Cihan Aktaş

Geçtiğimiz günlerde İstanbul Üniversitesi’nde başörtülü bir öğrenci saldırıya uğradı. Hande A. İsimli başörtülü öğrenci, üslubu Almanyalı ırkçı bankacı ve siyaset adamı Sarrazin’i aratmayan saldırgan tarafından tartaklanırken başörtüsü açıldı. Saldırgan kişinin başörtülü öğrencilere şöyle bağırdığını okudum Gülsüm Kavuncu’nun konuya ilişkin yazısında: “Sizi bu ülkede istemiyoruz, burası bizim ülkemiz, kahrolsun şeriat, defolun bu ülkeden, başörtülerinizi görmek istemiyoruz.”

Başörtülülere yönelik yeni nefret dalgası, onları mazlumiyet zeminini aşan bir yerlerde kabullenme zorluğuyla yükseliyor gibi geliyor bana. Başörtülü kadınları eşit bir vatandaş olarak tanımama inadı, bir açıklama kapasitesinden yoksunluk nedeniyle de saldırganlığa dönüşüyor. Eskiden, Osmanlı pozitivistlerinden miras kalan, Celal Nuriler’den, Abdullah Cevdetler’den  intikal etmiş açıklamalar vardı. Başörtüsü cahil bıraktırır, kadının ikincil sınıf varlığını yansıtır, memleketi “medeni dünya”ya rezil ederdi. Şimdi başörtülü kızlar tahsil görmek maksadıyla uzak diyarlara sefere çıkıyorlar. İçlerinden bazıları yasak kapıları zorlamaktan vazgeçiyor, alternatif kamulara yöneliyor.

Yeni bir tanımlama çabasının yolu kendi konumuna eleştirel bir gözle bakmaktan geçiyor. Gelgelelim analitik düşünceyi göklere çıkartan pozitivist laikler, özeleştiriye ne alışkınlar ne de yatkın. Başörtülü her zaman bir mazlumiyet zemininde bulunmalı şeklinde bir kanı var ki sebepleri muhtelif. Başörtüsünün mazlumiyeti, bir taraftan Batılı üst kimlik adına bastırılan derin varlığın göze görünmezliğini işaret ediyor. Başörtüsünü yasaklamak suretiyle engellenen genç kız, bir kesim için de kendi ihtiyaç duyduğu ebedi mazlumluk halinin simgesi olarak kalmalıydı. Bu nedenle başörtüsü yasağının sürüp gitmesinden yana olan “dindarlar“ da görülmemiş değil. Daha açık bir ifadeyle, dindar bir kesim açısından da yasak bariyerlerini aşarak ilerleyen, böylelikle bildik mazlum görüntülerinin ötesine taşan başörtülü kız, sonsuzca bir eziklik haliyle bağdaşmayacağı için, olumsuzlanmakta.

Yasaklar nedeniyle engellenmiş, bu nedenle mutsuz olmuş ya da kendini bir yas iklimine kapatmış genç kızların varlığını yalanlayan bir anlamı yok, yasağa teslim olmayan başörtülü kızların. Mazlum başörtülü figürünün ötesine geçmek de elbet cip metaforu üzerinden konuşulan başörtülü olmak değil. Yasak sürdüğü halde başörtülülerin mağduriyeti niye göze görünmemeye başladı da cipli başörtülü figürü bu kadar öne çıktı, bu soru üzerine düşünüyorum.

Hükümete kızan, onunla ilişkilendir sembollere yöneltiyor öfkesini; daha önce de yazmıştım bunu. Bir okurun, Gökhan Ç.’nin başörtülülerle ilgili olarak gönderdiği mesajın bir kısmını (olduğu gibi) yayınlıyorum: « …yasak doğru veya yanlış ama sonuçta yasak buna karşı çıkan başörtüsü için okula gitmeyen başörtüsünü çıkartmak istemeyip eylem yapan insan hakları mahkemesine başvuran insanlar cüzdanlarında en az iki tane kredi kartı taşıyorlar şimdi başörtüsünü dini için çıkartmıyorsa tamam anlarım ama bunu yapıp sonra dinin yasaklarını kendi işine gelecek şekilde ayarlayıp ona göre davrarnıyorlar üniversitenin önünde eylem yapıyorlar yabancı ülkelerden kameralar geliyor çekiyor o kızlar din için başörtüsü çıkartmıyorlar ama hepsi faiz para kullanıp makyaj yapıyor dedikodu yapıyor onlar günah değil başörtüsü çıkartmak mı günah işte bu yüzden insanlar dinden soğudu ben kapalı birini görünce tedirgin oluyorum çünkü o kadının aklında elli tane tilki varmış gibi geliyor o kadın aslında din için değil kendi çıkarları için kapanıyor Türkiye’deki çoğu insan da din için değil çıkarları dine alet ettiği için kapanıyor. »

Olumsuz ve karikatürize örneklerin medyada öne çıkartılması ki ben bu işlemi 28 Şubat’tan bu yana «başörtülülerin fadimeşahinleştirilmesi» olarak anlıyorum, başörtüsü nüfusun tamamının olumsuz  örnekler üzerinden yargılanarak hesaptan düşürülmek istenmesi gibi bir sonuç ortaya koyuyor.
Popüler tartışma zeminlerinde cipli siteli tripleks villalı bir tekebbür havası, hakiki gelişmeleri, değerli ifadeleri ve katılımları görememenin bahanesi oluyor.  Müslümanların mazlum göründüğü sahnelerdeki  başörtüsünün yaydığı anlamlar değil, iktidar alanı içindeki başörtülü sahneler dikkat çekiyor. Ne de olmasa başörtüsü çok uzun zamandan bu yana  «ezilmeye müstahak»  Ayşeler’in, Fatımalar’ın sembolü kılınmıştır.

Başörtülü mazlum (mustazaf) kadını « Fatıma » isminde sabitleştiren bakışı Fanon Cezayir Bağımsızlık Savaşının Anatomisi’nde anlatıyordu: Sömürgeci Fransızların gözlerinde bütün Müslüman kadınlar, tesettürlü kadınlar, nüfus kağıdındaki isimleri ne olursa olsun, öncelikle ‘Fatıma’ydı.

Ne Ali Şeriati’nin Fatıma Fatıma’dır’da anlattığı, peygamber kızı olarak Müslüman kadınlar için örnek bir hayat modeli ortaya koymuş olan Fatıma’sıdır sözü edilen; ne Fatma K. Barbarosoğlu’nun Fatma Aliye isimli romanında konu ettiği, büyük zorluklar içinde yazarak kendi sesinin ifadesini oluşturmaya çalıştığı halde dönemsel sebeplerle bir unutuluşa terkedilen Müslüman yazar, ne de akademisyen Firdevs Canbaz’ın, Müslüman kadın yazarların kimliğini irdelemede önemli bir referans olarak ele aldığı, köklü bir kaygısı (veya derdi) olan münevver…

80’lerin ikinci yarısındaki merkez diye tabir edilen medyanın manşetlerinde de tesettürlü öğrenciler «kara fatmalar» olarak karanlık merkez ve sebeplere yorularak çirkinleştiriliyorlardı.
Fatih Kutan bana bir konuşmamız sırasında Fanon’u hatırlatarak, Ebubekir Kurban’ın  Vadi Kitabevi’nde gerçekleşen Mavi Marmara sohbeti sırasında, «Yanlış hatırlamıyorsam, kadınlardan sadece siyah giyimli olanlara kelepçe taktılar» dediğini aktardı. Cezayir’de kimi çarşaflı kadınlar bir yerden sonra bu giyimin ve adlandırmanın bir tür kendini açık etme hali yaratmasıyla çarşaflarını çıkartırlar. «Fransız sömürgeciliğinin Cezayirli kadınlara bakış açısı İsrail zihninde boy veriyor diye düşündüm. Haksız mıyım ?» diye soruyor Fatih.

Niye haksız olsun ? Siyonizm  farklıkları çirkinleştirme,  küçültmeye çalışma yoluyla kendine meşruiyet arayan Batı ırkçılığının bir türü değil mi ?  

Başörtüsünü çirkinleştiren bakış dün bu işlemini onu kapıcıların, hademelerin başörtüsüyle de ilişkilendirerek, sınıfçı bir yaklaşımla gerçekleştirmeye çalışıyordu. Şimdilerde ise aynı bakışın. derin okumalara gerek duyulmayan fotoğrafların yardımıyla  onu kıymetten düşürten, sebebi muhtelif öfkelerin hedefi kılan bir yozlaşma göstergesi olarak malzeme edindiği görülüyor.

Başörtüsü bu şekilde malzeme kılınmayı bir parça da olsa hakediyor mu peki… Nasip olursa bu konuya gelecek haftalarda dönmek istiyorum.