Seçim telaşı içinde bir de Anayasa Mahkemesi'nin kuyuya attığı taşı çıkartmaya uğraşıyoruz. 367 kararı hukukun nerelere kadar saptırılabileceğini gösterdiği için yargıya güvenimiz kalmamıştı. Şimdi ekim ayında yapılacak Anayasa Referandumu'nun neleri nasıl karıştıracağını kestirmeye çalışıyoruz. İstediğimiz geleceği görebilmek; istikrarı, belirsizliğin doğuracağı krizlere feda etmemek.

Anayasa Mahkemesi'nin 367 kararı, demokratik siyasal sistemin hassas dişlilerinin arasına nobranca bir taşın konulması ve sistemin bütünüyle iptal olmasıydı. Sorun cumhurbaşkanını mevcut kurallar içinde seçtirmemek, böylece Meclis iradesine ipotek koymak değil, bütünüyle sistemi işlemez hale getirmekti. Şimdi, CHP'nin ve Cumhurbaşkanı'nın yaptığı itirazı reddetmesi, dişlilerin arasındaki taşı çıkartması anlamına geliyor. Bu taşın çıkartılması, demokratik sistemin kaldığı yerden yoluna devam edeceği şeklinde anlaşılmamalı. Yaratılan tahribat büyük. Bu tahribatın onarılması ve sistemin yeniden çalıştırılması lâzım. Neyse ki önümüzde seçim var. Halk iradesi üzerine inşa edilen sistemi, doğrudan halkın kendisi rayına oturtacak ve işletecek. En büyük sorun, hukuka olan güven kaybının nasıl telafi edileceği. Hukuk düzeninde doğrudan yargının verdiği tahribatı tamir etmek çok daha zor. Tek yol yine halkın sesine kulak vermek.

Hukuk, uzmanların elinde nüfûz edilmesi imkânsız sihirli bir dünyaya dönüşüyor. Birinci sebep hukuku inhisar altına almak, ikincisi de inhisar altına alınan hukuku keyfince yorumlayıp çarpıtmak. Bunun için hukuk, lafzî ve teknik yorumların arkasına hapsediliyor. 367 kararının akla zarar gerekçesi gibi. Sağlam bir mantık ve sağduyuya uygun yorumlarla hukuk normlarını anlayıp açıklayabilmeniz lâzım. Anayasal yargının tatbik ettiği siyasal hukukun ise daha fazla anlaşılabilir olması gerekiyor. Mahkemenin görevi yasaların anayasaya uygunluğunu denetlemek. 367 kararının hukuka aykırı olmasının sebebi, mahkemenin denetlemenin dışına çıkarak Anayasa'nın 102. maddesini değiştirmek ve yeni kural ihdas etmekti. Mahkeme görevi dışına çıktığı için sistemi kilitledi. Referandum kararı, hukuk prensiplerine uygun olduğu için sistemin yeniden işleyebilmesi için bir kapı açtı.

"Şimdi ne olacak?" sorusuna da cevabı genel hukuk prensipleri içinde kalarak vermek mümkün. Halk, referandumda anayasa değişikliklerini kabul edene kadar mevcut anayasa hükümleri geçerli olacak. Bu durumda Anayasa'nın 102. maddesine göre cumhurbaşkanı seçilecek. Devreye sandık girdiği için 367 şartı da değişecek. Muhalefet, referandum sandığı önünde durduğu için, cumhurbaşkanını seçmeye eğilimli olacak. Aksi takdirde seçimler yenilenecek. Cumhurbaşkanı tıpkı daha önceki üç cumhurbaşkanı gibi, iktidar tarafından belirlenecek. Türkiye, 11. cumhurbaşkanını Çankaya'ya göndermiş olacak. Bu gürültüden geriye ekim ayında yapılacak referandum kalacak. Bu durumda Meclis'in önünde iki yol olacak. Ya aynı süreci izleyerek referandum kararını iptal edecek ya da referandum normal takvimi içinde yapılacak ve cumhurbaşkanlığı seçimi ve görev süresi ile ilgili anayasa hükümleri değişecek. Bu durumda 12. cumhurbaşkanı beş yıl sonra doğrudan halk tarafından seçilecek. Tabii Meclis'in verdiği kararı aynı süreci takip ederek geri alması ve referanduma konu olan anayasa değişikliklerini iptal etmesi mümkün. Bu ihtimalleri bile kafa karıştırıcı bulabilirsiniz. O yüzden formülasyonu "halk ne derse o olacak" şeklinde yapmak daha doğru. 22 Temmuz'da sandığa giden halk, aslında bu konulardaki eğilimini de göstermiş olacak. 3 Kasım 2002 seçimlerine 11 gün kala AK Parti hakkında kapatma davası açılmıştı. Seçim sonrasına dönük felaket senaryoları konuşuluyordu. Ne oldu? Sandık her şeyi düzene koydu. Demek ki "düğümü yine halk çözecek!"

 

Kaynak: Zaman