TRUMP SONRASI GELİŞMELER ENDİŞE OLUŞTURUYOR

Amerika Birleşik Devleti’nin yeni Başkanı Trump göreve başladığı 20 Ocak itibariyle daha önce vaat ettiği konularda kararlar almaya ve bunları uygulamaya başladı. Bu kararların yürürlüğe girmesi ile birlikte, sonuçlarından çeşitli şekillerde etkilenen ülkeler, kişiler ve gruplar protestolar düzenliyorlar ve farklı yollar kullanarak seslerini duyurmaya, Trump’u bu kararlarından geri adım attırmaya çalışıyorlar.

Trump’un Müslüman ülkelere ve kişilere yönelik ayrımcı ve yasaklayıcı kararları esasında 11 Eylül 2011 sonrası ABD’nin Müslümanlara yönelik genel politikasının farklı bir uygulamasından başka bir şey değil. Fakat anlaşılan o ki Trump, kendi tarzı itibariyle uygulamalarını daha farklı bir tonda yürürlüğe koyma tercihinde bulunuyor.

Trump’un ABD’nin dikkatini biraz daha içe doğru yöneltmesi, ülkesinin sınırları dışındaki iktisadi yükümlülüklerini azaltma yoluna gitmesi, finans kaynaklarının ülke içine doğru akışını sağlayacak kararlar almaya başlaması, dünya üzerinde gerek iktisadi gerekse de siyasi açıdan birçok gelişmeyi tetikleyecek nitelikte degisiklikler.

Daha önceki dönemde başlayan veya başlaması noktasında ön kararları alınan Pasifik ve Atlantik ülkeleri ile kurulan global mahiyetteki yeni yapılanmalardan geri adım atılması, doların güçlendirilmesi ve bunun sonuçlarından biri olarak gelişen ekonomilere doğru yönelecek finansın bu pazarlardan çekilme sinyali vermesi yukarıda bahsettiğim etkili kararlar olarak öne çıkan bazıları.

ABD gibi bir ülkenin Başkanının tek başına bütün dengeleri değiştirmesinin bu güne kadarki süreçlere baktığımızda pek de imkan dahilinde olmadığı ileri sürülecek olsa da, bu kararların başlangıçta düşünüldüğü şekilde mi, yoksa farklı etkilerin zamanla devreye girmesi ile belirli değişimler göstererek mi uygulanacağını hep birlikte göreceğiz.

TÜRKİYE’NİN SINIR ÖTESİ İLİŞKİLERİNDE NERELERDEYİZ?

Güneydoğu sınırlarımızın dışındaki gelişmeler son dönemde rutin bir seyir izliyor görüntüsünü veriyor. Hadiselerin iç detaylarında tam manasıyla neler olduğunu tam bilemesek de El Bab’a doğru çok yaklaşan Fırat Kalkanı operasyonu devam ediyor. Sayın Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’nin El Bab’ın ötesine gitme niyetinin olmadığını açıkça izhar etmesi bu konudaki en önemli gelişmelerden birisi. Fakat Türkiye’nin bu kadar yoğun bir askeri hareketlilikten sonra El Bab’ı DEAŞ unsurlarından temizlemeden ve Halep’e giden koridoru güven altına almadan buradan ayrılmasının da mümkün olmadığını zannetmekteyiz.

Musul operasyonu da daha doğudaki diğer sıkıntılı alanlardan bir tanesi. Doğu Musul’u kısmen temizleyebilen Irak güçlerinin ve onlara destek olan diğer güçlerin Musul’un diğer bölgelerini de DEAŞ’tan temizlemesini dikkatle takip etmekteyiz. Tabii bu bölgelerden DEAŞ temizlenirken yerine ikame edilen güçlerin de bölgedeki tabii nüfus dengesini bozucu ve güvenlik açısından Türkiye’yi güneyden tehdit edici bir tarzda pozisyon almamaları için Türkiye’nin dikkatinin azami bir tarzda sürdüğünü görmekteyiz.

İnşallah hem Türkiye’yi rahatsız eden PKK/PYD, DEAŞ ve türevleri yapılar bu alanlardan temizlenebilir hem de Astana süreçleri ve sonrasındaki Cenevre görüşmeleri ile birlikte bölgede ateş kes kalıcı hale gelir.  Bu bölgelerde kalıcı bir barış ve halkların huzur içinde yaşayabileceği bir ortamın oluşabilmesi için sanırım çok fazla değişkenin müsbet manada oluşabilmesi gerekiyor.

AKTİF DIŞ POLİTİKAYA DEVAM

Geçen hafta içinde Türkiye üst üste iki Avrupa ülkesinin hanım liderlerini ağırladı. Önce İngiltere Başbakanı arkasından da Almanya şansölyesi, Başbakan ve Cumhurbaşkanı ile görüştüler. İki ülke arasında heyetler olarak toplantılar yapıldı.

Brexit ile birlikte Avrupa Birliği ile yollarını kısmen ayırma kararı alan ve Türkiye’nin iç ve dış sıkıntılarında arka taraftaki en önemli aktörlerden biri olarak sürekli gündeme getirilen İngiltere ile, Başbakan Theresa May ziyareti sonrası, Milli Muharip Uçak Projesi alanında stratejik bir çerçeve anlaşması yapıldığının açıklanması, dışa yansıyan en önemli karardı.

İngiltere’nin ayrılma sinyali verdiği ve Trump’un Atlantik işbirliği anlaşmasını rafa kaldırdığı bir dönemde Avrupa Birliği’ni ayakta tutmaya çalışan Almanya’nın şansölyesi de 15 Temmuz sonrasında ülkemize ilk defa geldi. Merkel gezi ile ilgili verdiği beyanatlarda Türkiye ile birçok alanda belli sarsıntılar geçiren iki ülke ilişkilerini müzakere masasına yatırarak yeni bir şekil vermeyi arzu ettiklerini belirtti. Mülteci sorunu, Alman firmalarının Türkiye’deki yatırımlarını bazı alanlarda azaltmaya başlaması, Türkiye’yi rahatsız eden ayrılıkçı terörist grupların bu ülkelerden destek görmesi ile ilgili konular masada görüşülen başlıklar olarak dışarıya yansıdı.

Türkiye’nin dış politikadaki hareketliliği geçtiğimiz günlerde başka alanlarda da devam etti. Cumhurbaşkanı’nın Afrika’daki belli ülkeleri ziyareti, buralardaki FETÖ unsurlarının faaliyetleri ile alakalı olması kadar Türkiye’nin son dönemdeki Afrika açılımının bir devamı olması açısından da önemliydi. Yine Dışişleri Bakanının Latin Amerika seyahati de dış ilişkilerimiz açısından önemli bir adımdı.

Türkiye’nin son 14 yılda dış politikada aktif bir pozisyona geçmesi bence geçmiş dönem açısından en önemli politika değişikliklerinden birisi. Bu dönem dikkatlice incelendiğinde, Türkiye dünyanın farklı bölgelerinde çok farklı ilişkiler geliştiriyor, uluslararası alanda kalıcı etkileri olabilecek organizasyonlar içinde aktif roller alıyor ve içine kapanık bir ülke olmaktan kurtuluyor. Bu süre içinde adeta dantel işler tarzında kurulan bu münasebetler dış politikada sıkışma eğilimi ortaya çıktığı zamanlarda önemli argümanlar olarak ülkemiz tarafından kullanılıyor. TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Yurtdışı Türkler Başkanlığı , DEİK gibi kuruluşlar da bu politikaları tamamlayıcı mahiyette çalışmalar yapıyor.

Ayrıca tarihimizde sömürgeci bir zihniyetin hakim olmadığı bir ülkenin insanları olarak geçenlerde Cumhurbaşkanının da ifade ettiği gibi bir çok ülkeye bugün başımız dik olarak gidebiliyor ve oralarda hüsn-ü kabul görebiliyoruz.

YENİ ANAYASA TASLAĞI VE CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİ

Yeni Anayasa taslağı Mecliste kabul edildi. Cumhurbaşkanı tarafından da imzalanması sonrasında Türkiye için yeni bir referandum süreci başlamış olacak. Uzun bir zamandır Türkiye’nin gündeminde önemli bir yer tutan 12 Eylül Anayasası’nın tamamen değiştirilerek yeni bir anayasa yapılabilmesi çalışmaları maalesef istenen bir zemin bulamadı. Anayasa’nın tamamında bir değişiklik yapılamasa da Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi kararından sonra Türkiye’nin idari sisteminde bazı sıkıntılar doğuran ve yürütmede çift başlılığa yol açan yapı ile ilgili MHP’nin de desteğiyle bir çalışma yapıldı. Bu taslağın  muhtemelen Nisan ayında referanduma sunulacağını tahmin etmekteyiz.

Referandumun ufukta görülmesi ile ülkemizde bir evet hayır tartışması da başladı. Önceleri Başkanlık olarak ifade edilen sonrasında da Cumhurbaşkanlığı sistemi olan şekillenen 18 maddelik metin çeşitli zeminlerde tartışılıyor, lehte ve aleyhte görüşler ortaya sürülüyor.

Türk siyasi hayatında her anayasa bir önceki dönemde karşılaşılan problemlerin ortadan kaldırılması ve yeni bir yapının ortaya konması esasına dayanmaktadır. Fakat bugüne kadar darbe veya bir tür müdahale sonrası ortaya çıkan metinler her defasında halkın iradesinin ortaya çıkmasından daha çok, halkın iradesini bir şekilde kontrol etmek isteyen vesayetçi güçlerin çok farklı sübap mekanizmaları ile dolu olmuştu. Bu seferki çalışma vesayetçi unsurların mümkün olduğu ölçüde ortadan kaldırılması esasına yönelik olarak hazırlanmış olmasına rağmen içinde yer alan bazı mekanizmaların varlığı, yarın başka mahzurlar doğurabilir mi endişesini de beraberinde getirmektedir. Şu an yönetimde bulunan Cumhurbaşkanı’na bu açıdan güven duymakla birlikte, yarın sistem açısından doğabilecek muhtemel sıkıntıların çareleri üzerinde sağlıklı müzakereler yapmanın önemini de belirtmenin yararlı olacağını düşünmekteyiz.

Bu konuda son olarak Referandum ile ilgili kampanyalar konusunda da birkaç noktayı dile getirmekte fayda olduğunu düşünmekteyiz. Yürütmeyi kuvvetlendiren ve halkın iradesi üzerindeki vesayet unsurlarını ortadan kaldıran bir anayasal düzenlemenin Türkiye için genelde faydalar getireceğine inanmaktayız. Fakat insan elinden çıkan her kanun gibi bunun da bugün olmasa da yarın ortaya çıkabilecek bazı mahzurları olabileceği kabul edilmelidir.

İlave olarak bu olayla ilgili kampanya yürütülürken olayın, takım tutar tarzda Evet’çiler ve Hayır’cılar gibi kamplaştırıcı bir yöne çekilmesine özellikle müsaade edilmemelidir. Son günlerde bir hayli moda olan, kamuoyunda ‘meşhur’ olarak lanse edilen bazı kişi ve kesimlerin kampanyalarda yoğun olarak kullanılması politikası yeniden gözden geçirilmelidir. AK Parti’nin yıllardır savunduğu değer bazlı mesajların ruhuyla hiç alakası olmayan kişilerin bu kampanyalarda veya buna benzer bazı olaylarda ileri sürülen tezi destekleyici mahiyetteki abartılı sözleri ve hareketleri, samimi insanları rencide edici bir mahiyet arz etmektedir. Bu hususa da özellikle dikkat edilmesinin yararlı olacağına inanmaktayız.

‘Hayır’ tezini savunanların Anayasa değişikliği ile ilgili taslağı tamamen  Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan karşıtlığı olarak gündeme taşımaları ve olayları bulunduğu zeminin dışına çıkarma gayretlerini üzülerek takip etmekteyiz.

Yine hayır tezini savunan kesimleri öne sürerek “Onlar ne diyorsa tersini savunmak doğrudur” tarzında bir düşüncenin de her zaman çok isabetli olmadığı noktası gözden uzak tutulmamalıdır. Anayasa değişikliği savunulurken, Cumhurbaşkanlığı sistemi adıyla ortaya konulan tezin yararları hakikaten reel bir şekilde anlatılmalı, vatandaşın zihninde oluşabilecek soru işaretlerine de samimiyetle cevaplar verilmelidir. Unutulmamalıdır ki samimiyetten daha kuvvetli ve kalıcı bir değer yoktur. Bu millet bugüne kadar özellikle Cumhurbaşkanı ve yakın kadrosunu samimi ve sahici bulduğu için her durumda yanında olmuştur ve bu çizgi devam ettiği müddetçe de yanında olacaktır.

Referandum sürecinin ülkemizin daha iyi bir sisteme kavuşması noktasında güzel bir sonuçla neticelenmesi ve bu süreçte de sıkıntısız bir propaganda ve seçim döneminin geçmesini diliyoruz.