Suudi Prensi'nin, İsrail'in daha iki gün önce Şam'ı rejim değişikliğiyle tehdit etmesine rağmen Ayalon'la el sıkışmasına şaşırmadık. Faysal, Riyad'ın İsrail'le ilişkileri aşamalı olarak doğallaştırma politikasını uyguluyordu.

Münih Güvenlik Konferansı’nda Suudi Prensi Türki El Faysal’la İsrail Dışişleri Bakanı Yardımcısı Danny Ayalon arasında gerçekleşen ‘tarihi tokalaşma’, özellikle de Faysal’ın tokalaşmanın ilişkilerin doğallaşması veya İsrail’in tanınması anlamına gelmediğini, sadece İsrail ‘safsatalarını’ düzeltmeyi amaçladığını söylemesinin ardından görülmemiş bir tartışma yarattı.

Hikâye, organizatörlerin iki ayrı panel düzenleme kararı almasıyla başladı. Birine Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Faysal ve Mısır Dışişleri Bakanlığı adına Hasan Zeki katılırken, ikinci panelde Ayalon, Amerikalı senatör Joseph Lieberman ve bir Rus katılımcı yer aldı. Ayalon panellerin ayrılmasının, İsrail’in ilişkilerin doğallaşmasına ve barışa karşı çıkan politikaları nedeniyle Suudi prensi tarafından talep edildiğini düşünürken, Faysal kendisinin böyle bir talepte bulunmadığını ve Suudi Arabistan’ın barışa değil, İsrail’in yerleşimci politikalarına karşı olduğunu belirtti. Sözlerinin doğruluğunu da kendisine doğru gelen İsrail dışişleri bakan yardımcısıyla tokalaşarak teyit etti. [Faysal sonradan yaptığı açıklamada, Ayalon’un Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçisi Oğuz Çelikkol’a yönelik davranışı nedeniyle panellerin ayrılmasını kendisinin talep ettiğini belirtti.]

Suudi prensinin ikinci oturumda dinleyiciler arasında yerini alması, aslında tokalaşmaya ve İsrailli yetkiliyle konuşmaya niyetli olduğunun göstergesi. Davutoğlu’ysa, Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın İsrail’in Gazze’deki katliamları hakkındaki açıklamalarını eleştirmek için Türkiye’nin elçisini aşağılayan Ayalon’u protesto ederek panelde bulunmamayı tercih etmişti. Faysal ayrıca Ayalon’un, Riyad’ın Filistin Yönetimi’ne tek kuruş vermediğini belirterek hakaret etmesinden dolayı özür dilediğini belirtti, ancak Ayalon böyle bir özür dilediğini yalanladı. Faysal’ın kendisinin ve hükümetinin bu tür utanç verici adımları niçin attığını bilemiyoruz. Dahası Mescidi Aksa’yı işgal eden, Arap ve Müslümanlara karşı savaş suçları işleyen ve daha iki gün önce Suriye’yi rejim değişikliğiyle tehdit eden aşırılıkçı İsrail hükümetinin bir yetkilisiyle tokalaşmasına anlam veremiyoruz.

İran karşıtı Arap-İsrail ittifakını akla getirdi
Bir başka yorum daha var. Buna göre, Suudi prensi ülkesinin aşamalı olarak benimsediği resmi politikayı temsil ediyor. Bu siyaset İsrail’le ilişkilerin yeşertilmesini ve diplomatik kanalların açılmasını öngörüyor. Zira Faysal Kahire, Londra, Münih ve diğer Avrupa kentlerinde yapılan panellerde ‘İsrailli yetkililerle bir araya gelme uzmanı’ oldu. Bu bağlamda bazıları Faysal’ın şu an hiçbir resmi görevi bulunmadığına dikkat çekebilir. Bu doğru, ancak Suudi Arabistan’ın eski istihbarat başkanı ve ABD büyükelçisi olan Faysal, kraliyet ailesinin önde gelen üyelerinden biri olduğu gibi Kral Abdullah’ın en yakın danışmanlardan sayılır ve kendisine belirli aralıklarla özel görevler verilir.

El Ezher Üniversitesi’nin Rektörü Şeyh Tantavi’nin yaklaşık bir yıl önce dinler arası diyalog toplantısında İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’le el sıkışması ve bu gibi görüşmeler, İran’la mücadeleye hazırlık yapılmasını amaçlayan bir Arap-İsrail koalisyonundan dem vuran bazı teorilere doğruluk payı verebilir. Bu koalisyon İran’ı boğacak bir ekonomik abluka dayatılmasıyla veya altyapısını ve nükleer programını yerle bir etmek için doğrudan savaşla kurulacak. (Londra’da Arapça yayımlanan Kuds ül Arabi gazetesi, başyazı, 8 Şubat 2010)

Kaynak: Radikal