"Avrupa'nın mensubu olan bir Türkiye! Ne tuhaf bir fikir. [Saçma olduğunu anlamak için] haritaya bakmak bile yeterli!" 
 
En önemlisi Cumhurbaşkanımız Nicolas Sarkozy olmak üzere, sağduyuya seslendiği iddiasındaki bu formülle Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girişi hakkındaki tartışma bir daha hiçbir zaman açılmamak üzere kapatılmak isteniyor.

Ve işte, 10 yıldan bu yana Avrupa Birliği adayı olan, 1963'ten bu yana Avrupa'nın bir parçası olma niyetini defalarca ifade eden, Asya'nın derinliklerine atılmak, Rusya ile birlikte değerlendirilerek geniş bir ekonomik ve güvenlik alanında basit bir ortak statüsünde değerlendirilmek istenen Türkiye. Pratik olduğundan, düşünmekten kaçınmak için başvurulan basit sağduyu! Doğu sınırı Irak'a uzanan bir ülkeyi Avrupa'yla bütünleştirmek mi? Böylesine aptalca bir planı uygulamaya çalışmak için Barack Obama gibi cahil bir Amerikalı olmak lazım...

Şüphesiz Türkiye'nin Avrupa'da olması seçimini kesin bir şekilde paylaştı diye ABD Başkanı'na kredi açmak mümkün değil. Yine de, bağımsızlık bahanesinin ardına sığınarak kabarmak, Türkiye'yi Asya steplerinin derinliklerine doğru itmek gerekir mi? Bakışın, "saf" bir Avrupa ile tümüyle buna yabancı Asya'yı birbirinden ayıran kesin bir ayırıcı nokta varmışçasına, sanki İstanbul Boğazı üzerinde iki yakayı birleştiren köprüler yokmuşçasına, miyoplaşmaya gerek var mı?

Biraz gözlerimizi açmaya zorlayalım kendimizi ve akıldışı korkularla birlikte giden rasyonel felsefeyi bir basitleştirmeye indirgeyen bazı önyargılarla hesaplaşalım: Türkler uzaklardan gelen yabancı işgalcilerdir. Doğru. Türkler uzaklardan geldiler. Tıpkı atalarımız olan Keltler ya da onlardan sonra Avrupa'ya gelen ve AB üyesi olan Macaristan'a yerleşen Macarlar gibi. İkinci önyargı: Türkiye'nin büyük bölümü coğrafi olarak Avrupa'da yer almamaktadır. Doğrudur. Tıpkı Avrupa'dan çok Afrika'ya yakın olan Malta gibi. Malta da Avrupa Birliği üye ülkeleri arasında yer almaktadır.

Üçüncü önyargı: Türkiye kültürel olarak Avrupa'ya yabancıdır. Burada duralım. İlyada ve Odisea destanının ana mekânı olan Truva harabeleri nerededir? Türkiye'de. En eski kiliseler içinde en iyi korunmuş olanları nerededir? Kapadokya'da, yani Türkiye'de. Roma İmparatoru Valens, Cermen kabileleri karşısında kesin zaferini nerede kazanmıştır? Andrinople'da, bugünkü adıyla Edirne'de, Türkiye'de bulunan, bir başka AB üyesi olan, Romanya ve Yunanistan gibi Osmanlı İmparatorluğu'nun eski topraklarında kurulmuş olan Bulgaristan sınırındaki kentte.

AVRUPA HÂLÂ VİYANA KUŞATMASINDA MI KALDI?

O halde gerçekleri ifade etme cesareti gösterelim son, önyargıyı da ele alalım: Türkiye'de Müslüman çoğunluğu var. Ve İslam her haliyle Hıristiyan Avrupa'ya son derece yabancıdır. Yalnız... Yalnız, sadece Fransa örneğine bile bakacak olsak, yurttaşlarımızın % 8'inin az ya da çok İslam geleneğine bağlı olduğunu göreceğiz. Medeniyetler çatışması taraftarları ise Türkiye'yi dışlamak için işte bir neden daha, kurdu ağıla sokmayalım diyecekler! Peki ya gerçek tam da söylediklerinin tersi ise?

Türkiye, Müslüman çoğunluğa sahip ülkeler içinde tek laik ülke, dışlanmak yerine desteklenmesi gereken bir karşıt örnek, İslam'ın, içinde yitip gitmek değil ama büyük gurur duyduğumuz laiklik ilkesi ile yaşama kapasitesinin örneği değil midir? Biz Avrupalılar olarak toleranslı mı olacağız? Yoksa tam aksine kurşun ayaklı devler misali, 1529'daki ilk ve 1983'teki İkinci Viyana Kuşatması zamanlarında olduğu gibi, kendimizi saplantılı bir içe kapanışa mı mahkum edeceğiz?

İşte Türkiye'nin AB'ye girmesine reddin önümüze koyduğu sorun budur. Bu Türkiye hakkında, (bazıları kurucular arasında da yer alan birtakım AB üyesi ülke gibi) her zaman örnek bir ülke olmadı ama on yıllardan bu yana Batı'nın dayandığı istikrarlı ve etkili, siyasetten kültüre birçok alanda zaten Avrupa örgütleriyle bütünleşmiş (1949'dan bu yana Avrupa Konseyi üyesi) ve nihayet gitgide daha etkin bir şekilde Batı ile Doğu arasında bir köprü ya da Yakın Doğu trajedisinin barış aracısı olan bir müttefiktir. Bu bizim, Avrupalılar özellikle de Fransızların hakkında bir sorudur, safça bir iyi niyetle Avrupa Birliği'nin kapısını her çalanı içeri alma durumu değil ama dinamik ve çoğulcu bir Avrupa vizyonuna sahip olma sorunudur. Türkiye'yi Avrupa'nın kenarında bırakmak, çeşitli bahanelerle oyalayarak aşağılamak bir hata değildir. Bir kabahat olacaktır. Çünkü bizim –kuşkusuz gelişim göstermesi ve Avrupa Birliği tarafından belirlenmiş üyelik kriterlerine uymak kaydıyla- Avrupa'nın içinde bir Türkiye'ye ihtiyacımız var.

(*) Eski Fransız Sosyalist Partisi milletvekili, eski Avrupa işlerinden sorumlu bakan (1997-2002)

Le Monde 1 Hazİran 2009
 
Kaynak: Zaman