Adınız Ayşegül İlhan olsun. Düzceli bir ailenin evladı.
Düzce Anadolu İmam hatip Lisesi'ni 5'lik derece ile bitirin.
Üniversite sınavında toplamda ancak 15 yanlışınız çıksın ve Türkiye'de istediğiniz her üniversiteye girebilecek bir puan alın.
Bu hikayenin sonrası nasıl gelir, hep bilirsiniz.
İmam Hatiplisiniz, katsayı tırpanı sebebiyle İlahiyat dışındaki bütün dallarda puanınız budanır, ve ufkunuz kararır.
Buna bir de başörtülü olmak ve onun getirdiği YÖK boğuculuğu eklenirse, öz yurdunuzda kuşatılmışlığın bütün ıstırabını yaşarsınız.
Ayşegül İlhan ne yapmış?
Bir dernek, Önder, İmam Hatip Okulu Mezunları ve Mensupları Derneği, onun Avusturya'daki uzantısı Wonder, elinden tutmuş.
Viyana'nın kapısını aralamış.
Ayşegül Viyana'ya uçmuş. Tıp Fakültesi'ne kaydolmuş.
6 yıllık bir eğitim bu. Bir çok insan, 6 yılda bile bitirmekte zorlanıyor.
Ama Ayşegül 4.5 yılda tamamlamış lisans eğitimini... Almanca eğitim, Ayşegül bir Türk ve 6 yılın dört buçuk yıla sığdırılması...
Durun daha bitmedi:
Ayşegül'ün Türkiye'de yaşayacağı kuşatma sadece İmam Hatipli olmak değildi.
O başörtülü bir öğrenciydi ve YÖK sultası, ona bu hali ile kendi yurdunda okuma imkanını da vermeyecekti.
Peki Avusturya'nın başşehri Viyana Üniversitesinde ne oldu?
Ayşegül başörtüsü ile okudu, okulunu bitirdi ve yapılan törende üniversite rektöründen diplomasını başörtülü olarak aldı.
Ayşegül, bir öğrenci olarak ne İmam Hatipli ne de başörtülü olması sebebiyle bir hak mağduriyetine uğramadı.
Üstelik bir şey daha var.
Ayşegül, bundan sonra yine Viyana'da Nefroloji bölümünde bilimsel asistanlık yapacak. Yani bir tür kamu görevi ifa edecek. Ona hiç kimse Bu bir kamu görevidir, burası laik bir ülkedir, başörtün bir siyasal simgedir, başını açman gerekir demeyecek.
Ayşegül sonra Amerika'ya gitmeyi, orada da bilimsel çalışmalarına devam etmeyi düşünüyor.
Ayşegül, Amerika safhasında da başörtü ve İmam Hatip sorunu yaşamayacağından emin.
Sonra ne yapacak Ayşegül? Gündeminde, Türkiye nereye oturuyor? Şifa isimli bir derneğin de başkanı olan Ayşegül diyor ki bu konuda:
Sonrasında ise ülkeme dönüp, hem Avrupa hem de Amerika'yı tanıyan bir bilim kadını olarak, gerek Türkiye hastanelerinde gerekse Türk akademik çevresinde deneyimlerimi paylaşmak en büyük hayalim.
Evet işte böyle...
Türkiye'de kalsa İmam Hatipli diye, başörtülü diye kanatlarını kesip yok oluşa terk edeceğimiz bir evladımız, uçma imkanı verildiğinde dünya semalarında uçuyor.
Ve yaşadığı bütün boğma operasyonlarına rağmen Türkiye'ye sevdasını kaybetmiyor.
Kısa süre önce Bilkent'te perukla okuyabilen Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün kızına mezuniyet diploması başörtülü verildi diye, kıyamet koptu Türkiye'de...
Kaç Ayşegül boğuldu bu kuşatma içinde...
Kaç Mehmet'in, Ali'nin kanatları yolundu...
Viyana'ya, oraya buraya gidebilen kaç kişi ki...
İzmit'te, Akyazı'da, Ankara Abdi İpekçi Parkı'nda aylardır Başörtüsüne Özgürlük eylemi yapılıyor. Bu, derinden kanayan bir yarının sembolik çığlığı...
Dışişleri Bakanlığı yapabilen bir insanı, eşi başörtülü diye Cumhurbaşkanı seçtirmemek için ne kıyametlerin eşiğinden döndü Türkiye...
Ayşegül ise orada, elde ettiği üstün başarı ile, bizi utandıran, düşündüren, kahreden bir gerçeklik sembolü olarak duruyor.
Utanıyoruz, bizim YÖK'ümüz var. YÖK'ten kaçıp Viyana'da bir üniversitenin özgürlük alanına sığınıyoruz. Vaktiyle başka milletler, başka zulümlerden kaçarak bizim topraklarımıza sığınırmış. Nereden nereye geldik?
Düşünüyoruz, bu işin içinden nasıl çıkılır? Kaç Ayşegül'ü, kaç Mehmet'i, Ali'yi heba ettik? Bu memleketin yetişmiş insana ihtiyacı var ve biz onların yolunu kesmek üzere odaklaşmış bir düzen kurmuşuz. Nasıl kurtulacağız bu fasit daireden?
Kahroluyoruz, bir ceberut yapı içinden çıkamadığımız için... Çok partili hayat, demokrasi, insan hakları, hukuk devleti.... Olmak için çırpınıyoruz, yıllardır olmayı başaramıyoruz.
Ayşegül gelse, bugün uzmanlık yapamayacak.
Ayşegül akademik kariyere kavuşup gelse, bugün başörtüsü ile bilimsel çalışma yapmasına izin verilmeyecek.
Hani bir deyim var:
Ağzı ile kuş tutsa...
Ya da şöyle söyleyelim:
Türkiye'ye Nobel getirecek bir bilimsel çalışmaya imza atsa...
Olmasın denecek... ne başörtüsü, ne İmam hatip, ne Nobel...
Gelin düşünmeyin, utanmayın, ülkeniz adına kahrolmayın...
Seçimlere gidiyoruz. Ülkenin hemen tüm meseleleri gündeme geliyor. Her parti vaad yağmurunda bulunuyor. Ama bu derde temas eden yok. Başörtüsü, meslek lisesi, İmam hatip... Sanki yok.
Sanki dokunulmaz konular...
Sadece işin bu yanı bile, Ayşegül'lerin nasıl kahredici bir gerçeklik içinde yaşadığını göstermiyor mu?
Gün ola harman ola... Allah büyüktür. Ayşegüller işte böyle diyerek yürüyen bir neslin timsalleridir. Onları kutluyoruz. yarınlar da onları kutlayacaktır. Buna bütün kalbimle inanıyorum.
Ertuğrul Özkök'ün anlamak istemediği...
Ertuğrul Özkök, Başbakan'la Kayseri Balıkesir arasında bir seçim gezisine katılmış. Kayseri'ye giderken yollarda başörtülü kadınlar görmüş. Bu kadınlar, AKP'nin Ankara'daki kadınların başındaki türbana benzemiyormuş. Kadınlar boyunlarından itibaren başörtüsünü yumuşatmaya başlamışlar... O tür başörtüsünde uzlaşılırsa başörtüsü sorun olmaktan çıkarmış. (3 temmuz Hürriyet.)
Başlığa Özkök'ün anlamak istemediği ifadesini koydum. Şunun için:
-Ertuğrul Özkök, türbanın bir Doğramacı prodüksiyonu olduğunu bilmesi gerekir. Yani dindar kadınlar, ilk zaman başlarındaki örtüye türban demediler. Başörtüsü idi onun adı. (Bugün de türban değil, başörtüsü derler) Ama ilk YÖK başkanı İhsan Doğramacı, Özal'ın ısrarı üzerine başörtüsü yasağını kaldırma teklifini askerlere götürmek için Türban gibi modern bir isim bulalım. Bu Avrupai formu askerlere anlatmak kolay olur dediği için türban devreye girdi. Ama sonra yasakçılar bir psikolojik savaş numarası çektiler ve Biz halkın kullandığı başörtüsüne bir şey demiyoruz, bizim karşı olduğumuz siyasal simge halindeki türbandır demeye başladılar. O gün bugündür türban başörtüsü ayrımı, bir yasak gerekçesi halinde gündemde tutuluyor. Ama burada açık bir hilekarlık söz konusu. Ve ben, Bunu Özkök bilir, diyorum. Bildiği halde bu hilekarlığı paylaşmasını utanç verici buluyorum.
-Ertuğrul Özkök, bugüne kadar Genç kızlar annelerinin baş bağladığı örtüyle başlarını örtüp okullarına gidebilsinler diye bir tezi asla gündeme getirmedi. Çünkü hileyi ve yasakçıların, hiçbir biçimde başörtüsü türban vs, kullanmaya razı olmayacaklarını biliyor.
-Ertuğrul Özkök, bir bayanın başörtüsü bağlama biçimine standart getirmenin utanç verici bir uygulama olduğunu, bunu ancak sömürge düzenlerinin uygulayacağını bilmez mi? Başörtüsüne standart getirmekle, bir insanın başka giyim tarzına standart getirme arasında bir fark var mı, yoksa neden dindar insanların kılık kıyafeti, laik bir sistem için düzenleme konusu oluyor?
-Ertuğrul Özkök'ün tavrı, Türkiye'deki bir kesim aydının yamulma katsayısını açıkça ortaya koyan bir tavırdır. Her şeyi bal gibi bilen ama gerçeğin ifadesi söz konusu olduğunda, esen rüzgarlardan yana yamulan bir kişilik tipi... Bu aydın tipi de Türkiye'nin temel sorunlarından biridir.