Yıllar önce 21 Mart 2002'de "Kahramanlık ve Hukuk" başlıklı yazıda şunları belirtme ihtiyacı duymuşum:
"Son günlerde eski bir asker, istihbaratçı ve 'özel tim'ci Korkut Eken'in görevini kötüye kullanarak çete oluşturmak ve çıkar sağlamaktan mahkûmiyetinin kesinleşmesi ve ardından hapishaneye gönderilmesi bazı kesimlerde rahatsızlık meydana getirdi. Eken'in cezaevine gidişi onu 'kahraman' olarak görenlerin gövde gösterisine sahne oldu. Daha da önemlisi, bazı emekli generaller ardı ardına açıklamalar yaparak, onun bir kahraman olduğunu ve her şeyi amirlerinin (yani, kendilerinin) bilgisi dahilinde yaptığını kamuya duyurdular. Bununla, aslında, Korkut Eken'in cezalandırılmayı hak etmediğini ima ediyorlardı. Bazı gazeteciler de bir süredir ısrarla benzer bir temayı işleyerek, eğer terörle mücadelede 'kahramanca' görev yapmış olanları mahkûm etmeye devam edersek, yarın bir gün ihtiyaç halinde 'kahramanlık' yapacak kimseyi bulamayacağımızı dile getirmektedirler. İlginç olan bir nokta, çetecilikten mahkûm olmuş söz konusu kişiyi kamu vicdanında aklama amaçlı olduğu anlaşılan kampanyayı yürüten gazetelerden birinin genel yayın yönetmeninin, adeta bu kampanyanın fikri alt yapısını oluşturacak tarzda yazılara bir süredir ağırlık vermiş olmasıdır.
Korkut Eken'i kahraman olarak ilan edenler, onun hukuk dışı ve ceza hukuku anlamında suç teşkil eden eylemlerini bu yargıdan muaf tutmadıklarına göre, anlaşılan o ki, 'Devlet veya Millet adına' veya bunların iyiliğine olduğu düşünülerek yapılan her şeyi, nasıl yapılmış olursa olsun, onaylamakta, meşru görmektedirler. Daha açık bir ifadeyle, söz konusu generaller ve daha da önemlisi bazı gazeteciler 'Devlet' ve 'Millet' gibi 'üstün' değerlerin 'gerektiğinde' hukuk dışı eylemleri bile meşrulaştırdığı kanaatindedirler. Pek tabiidir ki, bu 'gereğin' ne zaman ortaya çıktığına karar verenler de o generallerin mevkiinde veya onlarınkine benzer mevkilerde olanlardır ve ne hikmetse bu 'gerek' oldukça sık ortaya çıkmaktadır. (...)
(H)ukuk dışına çıkan kamu görevlilerini 'devletin veya milletin çıkarları'na atıfla meşrulaştıran yaklaşım hukukun üstünlüğünü siyasi teşkilátlanmanın temel ilkelerinden biri olarak benimsemiş bir toplumda kabul edilemez. Çünkü, bunun kabul edilmesi kamu hayatında "hikmet-i hükümet" felsefesinin egemen olması anlamına gelir. Oysa, bu felsefe bize, devlet idaresinin hukuktan, adaletten ve insan haklarından bağımsız birtakım zorunlulukları olduğunu söyler. Bu 'zorunluluklar' esas itibariyle 'devletin bekası' amacıyla ilişkilidirler; devletin bekası siyasi birliğin başlı başına ve birincil amacı olarak görülür. Bu ise söz konusu amacın 'zorunlu kıldığı' her şeyin her ne pahasına olursa olsun gerçekleştirilmesini buyurur. 'Devletin veya milletin yüce çıkarları', 'devletin güvenliği' (veya, 'ulusal güvenlik'), 'milli birlik ve bütünlük' bu felsefenin söz dağarcığının başlıca elemanlarıdır. (...)
Genellikle unuttuğumuz, ama kanaatimce kamu hayatıyla ilgili en önemli noktalardan biri, demokratik bir hukuk devletinde, kamunun iyiliğini gerçekleştirmenin kamusal usullerinin ve yöntemlerinin bulunduğudur. Bunların dışına çıkıldığı anda, sonucun ne olacağından bağımsız olarak, kamu iyiliği amacından zaten sapılmış demektir. Sonuç olarak, devlet merkezli siyasal felsefenin etkisi yok olmadığı ve bireysel 'kahramanlıklar' hukukun ve meşruluğun yerine ikame edildiği sürece, Türkiye'nin demokratik bir hukuk devleti veya bir 'anayasal demokrasi' olması ham hayaldir." (Dersimiz Özgürlük, İstanbul: Pınar Yayınları, 2003, s. 183-186)
Bundan kısa bir süre önceki başka bir yazım ise şu paragrafla bitiyor: "('Kahramanlık Mukavelesi'nin Birinci Maddesi' başlıklı yazısında) Ertuğrul Özkök dünyanın hiçbir yerinde Türkiye'nin PKK'yla yaptığı türden 'savaşlar'ın sadece düzenli ordularla kazanılmadığını söylüyor. Bu bir anlamda doğrudur, ama Özkök'ün bundan çıkarmaya çalıştığı sonuç yanlış ve tehlikelidir. Doğruluğu şu anlamdadır: Bazı konularda güvenliğin fiilen sağlanması özel bilgi ve beceriler gerektirebilir. Ama bundan, zaruret halinde oluşturulacak bu tür özel birimlerin gizli ve hukuktan muaf olmaları gerektiği sonucu çıkarılamaz. Özel güvenlik güçleri de, genel güvenlik örgütü gibi, 'kanunla tanımlanmış' olması zorunlu görevlerini hukuk çerçevesinde yerine getirmek ve özellikle insan haklarına riayet etmek zorundadırlar. Ayrıca, bunların gerçekte ne yapıp-ettikleri kamunun -ve onun adına başta parlamentonun- sorgusuna her an açık olmalı, hukuksuzluk yapanlar mutlaka yaptırıma uğratılmalıdır. Bu tür güçlerin ve onların elemanlarının çeteleşmesine ve sorgusuz sualsiz adam öldürmesine kesinlikle müsamaha edilmemelidir. Hiçbir demokratik bir ülkenin medyasında hukuksuz davranışları yüzünden mahkemelerce mahkûm edilmiş olan ve üstelik yaptıklarıyla övünen adamlara 'kahraman' denmez." (Türkiye Özgürleşebilir Mi?, Ankara: Liberte Yayınları, 2002, s. 164.)
Star Gazete