı tercih etti. Her ne kadar rakibi eşitlik, hak, hukuk konusuna da talip olsa, bu alanda Royal'in "eşitsizlik" üzerindan yürüttüğü politikanın etkili olmasına yöneleceği söylenebilir. Belki biri "ulusalcı" düzeyde kaldıkça, diğerinin "evrensel" düzeye tırmanmasının yolu açılabilir; fakat Fransızlar bununla ne kadar ilgilenir orası belli değil.
İkinci tur, ikinci tercihin ya da istenmeyenin belirlendiği aşama. Bu noktada iki partinin seçmen kitlesi hedef değil, diğer partilere oy verenlerle kararsızlar belirleyici. Bu durumda Bayrou ve Le Pen kilit önemde. Le Pen taraftarlarının Sarkozy'yi desteklemesi, parti politikasında bir değişim yaratmasa da Bayrou'nun desteği zaten görüş ayrılığı yaratmaya eğilimli sosyalistler için sorun çıkarabilir. O zaman da Sarkozy'nin Elysee Sarayı'na yerleşmesinin önünde engel kalmaz. Fransızların, Sarkozy'nin değişimini tercih edecek gibi bir halleri var. "Yeni Fransa rüyası içinde herkes yerini bulacak" sözü tutmuş. Benzetmek gibi olmasın; ama bu da "Amerikan rüyası"nı hatırlatıyor. Sonu benzemesin.