Batı Şeria'daki yerleşim projesi, Filistin çiftlik arazilerine kurulan ve bir barış anlaşması imzalanması halinde sökülecek derme çatma karavanların bir toplamından ibaret değildir.
17 milyar dolara mal olan ve yarım milyondan fazla İsrailliyi barındıran bu girişim, muazzam bir sömürgeci ve gayrimenkul girişimi oldu. Bu, yollar, evler ve fabrikalarla, Filistin'in en önemli coğrafi ve zirai topraklarının bir kısmında 12 milyon metrekarelik bir alana yayılıyor.
Bu inşaat, 32.000 daire, 23.000 müstakil ev ve ilaveten, İsrailli yerleşimcilerin sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarının giderilmesi için 868 kamu tesisini içeriyor.
Kamu tesisleri (çoğu sadece İsrailli Yahudiler için tahsis edilmiş) listesine basit bir bakış, yerleşim endüstrisindeki geniş kapsamlı gelişim ve yatırımları gösteriyor: 321 spor tesisi, 344 anaokulu, 211 okul, 717 sanayi kuruluşu, 187 alışveriş merkezi, 21 kütüphane ve 15 ziyafet salonu. Bu rakamlar, 2010'da Batı Şeria'da bir İsrail araştırmasına dayanır ve Doğu Kudüs buna dahil değildir. Doğu Kudüs'ün dahil edilmesiyle bu rakamlar çok daha artar.
Batı Şeria'da yaşayanlar olarak çoğumuz (belki de hazmedilmesi çok zor olan) İsrail'in uzun süren işgalinin çok fazla kök salmış olduğu gerçeğine şahitlik ediyoruz. Daha kötüsü, henüz bütünlüğü sağlanmamış toprak, yaşayabilir bir Filistin devleti kurmak için çok fazla dağınık ve yayılmış vaziyettedir.
Bazı uluslararası aktörler de bu gerçeği kabul ederler. 1967 senesinden beri işgal altında olan Filistin topraklarındaki insan haklarının durumu konusunda özel raportör olan Richard Falk, Ağustos 2010'daki raporunda şöyle yazdı:
"40 yıldan daha uzun bir süre geçmesinden sonra, İsrail'in Filistin topaklarındaki işgalinin geçici olmaktan çıktığı hükmüne varmak ve işgalin daimi hale geldiğini kabul etmek münasiptir."
Mevcut Filistin yönetimi de bu iyice yerleşmiş realiteyi kabul etmiş görünüyor. Buna karşı koymak yerine Filistin yönetiminin çözümü, Batı Şeria'da hayati ehemmiyetteki geniş arazilerde egemenliği hukuken tartışılır "arazi takasları"na terk etmek oldu.
Herkes bu kadar çabuk vazgeçmiyor. Çoğu siyasi ve akademik aktörle sivil toplum aktörleri, hakim durumdaki iki devletli yapıya ve sonsuza kadar sözde barış sürecine bağlı kalma stratejisine meydan okuyor, diğer siyasi paradigmaları tetkik ediyor.
Bununla birlikte, hukuk cephesinde bu hesabı tutturmak yavaş ilerliyor. Filistin yönetimindeki bazı yöneticilerin yanı sıra uluslararası hukuk avukatları, örgütler ve kurumlar İsrail'in sömürgeleştirme faaliyetlerine dikkatle bakmak, Filistin haklarını savunmak ve asla bitmeyecek gibi görünen barış sürecini desteklemek için işgal hukuku paradigmasına halen kuvvetle bel bağlamış vaziyetteler.
Uluslararası hukuk fazla mesai yapıyor
Filistin hareketi, 1948'deki Nakba'dan bu yana siyasi pozisyonları ve hukuki iddialarını desteklemek için hukuki paradigmalara güvendi. Filistin'in siyasi iddiasına hukuki meşruiyet sağladığı için, 'destekleyici aktör' rolünde hukuki paradigma önemlidir.
Ek olarak bu, Filistin haklarının yerine getirilmesinde başarısız olunması veya bunun ihlal edilmesi durumlarında İsrail ve diğerlerini mesul tutacak, uluslararası bazda kabul ediIebilir bir çerçeve sunar. Mesela, 1950'lerin başlarında Arap ülkeleri, sadece BM Genel Kurulu'nun 194 sayılı kararı ışığında değil, aynı zamanda İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin uygulanması çerçevesinde tüm Filistinli mültecilerin geri dönüşünü talep ettiler.
Arap ülkelerinin heyetleri, mültecilerin vatanlarına dönüşleri hususuna gelince, mültecilerin geri dönüşlerinde hiçbir sınırlama olamayacağında ısrarlarını sürdürdüler. Kendi teklifini yapmada Komisyon, sadece Genel Kurul'un mültecilerin geri dönüşlerine sınır koymayan 194 sayılı kararının 11. Paragrafına karşı gelmekle kalmadı, aynı zamanda aleni adaletsizliği tasdik etti ve İnsan Hakları Beyannamesi tarafından doğrulanan hakka itibar etmedi. İsrail mültecilerin dönüşüne müsaade etmediği sürece Orta Doğu'da barış olamaz.
1964 FKT tüzüğünde self determinasyon hakkı konusundaki hukuki paradigma, BM Taksim Planı'nı reddetmek için FKT'nin mevcudiyetinin temelini teşkil etti:
"17. Madde: 1947'de meydana gelen Filistin'in taksimi ve İsrail'in kurulması gayrimeşru ve geçersizdir, zira bunlar Filistin halkının iradesine aykırıdır ve en başta self determinasyon hakkı olmak üzere Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nde belirtilen temel ilkelerin ihlal edilmesiyle yapılmıştır."
Paradigmanın daralması
BM Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) 242 sayılı kararı, "Filistin'i" etkili bir şekilde 1967 askeri işgal kısımlarına indirgedi ve Filistinlilerin işgal edilen toprakların dışındaki haklarının çoğunu marjinalleştirdi.
FKT 1980'lerin sonlarında BMGK 242'yi kabul etmeye başladığı zaman, tüm Filistinliler olmasa da Filistinlilerin çoğunu kapsayan daha geniş hukuki paradigmaların yerini de çok daha dar Uluslararası İnsani Açıdan İşgal Hukuku ("IHL") paradigması aldı. Bu ayrılık 1990'lardaki Oslo Süreci'nde derinleşti ve Filistin'in 2012'de üye olmayan Gözlemci Devlet olarak son kabulüyle daha da etkilendi.
IHL işgal hukuku paradigması, 1907 Lahey Karada Savaş Kuralları ve Hukuka Uyulması Sözleşmesi'nin Ek'ine ve 1949 Dördüncü Cenevre Sözleşmesi ve bunun ek protokolüne dayalıdır.
Bu kanunlar, düşmanlıklar ve askeri işgaller sırasında sivillerin korunması için tasarlanmıştır. Uluslararası hukukta işgal tek başına kanun dışı değildir; IHL işgalcinin yetkileri ve ayrıcalıklarının boyutu ve işgali altındaki sivillerin korunması için işgalcinin sorumlulukları üzerine odaklanır.
İşgalci güce bahşedilen ayrıcalık ve yetkiler, işgalin "geçici" olduğu ve işgalle barış anlaşması arasındaki dönemde "L'ordre et la vie publics"in (kamu düzeni ve güvenliği) kaosa girmemesi gerektiği faraziyesinden dolayıdır.
İşgal hukuku, aynı gerekçeyle işgal sırasında milli egemenlik, self determinasyon ve diğer iktisadi hakların ertelenmesine izin verir: Bu, bir barış anlaşması yapılıp işgalci güç çekilinceye kadar kısa bir dönem için söz konusu olur.
İşgal hukuku, kuralları tatbik edilirse, kısa dönemli bir askeri işgal altında Filistinli sivillerin korunması için faydalı bir vasıta olabilirdi. IHL'nin yerleşimler, ilhaklar, toplulukların bir yerden başka bir yere transferi, geniş çaplı yıkımları yasaklayan ilkeleri, eleştirileri haklı çıkarmada ve İsrail politikalarının tanınmamasında faydalıdır.
Bununla beraber, bugünün realitesi kısa dönemli bir işgal değil, açık bir şekilde kökleşmiş ve muhtemelen kanunsuz bir şeydir.
İşgal hukukunda işkence ve cinayet gibi belli bazı ciddi ihlallerin ilacı varken uzun süren işgal ve kanun dışı sömürgeleştirmeye hitap edecek net bir ilaç yoktur.
Lahey Düzenlemeleri ya da Cenevre Sözleşmesi'nde işgali sona erdirecek ya da İsrail'in uzun süren işgalinin kanunsuz olduğunu ilan edecek hiçbir mekanizma yoktur.
İşgal hukuku paradigması işgali sona erdirecek bir barış anlaşmasına bağlıdır. Barış anlaşması işgali sona erdiremediği zaman, Filistin meselesinde olduğu gibi, bu hukuk eşit ve alternatif bir ferahlık sağlamaz.
'Geçici işgal' ifadesi etkili bir şekilde sürekli olarak yürürlükte kalıyor. Self determinasyon ve milli egemenlik sadece geçici olarak ertelenmiyor, giderek artan bir şekilde engelleniyor.
Filistin meselesinde uygulandığı üzere işgal hukuku paradigması, bir barış sürecine sahip olunması gereğini onaylar. Filistin yönetimi ve uluslararası toplumda bu paradigmayı destekleyenler, bu barış anlaşmasının işgali kanun dışı ve sona erebilir hale getirmesi görülünceye kadar Filistin'in diğer destekçilerini (süresiz olarak) beklemeye zorluyorlar.
Filistinlilerin haklarının ilerlemesinden endişe eden hukukçular, onların niçin beklemeleri ve işgali kanun dışı yapabilecek ve böylece İsrail'in işgal altındaki topraklardaki her hareketini kanunsuz kılacak başka hukuki paradigmalar ve çözümler varken niçin bu IHL paradigmasına bel bağlamaları gerektiğini sorgulamalılar.
İşgal hukuku sonu gelmez barış sürecini onaylıyor
IHL'nin, hukukçular tarafından İsrail eylemlerini düzenlemek ve Filistinlilerin haklarını geliştirmek için etkinliğinin sorgulanmasına yol açması gereken başka zaafları da var. En önemlisi, Sözleşme'nin ihlal edilmesi için bazı cebri mekanizmalar içerirken Devlet Partilerinin bunları kullanmak ve işgal altındaki topraklarda IHL'yi zorlamak için gerçekte hiç siyasi irade göstermemiş olmasıdır.
Aksine, IHL'nin zorlanması rutin olarak uluslararası toplum tarafından "barış sürecine" zarar verir tarzda sunulur ve Filistin yönetimi de genelde bu pozisyonu satın alır.
Bunun canlı bir örneği Haziran 1999'da Dördüncü Cenevre Sözleşmesi'ne Devlet Partileri için İsrail'in işgal altındaki topraklardaki ihlalleri hakkında ilk toplantı yapıldığı zaman meydana geldi. Bu toplantının yapılabilmesi yıllar sürmüştü.
FKT üzerindeki siyasi baskı, onları 15 dakika sonra toplantının yapılmasına itirazda bulunmamayı kabul etmeye yöneltti. Daha sonra konferanstan yapılan açıklamada, "Orta Doğu'da bir bütün olarak gelişen ortam göz önüne alınarak" toplantının ertelendiği ifade edildi ki bu da İsrail'de Binyamin Netanyahu'nun Likud partisinin yerine Ehud Barak'ın İşçi partisinin seçilmesiydi.
İronik olarak, yerleşimlerde büyük genişleme ile bir sene sonra İkinci İntifada patlak verdiği zaman sivil yerleşim yerlerinin bombalanması ve havadan suikast saldırıları da dahil IHL'nin müteakip şiddetli ihlallerinin çoğu Ehud Barak liderliğinde meydana geldi.
IHL'deki eksiklik, İsrail'e sonsuz hükmetme yetkisi ve ayrıcalık iddia etme (ve İsrail mahkemelerine meşrulaşma) zemini sağladı. İsrail bunları yerleşimlerini genişletmek ve Filistin siyasi ve iktisadi gelişmesini sınırlandırmak için kullandı. Bunun örnekleri şunlardır: İsrail'in Doğu Kudüs'te C Bölgesi'nde devam etmekte olan inşa ve planlama kontrolü, onun Duvar ve yerleşim yolları inşa etmek üzere geniş çaplı toprak elde etmek için sürekli askeri gasplar yapması ve ocaklardan yıllık 17 milyon ton Filistin taşını çıkarması.
Filistin meselesini öncelikle uluslararası insani hukuk meselesi olarak çerçevelemek, işgal altındaki topraklarda dünya çapında vergi mükelleflerinin paralarından yüz milyonlarca dolarlık uluslararası insani yardım endüstrisini haklı çıkarmaya da yardımcı olur.
İnsani yardım endüstrisi sadece 2013'te bağışçılardan, 157 insani yardım projesi için 400 milyon dolar talep etti. Bu projelerin sadece 17'si yerel STK'lardan, kalan 140'ı uluslararası STK'lar ve BM örgütleri tarafından yapılıyordu. Sadece bu yardımları organize etmek ve desteklemek için BM örgütleri tarafından 20 milyon dolar talep edildi.
Uluslararası yardımların diğer türlerinin aksine, insani yardımların Filistin için uzun vadede hiçbir gerçek faydası yoktur. Zira yardımlar temelde zahirdeki insani krizin belirtilerini alevlendirme maksatlıdır ve meselenin köküne, bu durumda İsrail'in sömürgeleştirme girişimine hitap etmez.
Uluslararası bağışçı devletler, bu "geçici çözüm" yardımlarına kaynak sağlamayı durumun daha da kötüleşmesini önlemek için yaptıklarını ifade ederler. Daha fazla zaman geçtikçe ve uluslararası bağışçı devletler İsrail işgaline son vermeyi başaramadığı sürece bu yardımlar, bunların meselenin kökenini halletmedeki siyasi iktidarsızlıklarının tazminatı olarak hizmet eder.
İşgal hukukunun ötesine gitmek
Tarihi Filistin tamamen parçalanmış vaziyetteyken, onun hukuki paradigması da aynı durumdadır. Siyasi ve hukuki dikkat, barış anlaşması olmaksızın Batı Şeria'da İsrail işgalinin sona erdiremeyecek IHL paradigmasına daraldı.
Gereken, ilgili IHL ilkeleri ve takviye mekanizmalarını daha kapsamlı ve ilgili hukuki paradigmayla birleştirmektir.
Böyle bir paradigma sömürgecilik ve Irk Ayrımcılığı Sözleşmesi'ne karşı uluslararası ilkeleri de içerebilir. İsrail'in eylemlerine uygulandığında, bu paradigmaların ikisi de işgalin "kanun dışılaştırılmasını" ilerletebilir ve bir barış anlaşmasına varılamadan bile onun sona erdirilmesi talebini haklı çıkarır.
Dahil edilecek diğer bir paradigma da self determinasyon hakkıdır. Bu hak, tüm insanların "siyasi statülerini özgürce belirlemeleri ve özgürce kendi ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerinin peşinden gitmeleri" olarak tarif edilir.
"Özgürce belirler" ifadesi, Filistinlilerin görüşüp, tartışıp kendi temsilcileri de dahil, siyasi statülerini seçmelerindeki tüm fiziksel ve bürokratik engellerin ortadan kaldırılmasını içermelidir.
Dünya çapında tüm Filistinliler için self determinasyon hakkı, tüm Filistinlilerin birleşmesini teşvik eden bir paradigmadır. Uluslararası hukukta self determinasyon hakkı vazgeçilmez bir haktır. Bu, en başta gelen insan hakkı olarak değerlendirilir –diğer insan haklarının tümünden faydalanmak için bir ön şart.
İstişari Görüş ileriye taşınacak tek taktiktir. Bu ilkelerin bazılarının tatbikinin, tamamen uluslararası tarafların iyi niyetlerine bağlı olmaması gereklidir. Uluslararası sivil toplum ve Filistinlilerin kendileri bu paradigmaları mevcut IHL söylemine meydan okumak, kendi liderlerine daha geniş paradigmalar benimsetmek, paradigma değişikliğini teşvik edecek eylemler gerçekleştirmek için kullanabilirler.
Bir Zeit Üniversitesi'nde bu konuları ele alacak bir uluslararası hukuk konferansı yapılacak. "Hukuk ve Politika: Filistin İçin Uluslararası Hukuk Seçenek ve Stratejileri" başlıklı konferans Birzeit Hukuk Enstitüsü, Kudüs'te Filistinlilerin Hakları İçin Yurttaş Koalisyonu ve Filistin'in Bağımsızlığı Projesi tarafından organize ediliyor. Konferansın gayesi şunlardır:
"...teorik ve pratik perspektiften uluslararası hukukun seçenek ve stratejilerini tartışmaları için Filistinlilere yer açmak. Konferans mevcut egemen uluslararası insani hukuk paradigması ve bunun erdemleri, sınırları ve muhtemel alternatiflerini inceleyecek. Filistin'in Birleşmiş Milletler'e üye olmayan gözlemci devlet olarak son kabulünün arka planına karşı, ciddi şekilde egemen paradigmanın Filistin halkı üzerindeki etkileri ve rolünü tetkik edecek, İsrail'in uzun süren işgalinin tahliline uygun alternatif paradigmaları inceleyecek ve Filistin halkının insan haklarına saygı tesis edecek pratik, hukuki ve siyasi stratejileri, özellikle de self determinasyon hakkı ve tazminat ile İsrail ve Üçüncü tarafların uluslararası yükümlülüklerini tartışacak."
İşgal altındaki Filistin topraklarındaki insan haklarının durumuyla ilgili şimdiki ve eski BM özel raportörleri -sırasıyla Richard Falk ve John Dugard- de konferansa katılacak ve belge sunacaklar. Bu konferansta Filistin hukuki paradigmasının Filistin için daha kapsamlı, alakalı ve etkili bir hukuki stratejiye dönüşmesinin ilk adımlarının atılması bekleniyor.
Kaynak: Ahram Online
Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas