NATO askeri harekâtının sonuçlarını birinci elden görmek için Trablus’a geldiğimdem beri artık malumumdur ki uluslararası basının Libya üzerine suskunluğuna rağmen sivil hedeflerin vurulduğuna, Libyalı sivillerin yaralandığına ve öldürüldüğüne dair açık deliller mevcuttur.
Bu Salı sabahı beni kaldığım otelden gelip aldılar ve şehrin telaşlı trafiğinde ilerleyerek el Fetih Üniversitesine götürdüler.
Dekan Ali Mansur 9 Haziran günü dışarıda otopark alanındaydı. Gökyüzü Carolina mavisiydi. Bulutlar beyazdı - ve gökyüzüne kimyasallar püskürtülmemişti. Dekan Mansur altüst olmuş bir haldeydi. Anlaşılan el Fetih Üniversitesi’nin B Kampüsü’ndeki bazı gençler, kız yüzünden kavga etmişlerdi. Libyalıların sıcakkanlı insanlar olduğunu söyledi. Gözlerinde bir pırıltıyla kızların genç erkekler için önemli olduğunu fısıldadı.
Evet, ben el Fetih Üniversitesi’nin ismi daha önce Nasır Üniversitesi olan B Kampüsüne yaklaşırken belliydi zaten. Kampüs kapısına yaklaştığımızda ağaçlar altında, çimenlerin üzerinde sohbet eden, cep telefonuyla görüşme yapan, gezinen, bir arada toplanmış ve muhtemelen kampüsteki – artık o her ne ise -en son haber hakkında konuşan genç erkekleri ve kızları görebiliyordum. Bugün el Fetih kampüsünde hayat hareketli. Öğrenci hayatı canlı görünüyor. Bu his ve üniversitedeki hava, ABD ve dünyada ziyaret ettiğim yüzlerce üniversitedekinden hiç de farklı değil.
Libyalı genç erkekler ve kızlar bizimkilere benziyor. Benim oğlum bu üniversitedeki hayata kolayca intibak edebilirdi.
Kampüs de canlı görünüyor. Her yerde vinç olması, sağlıklı bir inşaat programının yürütüldüğüne, yeni binalarla öğrencinin öğrenim muhitinin iyileştirildiğine işaret ediyor. Öğrencilerin gürültü-patırtısına rağmen Dekan Mansur mutlu olmak için her şeye sahipti zira üniversitesi daha büyük, daha iyi ve daha güçlü oluyordu. İngiliz dilinde ders vermek için İngiltere’deki bir üniversiteyle anlaşma bile imzalamış olduklarını söyledi. Sadece dil eğitimi için değil tüm bir eğitim müfredatının İngilizce olması için! Ama hepsi de hayal kırıklığıyla noktalandı diye ekledi.
El Fetih Üniversitesi B Kampüsü’nde 10.000 lisans, 800 master, 18 doktora öğrencisi öğrenim görüyor. Kadrolu 220, sözleşmeli 150 öğretim görevlisi ve 120 çalışanı var. 8 konferans salonu, 19 sınıf ve ilave 4 büyük sınıf mevcut. Bir de kırsalda, El Aziziye’de kampüsü var; orası da üniversite sistemi içerisinde yer alıyor ve o kampüste 700 öğrenci öğrenim görüyor. Dekan kendisini belediye başkanıyla kıyaslıyor zira zengin ve canlı bir akademik hayatın içindeki kalabalık bir öğrenci topluluğuna nezaret ederek pek çok sorumluluğu üstlenmiş durumda.
Dekan, üniversitedeki hayatın – ve şahsi hayatının – 9 Haziran’da 2011 tarihinde, öğlen vaktinde sonsuza dek değiştiğini söyledi.
Üniversite her zaman olduğu gibi saat 8:00’de açılır ve akşam 8:00’de kapanır.
9 Haziran Perşembe günü de diğer günlerden bir gün olacaktır ama kız yüzünden çıkan gürültü patırtı hariç: Kavgaya ortak olmak istemeyen öğrenciler ortalıktan çekilmişlerdi. Bundan dolayı önündeki disiplin meselesini nasıl halledebileceğini otopark alanında düşünmekle meşguldür dekan.
Sonra aniden bir ses duyar; gökyüzünden gürültülü bir ses gelir.
Birdenbire başlamış yüksek bir uğultudur. Sonra ıslık sesine benzer ürkütücü bir tiz ses gelir. Gökyüzüne bakmış ve gördüklerine inanamamıştır: Gökyüzünde parlak bir şey onun önünde dans ediyor gibiydi. Atari oyunu veya ona benzer bir şey gibi hareket ettiğini söyledi. Gökyüzünde dans ediyor, zigzaglar çiziyordu. Gerçekte saniyeler içerisinde olmuş olsa gerek ama sanki dakikalarca cisme takılıp kaldığını söyledi.
Gökyüzünde yukarı-aşağı ve yanlara doğru seğirterek hızla ilerledi ve hiçbir uyarıda bulunmaksızın yakınındaki zemine düştü. Bir NATO füzesiydi.
Trajik bir şekilde hedefini bulmuştu: El Fetih Üniversitesi B Kampüsü.
Dekan tek bir füze ama çok sayıda ateş ve çevrede farklı farklı renkler ve sonra büyük bir duman bulutu gördüğünü söyledi. Tek bir füze gördü ama birden fazla patlamalar duydu. Kaç kez duyduğunu tam olarak söyleyemeyeceğini de belirtti.
Dr. Mansur patlamanın kuvveti ve yarattığı sarsıntı sonucunda olduğu yerde donup kaldığını ve kalbinin bir an için durduğunu söyledi. Korkmamıştı sadece donup kalmıştı. Koşmamıştı; çömelip sinmemişti; ama sersemlemişti.
Patlamanın kuvveti, kalın beton duvarları çatlatmış, yüzlerce camı kırmış, amfilerin çatılarını yere indirmişti.
Yolunu şaşırmış bir Tomahawk füzesi mi yoksa hedefini şaşırmış lazer güdümlü bir füze mi olduğunu hiç kimse bilmiyor.
Aklına ilk gelen, üniversitedeki binlerce öğrenci ve aynı okulda eğitim gören üç çocuğuydu.
Yaklaşık 30 dakika sonra Libya basını olanları görmek için geldi. Üniversite rektörü ve diğer resmi yetkililer de geldiler. Fakat uluslararası basın yoktur ve Dr. Mansur bu duruma şaşırmıştır.
Peki, ne görmüşlerdi?
Medya birçok binadaki hasarı ve sekiz konferans salonunun patlayan camlarını görmüşlerdi. Kapılar menteşelerinden çıkmıştı. Kütüphane darmaduman olmuştu. Kitaplar dağılmış, her yer enkaz yığınıydı. Kampüs mescidi hasar almıştı. Cam kırıkları tepe tepe yığılmıştı ve temizleme çalışmaları henüz başlamıştı.
Dr. Mansur, kabil olduğu yerde üniversiteyi saldırı gününde hangi şarttaysa öyle tutmakta olduklarını söyledi. Ancak öğrencilerin çalışmakta olduğu ana sınıf temizlenmiş ve Muammer Kaddafi’nin 30 Nisan 2011’de NATO bombalarıyla evinde katledilen oğlu anısına ismi Seyfül Arab Konferans Salonu olarak değiştirilecek.
Perşembe günü NATO füzeleri. Cuma ve Cumartesi günleri burada hafta sonu olarak kabul ediliyor. Pazar, Pazartesi ve Salı günleri öğrenciler bombalamadan yılmamış bir halde tekrar okuldalar. Bugün gezdiğim pek çok sınıfta öğrenciler moloz yığınları arasında final sınavlarındaydılar. Kampüste gezerken haykıran ve bana Arapça “Obama nerede?” diye soran bir erkek sesi duydum.
“Güzel soru” diye düşündüm.
Genç erkekleri ve kadınları düzenli olarak uzak yerlere savaşa gönderen ve dünyanın fakir halklarını düzenli olarak bombalayan politikacıların daha önce hiç Cruise füzesi saldırısının hedefinde bulunup bulunmadıklarını veya kendilerini ve ailelerini lazer güdümlü tüketilmiş uranyum başlıklı füzelerinin merhametine bırakıp bırakmadıklarını hep merak etmişimdir. Bir sivil hedefe yönelik NATO saldırısının dehşetini birinci elden tecrübe etmiş olsalardı bir süreliğine durur ve silahlı kuvvetlerimizin Libya halkına yaptığı saldırıyı bitirme ihtiyacı üzerinde düşünürlerdi belki de. Belki.
Sınavdaki öğrencileri rahatsız etmek istemediğim için dışarıdaki başka öğrencilerle konuştum. Başkan Obama’ya söyleyecek bir şeyleri olup olmadığını sordum onlara. Bir kadın öğretim görevlisi hemen söze girdi ve “ateş altındayız: Fizîken ve ruhen” dedi. Bir öğrenci ise Başkan Obama “Filistin’i özgür, Libya’yı yalnız bırakmalı” dedi ve “biz tek bir aileyiz” diye devam etti.
Daha fazlasını sonraya bırakalım ama şimdi özetle söyleyelim: Her Libyalı bir aşirete mensup ve her aşiret kendi kendini yönetmekte ve kendi liderini seçmektedir; tüm aşiretlerden liderler de daha sonra kendi liderlerini seçerler ta ki Libya’nın tüm aşiretlerinin tek bir lideri olsun. Dün Trablus’un bir başka kesiminde bir aşiret lideriyle görüştüm ve bana, ülkenin gerçek liderinin bu kişi olduğu söylendi. Libya’nın gerçek politika yapıcılarını teşkil eden Aşiret Konseyine başkanlık ediyor. Bu yüzden de genç adam “biz tek bir aileyiz” derken hakikati söylüyordu.
Dr. Mansur Amerika’da öğrenim görmüştü ve ABD’de geçirdiği zamandan ve orada kurduğu arkadaşlıklardan sevgiyle söz ediyordu. Öğrencileriyle ve üniversite’deki topluluk hayatının zenginliğiyle gurur duyuyordu. Tıpkı ABD’deki bir üniversite dekanı gibiydi o da.
Benim görüşüme göre 9 Haziran 2011’de ilahi müdahale oldu.
Füze saldırısının gerçekleştiği gün tek bir öğrenci hayatını kaybetmemişti. Kolaylıkla her şey çok başka olabilirdi hâlbuki. Yüzlerce gencin hayatını kaybettiği bir felâket olabilirdi.
Üniversiteyi çevreleyen alanda bulunanların bu kadar talihli olmadığı söylendi.
Haberlere göre civardaki evlerde hayatlarını kaybedenler var.
Savaşla ilgili komik bir şey bu. Savaşa yol açanlar habersiz kalırlar ve savaşın neticelerini bilmezler; başkalarına zarar vermekten dolaylı mutlu görünürler ve zararlı etkilerine karşı hissiz olurlarken savaşın kurbanları da anormal olanı normalleştirmenin ve biteviye ölüm ve yıkım tehdidiyle yaşamanın bir yolunu bulurlar.
Trablus’u ziyaret ettikten sonra daha önce hiç olmadığı kadar savaşa muhalifim.
El Fetih Üniversitesi’ndeki öğrenciler ülkelerinin kuşatma altında olmasına rağmen öğrenimlerine devam ediyorlar.
Ah evet, ya tesadüfen konuştuğum diğer öğrenciler? Onlara öğrencim ücreti olarak ne kadar ödediklerini sordum. Tercümeden sonra bile şaşkın yüzlerle bana baktılar. Kitaplara ne kadar ödediklerini sordum. Tekrar şaşkın yüzlerle baktılar. El Fetih Üniversitesi’nde öğrenim ücreti yıllık 16 dinardı – yaklaşık 9 dolar. Benzin ithali üzerindeki NATO ambargosu yüzünden okul, öğrencilerin derslere gelebilmesi amacıyla ücretsiz 10 otobüs hattını faaliyete geçirdi.
Onlara Amerika’da doktora programına girmek üzere olduğumu, öğrenim ve kitap ücretleri için onbinlerce dolara ihtiyacım olduğunu söyledim. Kuzenimin seçtiği okulda öğrenim görmek ve master derecesi almak için 100.000 dolar borca girdiğini anlattım. Şöyle söylediler: “Muammer Kaddafi’ye müteşekkiriz. Kaddafi’den dolayı özgür bir eğitimimiz var. Allah, Muammer, Libya bize yeter!”
NATO’ya gelince, yalnızca askeri hedefleri vurdukları ve yaptıklarının “insâni müdahale” olduğu kuruntusuna yapışıp kalmayı sürdürüyorlar. Oy hakkı, demokrasi, sağlık hizmetleri, eğitim, refah, ulusal borç, kişisel geliri artırma ve zenginliğin dağılımı adına Üçüncü Dünya halklarını havadan bombalamanın iyi bir şey olduğuna dair delil bulmayı halen bekliyorum. Hayatın karmaşık meselelerinin Cruise füzelerinin becerebileceğinden daha karmaşık müdahaleler gerektirdiği benim için ortada.
Yazar hakkında: ABD eski Temsilciler Meclisi Üyesi; Yeşiller’in 2008 ABD Başkan adayı.
Kaynak: Answer Coalition
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı