Son günlerde Dünyada ve Türkiye’de tartışılan çok önemli bir konu var: Türkiye eksen mi değiştiriyor? Şu anda bu konu Türkiye’yi nispeten belli bir kamplaşmaya doğru sürüklemiş durumda ve bazı çevrelerde Türkiye’nin Batı’dan gittikçe uzaklaştığı fikri ciddi anlamda dillenmeye başladı. Bu tür tartışmalar aslında bizlere iç siyasal kültür ile uluslararası siyaset arasındaki hassas geçişkenliği göstermesi bakımından önem arz etmektedir. Türkiye’de Gazze kriziyle birlikte başlayan bu tartışma, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde Türkiye’nin İran’a karşı yaptırımlara hayır oyu kullanmasıyla doruk noktaya ulaştı. Burada ilginç olan bizim hangi dönemde ve niçin bu konuyu tartışıyor olmamızdır. Bu anlamda ‘eksen kayması’ tartışmalarının ivme kazandığı bu dönemin Türkiye’nin kendi yakın kara havzasında etkinlik alanını genişlettiği bir döneme tekabül etmesi üzerinde düşünülmesi ve sorgulanması gereken
bir olgudur.

Türkiye 2002′den beri istikrarlı bir şekilde yakın kara havzası olmasi sebebiyle Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerini yoğunlaştırmaya ve kendi çevresinde barış kuşağı oluşturma gayesiyle çeşitli girişimlerde bulunmaktadır. Bu anlamda çeşitli üst düzey stratejik ortaklıklar çerçevesinde jeopolitik ve jeoekonomik bütünleşme sağlanmaya çalışıldı ve bunda büyük bir oranda başarılı da oldu. Türkiye Ortadoğu’da etkinlik alanını genişlettikçe bölgedeki diğer aktörlerin jeopolitik ve jeostratejik hatlarıyla çatışmaya başladı ki, bu aktörlerin başında İsrail geliyor. İsrail’in bölgedeki jeostratejik hatlarını şekillendiren bazı temel unsurlar vardır ki, bunun başında güvenlik gelmektedir. İran, Hamas, Hizbullah gibi aktörler İsrail’in tehdit tanımlamalarında merkezi bir konumda bulunmakta ve İsrail’in bölgedeki politikalarını
temelden etkiliyor.

Bugünkü konjontürde, Türkiye’nin İran ve Gazze ekseninde Hamas politikası ile İsrail’in bölgesel politikasını şekillendiren parametreler iki ülke arasında yeni bir çatışma alanı ortaya çıkartmıştır. Bu anlamda son dönemde ilişkileri zayıflatan unsurlar nelerdir diye sorulacak olursa; başta Türkiye’nin İran’ın nükleer sorunu çerçevesinde izlemiş olduğu genel politika ve İsrail’in insanı yardım filosuna düzenlemiş olduğu saldırı ve onun getirmiş olduğu sonuçlar gelmektedir. Bu dönemde özellikle İran konusunda iki ülkenin politikaları ciddi anlamda çatışıyor.

Türkiye’nin komşularla sıfır problem çerçevesinde geliştirmeye çalıştığı ekonomik entegrasyon, Iran’a karşı yaptırımların İran’ın uluslararası arenada izolasyona maruz kalma potansiyeli barındırması sebebiyle Türkiye için ciddi anlamda ticari bir risk taşımaktadır.

Türkiye’nin ısrarla diplomatik çözüm arayışı içerisinde olmasının en önemli sebeblerinden bir tanesinin arkaplanında bu olgu yatıyor. Türkiye önemli bir jeoekonomik müttefiği olan İran’ın uluslararası sistemden daha fazla dışlanmasına karşıt bir tavır sergileyerek İran’ı uluslararası sistemin içine çekmeye ve iki ülke ilişkilerini derinleşmesine imkan sağlayacak uluslararası meşruiyet zemini oluşturmaya ve korumaya çalışmaktadır. Türkiye böylelike İran konusunda diğer Batılı müttefikleriyle arasında çıkabilecek olası krizleri önlemeye çalışmak istiyor.

Yine bu eksende Güvenlik Konseyinde hayır oyu kullanan Türkiye uzun vadede arabulucuk rolünü ve geçerliliğini korumak ve uluslararası sistemin İran’la diplomatik ilişkilerinde odak noktasında olmak istiyor. Diğer bir ifadeyle Türkiye bu konjonktürde uluslararası sistemin Tahran’a giden damarını temsil etmek istemektedir. Nitekim Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Burak Özügergin yaptığı açıklamada Türkiye’nin hayır oyu İran’ı masada tutmak ve diplomatik kanalların açık kalmasını sağlamak için olduğunu söylemesi bunu teyit etmektedir.

Diğer taraftan daha fazla dışlanmış bir İran’in bölgede yeni çatışma alanlarını tetikleyebilecek potansiyel bir unsur taşıdığını unutmamak gerekiyor. Böyle bir senaryo ise Türkiye’nin oluşturmaya çalıştığı barış kuşağını ciddi anlamda zarar verecektir. Dolaysıyla Türkiye’nin İran’ın nükleer sorununda izlemiş olduğu genel siyaseti bu çerçevede anlamak gerekiyor.

İsrail tarafında ise uluslararası arenada daha fazla yalnızlaşan ve izolasyona maruz kalan bir İran, bölge dışı aktörlerin İran’la ilişkilerini minimize edebilecek bir potansiyel taşıyor. Fakat İsrail’in asıl kaygısı uluslararası sistemle entegre olmuş bir İran’ın Amerika’nın İran’a yönelik politikasını etkileyebileceği ve normalleştirebileceği bir potansiyel taşımasından dolayıdır. Nitekim İran’ın bölgedeki jeostratejik konumu dolaysıyla Amerika’nın bölgesel çıkarlarına daha fazla yarar sağlayacak bir potansiyel müttefik olarak durmaktadır. Dünya petrol akışının %40′nin Körfezden geçtiğini göz önünde bulundurursak İran’ın nasıl bir stratejik ortaklık potansiyeli taşıdığını daha iyi anlayabiliriz. Nitekim tarihsel olarak Nixon döneminde Amerika ‘twin pillar poliçy’ adı altında bölgesel hamiliği ve güvenliği İran’a devretmiş ve İran’a Kissenger’in telkinleriyle sınırsız silah akışı bile sağlamıştı.

Bu tarihsel jeopolitik gerçeği bilen İsrail ve Amerika’daki güçlü yahudi lobisi olası bir
yumaşamayı önlemek için özelde Amerika’nın genelde ise Batı ülkelerinin İran’la ilişkilerin doğasını kendi tehdit tanımlamaları ekseninde tutmaya çalışmaktadır. Dahası, İsrail bölgede stratejik anlamda kendisine rakip olabilecek ülkelerin başında İran’ı görüyor. Yoksa İsrail’in İran’in mollalarıyla veya Ahmedinejad’in İsrail karşıtı retorikleriyle bir sorunu yok. Bu anlamda İran ve İsrail’in tarihsel ilişkilerine bakıldığında devrim sonrası İran’in bugünküne benzer İsrail karşıtı söylemlerine rağmen iki ülke arasında var olan ortak stratejik çıkar (Irak tehdidi ve cevreleme stratejisi) ilişkileri zedelememiştir. Nitekim İsrail İran-Irak savaşında İran ile Amerika arasında arabuluculuk yapmış ve Amerika’yı İran’a çeşitli füzeler sağlamasına ikna etmişti.

Ayrıca Jaffee Institute for Strategic Studies verilerine göre İsrail’de savaşın ilk dönemlerinde 1980 ile 1983 yılları arasında İran’a yaklasik olarak 500 milyon dolar değerinde silah satmıştır. Şu gerçeği unutmamak gerekiyorki İsrail ile İran’ı stratejik rakip yapan iki ülkenin ideolojik temelleri değil iki ülkenin bölgesel hegemonya vizyonlarıdır. İran’in bu anlamda özelde Amerika ve genelde uluslararası cemia ile ilişkilerin normalleşmesi İsrail’in hegemonyal çıkarlarına zarar verebilir. Çünkü tecrit edilmis bir Iran bölgede 1970′lerde olduğu gibi bir hamilik rolü oynamasına (Amerika) izin verilmez. İran’ın nükleer sorunu ise bu resimde İsrail’in İran’a karşı caydırıcılığını kaybetmeme arzusu olarak karşımızda durmaktadır. Zira İsrail güçlü ordusu ve zengin yeraltı kaynaklarına sahip stratejik rakibinin jeopolitik gücünü kendi açısından ancak böyle dengeliyor.

Bir diğer önemli husus ise Gazze yardım konvoyu ile birlikte Hamas’in güçlenmesi ve nisbi anlamda Filistin davasında meşruiyet kazanmaya başlamasıdır ki, buda İsrail’in ölgedeki en büyük düşmanlarından birinin uluslararası sahneye meşru bir aktör olarak çıkmasına zemin hazırlamaktadır. Türkiye’nin insani yardım kriziyle birlikte geliştirmiş olduğu politika ve çeşitli uluslararası platformlar çerçevesinde hukuki ve diplomatik yollarla işin peşini bırakmayacağını söylemesi, İsrail’in Gazze üzerindeki hakimiyetini kırmakta ve Hamas’ı ise daha fazla güçlendirmektedir. Yine bundan bir kaç gün önce Tayyip Erdoğan’in Hamas’ı bir terörist olarak değil bir direniş hareketi olarak tanımlaması Hamas’a ciddi anlamda avantajlar sağlamakta ve Gazze’deki çözümün adresinin Hamas’in arka bahçesinden geçtiği imajını güçlendiriyor.

Nitekim Gazze konvoyu krizinden kısa bir süre sonra Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa Gazze’ye gitmiş ve Hamas başkanı İsmail Haniyye ile bir görüşme yapmıştır ki, bütün bu girişimler Hamas’in meşru bir aktör olarak algılanmasına zemin hazırlıyor. Gazze insani yardım konvoyu bu anlamda bu kapıyı aralamış ve İsrail’in bölgedeki politikalarını zedelemiştir. Bu anlamda İsrail’in son günlerde Gazze ablukasını hafifletmesi sadece var olan uluslararası baskıyı bertaraf etmek değil aynı zamanda Hamas’ın gücünü bir şekilde kırmaktır. Fakat burada İsrail için asıl önemli olan İsrail’in Gazze’ye yönelik stratejik çıkarlarını destekleyen baraj kapaklarının Türkiye’nın açmış olması ve ortaya çıkan akıntınında İsrail’i ciddi anlamda etkilemesi ve baskı altında tutmasıdır.

Bütün bu bahsetmiş olduğum noktaları birleştirdiğimizde ortaya çıkan tabloda, Türkiye’nin Ortadoğu politikasının İsrail’in jeostratejik çıkarları aleyhinde gelişmiş olduğu gerçeği daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. İsrail’de buna karşılık, iç politikada belli bir istikrar kazanan ve uluslarararası arenada kimliği ve rolü oturan Türkiye’nin, uluslararası basını etkin bir şekilde kullanarak Türkiye içerisinde eksen tartışması çerçevesinde bir kimlik krizi yaratmak ve kendine güven psikoljisini törpülemek istıyor. Uluslararası medyada yahudilerin etkinliğini ve gücünü göz önünde bulundurursak, başlatılan bu eksen kayması tartışmalarının arkadasında nasıl bir el olduğunu daha iyi anlayabiliriz.

İsrail biliyor ki Türkiye içerisinde ortaya çıkacak olan bu tür tartışmalar, uzun yıllar boyunca kimlik krizi yaşamış Türkiye’nin güçlü bir stratejik bilinç ortaya koymasını engelleyecek ve iç siyasal krizin ortaya çıkmasına zemin hazırlayacaktır. Böyle bir tablo siyasal iradeyi iç tartışmalarla meşgul edecek ve Türkiye’nin güç denkleminde önemli bir parametre olan kendine güven ile iç istikrar olgusunu törpüleyip bölgedeki potansiyelini minimize edecektir.

Şunu unutmamak gerekir ki, toplumsal aidiyet hissinin güçlü bir tarihi ve sosyo-kültürel temele oturtulmamış bir kimlik ne sınır ötesi alanlarda etkin bir rol oynayabilir nede kendi kimliğinden kaynaklanan sorumluluk ve mesuliyetini yerine getirebilir.
Bu anlamda Türkiye eksen mi değiştiriyor sorusuna verilecek en güzel cevap; hayır, Türkiye yıllardır kendisini başkalarının etki alanında görmeye alışan zihniyetin ve kimliğin kabuklarını kırıp kendi tarihsel eksenine oturuyor olacaktir. Elbette bu eksen oturması diğer bölgelerde stratejik fay hatlarının çatlamasına ve kırılmasına sebebiyet verecektir.

Bundan dolayı yapılan eksen kayması tartışmalarınin kısırlığı Türkiye’nın proaktif, dinamik, çok boyutlu ve bağımsız dış politikasının derinliği karşısında sığ ve anlamsız kalıyor.