Medyada bir Emin Çölaşan vak'ası yaşanıyor.
Emin Çölaşan'ın Hürriyet'teki görevine son verildi.
Medyada bir yazar yazamaz hale gelince, medyacıların tabii tepkisinin, bu işlemi kınamak ve o yazarı savunmak olduğu bilinir. Mesele genelde fikir özgürlüğü çerçevesinde ele alınır.
Ama Emin Çölaşan vak'asında tepkiler muhtelif oldu.
Bir grup, “Emin Çölaşan yaranı” olarak devreye girdi.
Onlara göre Emin Çölaşan, Cumhuriyet değerlerinin yılmaz bir savunucusu idi ve Hürriyet gazetesi, seçim sonuçlarına bakarak, iktidarla kurması gereken ilişkiler sebebiyle onunla yollarını ayırma gereği duymuştu. Bu da, (TMSF medyası ile birlikte) iktidarın medyayı terbiye etme eyleminin bir parçası idi.
Çölaşan'ın ipini çeken iradenin sahipleri adına ise Ertuğrul Özkök konuşuyordu. Çölaşan'la yollarını ayırmışlardı ama bunun iktidar ve basın özgürlüğü ile alakası yoktu. Belki basın özgürlüğünün kötüye kullanılması ile alakalıydı. Çölaşan önemli bir muhalif yazardı ama, muhalefet ederken hakaret, lakap takma, takıntılı davranma gibi davranışlar doğru değildi. O yüzden yollarını ayırmışlardı. Ayrıca Özkök'e göre, Doğan Medya Grubunun meslek ilkeleri de bunu gerektiriyordu.
Medyada, daha ortada duran ve soyut anlamda fikir özgürlüğüne sahip çıkanlar da, Çölaşan vak'asında fikir özgürlüğü adına iyi olmayan bir şeyler bulunduğunu ifade ediyorlardı.
Bu arada, Hürriyet'te bir başka grup daha vardı. Bunlar, hakarette, lakap takmada, takıntılı harekette Çölaşan'dan hiç de aşağı kalmıyorlardı. Hatta sadece iktidara karşı değil, bizatihi topluma karşı da ağır hakaretlerde bulunuyorlardı. Onların yaşadığı duygular da önemliydi. Çölaşan atılırken onlara bir şey denmemişti. Onlar sütunlarında kalacaklar mıydı yoksa onların da ipini çekmek üzere bir tezgah kurulmakta mıydı?
Ayrıca işin bir de etik yönü vardı herhalde...
Çölaşan'a yapılanı sineye çekmek veya çekmemek...
Bekir Coşkun böyle bir ikilem içinde olmalıydı.
Çölaşan'a yol verilince gözler hemen ona çevrilmişti.
Bu tavırda “Sen hala niye oradasın! Yiğitlik nerede?” ifadesi vardı, ya da “Bakalım nasıl tepki verecek?” sorgulaması... Bekir Coşkun yiğit bir kalemdi ya... Çölaşan'la arasında kürek mahkumu arkadaşlığı vardı ya... Bir zamanlar tabanca üzerine sözleşmişlerdi ya... İşte yol arkadaşı biçilmişti. ne yapacaktı? İktidara vurmak kolaydı. “Göbeğini kaşıyan adam”a vurmak kolaydı. Ya Aydın Doğan'a veya Ertuğrul Özkök'e vurmak? Yoksa burada da Tayyip Erdoğan'a ve Abdullah Gül'e mi vurmalıydı? Atalarımız “Vur abalıya” demişlerse, burada “Abalı” kimdi?
Bekir Coşkun kendi iç muhasebesini yapadursun, bu işin arkasında ne var sorusu hala cevapsız duruyor.
Belki en tutarsız cevap, bu işin arkasında iktidarın elinin bulunduğu iddiasıdır.
Eğer, Hürriyet patronluğu, kendi kendine “Yahu hiç de iyi gitmiyoruz. Seçimlerde çuvalladık. Kendimizi millet iradesine göre yeniden tanzim etmeliyiz” diyerek bu karara vardı ve “Çölaşan'ı attık, bu, iktidar ile ilişkimizde iyi bir başlangıçtır” diye düşündüyse, burada bir deve kuşu aymazlığı bulunduğu açıktır.
İktidar onlardan böyle bir istikamet tanzimi bekledi mi bilmem, ama, Hürriyet'in yapmaya çalıştığı iş tam bir paradoks niteliği taşıyor demek mümkün.
Hürriyet, bir yandan “basın özgürlüğü” suçlamasına cevap vermeye çalışıyor, bu çerçevede yeni transfer ettiği Yılmaz Özdil'in Çölaşan'dan aşağı kalmayan dilini örnek gösteriyor. Ayrıca “Bizde şunlar da var” diye müzmin muhalif yazarların adını sıralıyor. “Bizde Bekir Coşkun, Özdemir İnce, Tufan Türenç var” diyor...
Bir yandan da Çölaşan'ı atarken kullandığı Doğan Medya Grubu ilkelerinden, hakaret, lakap takma, takıntılı hareketten söz ediyor.
Acaba “Büyük yazar” pompalaması ile transfer edilen Yılmaz Özdil'in mi dili daha zehirli, Çölaşan'ın mı? Ya da Bekir Coşkun'un veya Özdemir İnce'nin mi?
Doğan Medya Grubu ilkeleri mi dediniz?
Ben de “Geç onu”, diyeceğim.
Öyle bir ilkeler topluluğunun Doğan medya camiasında haysiyeti mi kaldı Allahaşkına?
“Anlaşılan Hürriyet patronluğunda jeton yeni düştü” mü demeliyiz? DMG kriterleri belirleneli seneler olmuş, bu seneler içinde haberlerde, yorumlarda ilkeler paspas haline gelmiş, buna dair kıyamet gibi eleştiri yöneltilmiş, Hürriyet'in okur mektupları köşesi, ağlama duvarına dönmüş... siz bugün bütün bunların faturasını Emin Çölaşan'a kesmişsiniz. “Doğan medya Grubunun Günah Keçisi” Emin Çölaşan olmuş. İnsan, gene de Emin Çölaşan adına üzülüyor. Doğrusunu söylemek gerekirse ben gene de bir saflık bulurum Emin Çölaşan'da... En azından hortumculuğunun olmadığına inanırım. Bir çok konuda şartlanmışlığı, yanlış düşüncesi, ona bağlı zehirli üslubu olsa da, Hürriyet'in “Vur abalısı” haline gelmesi gene de benim içimi acıtıyor. Bu durum karşısında “O da Doğan Grubunun zencisi oldu” bile demek mümkün.
Bana göre Hürriyet, Emin Çölaşan'ı aşan bir “etik boşluk” yaşıyor. Kabul etmeliyiz ki Hürriyet, Türkiye'de en etkili medya organlarından biri. Oysa bu etkinliğe bu etik boşluk hiç yakışmıyor. Hatta çok tehlikeli oluyor.
Şu son günlerde Emin Çölaşan'dan daha büyük tepkiyi Ertuğrul Özkök aldı. Çünkü sayın Genel Yayın Müdürü'nün Abdullah Gül'ü fedakarlık yapmaya çağıran çıkışları, demokratik duyarlılıktan çok uzak, anti - demokratik gelişmelere çanak tutar göründü. Ne yapmalı bu durumda?
Emin Çölaşan'ı attınız, Hürriyet kurtuldu mu? Hürriyet medya ahlakı çerçevesine girdi mi?
Orada, Basın Konseyi Başkanı bir duayen yazar da, sayın Oktay Ekşi, başyazar olarak bulunuyor. Ona sormalı: Çölaşan'ı atmakla rahat mısınız? Çölaşan çizgisi medya ahlakına uymaması sebebiyle bir atılma kriteri ise, Hürriyet'te tek atılması gereken o mu?
Bence bu soru yeter. Keşke cevabını alabilsek...