Emeğin ve Kaygının Şiiri
Pendik Belediyesi’nde kepçe operatörü olarak çalışıyordu Yalçın Aran. Kendi halinde dar gelirli bir aile babasıydı. İstiklâl Savaşımızda yoksunluklara rağmen verilen destansı direnişin örneklerinden birini yaşattı bize.
Mesleği üzerine düşününce, gözlerimizin önüne yıkılan bir gecekondunun molozlarını ortadan kaldırmaya çalışan bir kepçe geliyor. Deprem enkazları, viraneler, yol yapımı, hafriyat çalışmaları, dolan ve boşalan kepçe olmadan düşünülemez. Bir kepçe nasıl vuruşkan bir darbesavara dönüşür ve can kurtarır; bunu Yalçın Aran’dan öğrendik. Darbe girişimi sırasında kepçesiyle sokaklara indi, tankın önüne bir iftitah tekbiri çeker gibi siper oldu, uzun namlulu silahlarla, uçaksavarla şehit edildi. Kepçesiyle, gökyüzünden kin yağdıran jetlerin karasal ortağı bir tankı durdurmaya çalışması, ihmal edilebilir bir ayrıntı olabilir mi? İş makineleriyle tankların önüne yürüyen başka yürekli insanlar da tanıyorum, ev geçindirdikleri makinelerle değil yalnızca, bedenleriyle de atıldılar tankların önüne.
36 yaşındaydı, Asalet Aran’ın eşi, beş çocuk babası Yalçın Aran. En az 6 kişinin sorumluluğunu taşıyan işçi, geçim sıkıntısının ve her türlü hayat yorgunluğunun ötesine geçerek hep kıyamda durduğunu gösterdi. Silahlarla arası nasıldı? Üzerine yürüyen kelepir askerlere karşı, iş aracını silah edindi. Tanka karşı kepçe, o geceye özgü bir bağış olan devrim ışıltısının ve imanın silahıydı. İş makineleri, kamyonları ve sıradan araçlarıyla köprüye yöneldi insanlar. Aran’ın kepçesi Beykoz gişelerini kapatarak darbecileri şaşkına çevirdi. Bir kepçe tanka karşı direniyorsa, orada şiir geri çekilir; bir süreliğine de olsa. Faşist fütürist şair Marinetti, savaşı, silahları, şiddeti, metali, öldürmeyi yücelmiş ve ve estetize etmişti. Yalçın Aran ise iş aracıyla bir askeri darbenin bastırılmasına katılarak şiirlere layık bir cesaret sergiledi. Geçit vermediği tanktan açılan ateş sonucu şehadete erişti. Gecenin salalarla ezanlarla dile geldiği esnada köleliğe karşı haysiyetin, yalana karşı masumiyetin müdafaasını gerçekleştirdi. Kahramanlık da başka nasıl tarif edilebilir ki…
Cenazesi Niğde’ye bağlı Değirmenci kasabasında toprağa verildi Yalçın Aran’ın. Çocukları henüz küçük olmalılar. Ailesine onun eksikliğini unutturamayız elbette. Ancak babalarının örnek kişiliğini birlikte hatırlamanın kanallarını çoğaltmalı, onu layıkıyla hatırlamayı sağlayan kaynaklara yol açmalıyız.
Gani Gönlün Bağışı
Bütün halk birlik olmazsa, kavga haklı olmuyor, diye geçiyor Cem Karaca şarkısında. 15 Temmuz şehitleri arasında iş adamları da var işçiler de. Toplumsal fay kırıklarını harekete geçirerek sürekli birbirimize girmenin meydanlarını hazırlamaya çalışıyorlardı bizlere. Daha sonra, darbe girişiminin iç yüzü kısmen bile anlaşıldığında, halkın desteği daha da genişledi.
Metin Arslan’ın 44 yaşında ve bekar bir inşaat işçisi olduğunu okudum, cenaze törenini anlatan, neredeyse aynı ifadelerle çeşitli sitelerde tekrarlanan bir haberde. Arayıp da ulaşamayan yakınları endişe içinde yola çıkarak İstanbul'a gelmiş ve Adli Tıp Kurumunda yer alan isim listelerine bakarak öğrenmişler şehadetini. İşçi ölümlerine başka bir şekilde alışık olan Karabük’te toprağa verildi. Kim bilir hangi umut ve tasarılarla ayrıldığı şehrine şehit olarak dönmek varmış nasibinde.
Sonraki günlerde de hakkında aklıma gelen sorulara cevap verecek bir habere ulaşamadım. Kaç yıldır İstanbul’daydı, hâlihazırda nerede çalışıyordu? Taşeron firmalardan biriyle mi iş görüyordu, emeğinin karşılığını alnının teri kurumadan alıyor muydu? Nasıl bir evde kalıyor, iş saatleri dışında vaktini nerelerde geçiriyordu? Ürün veya mekanı, üzerinde emeği olanı hatırlamadan kullanma gibi normalleşmiş, hakşinaslıktan uzak bir alışkanlığımız var.
İnşaat işçisi, emeği bir firmanın ambleminin gerisinde kaybedilen kişi. Büyük ihtimalle ömründe bir gece bile kalamayacağı ihtişamlı evler için çalışırken aklından neler geçiriyordu acaba… Ter döktüğü inşaatlar hakkında sınırlı tahmin yürütebilirim Arslan’ın, ama mesuliyet hissinin kaynakları üzerine yüzlerce sayfa yazabilirim. Gani gönüllü, sağlam karakterli, cevvaldi, herhalde. 15 Temmuz Cuma günü gecesi, darbe girişimini engellemek için her yere yetişmeye çalışmış. İşçiliğinin sağladığı dakiklikle ilgili olsa gerek, hiçbir yere gecikmemeyi de başarmış. Önce Boğaz Köprüsü'ne gitmiş, daha sonra aldığı haberler üzerine İstanbul Büyükşehir Belediyesi önüne geçmiş; “Bir adım ileri, Allahuekber”, diyerek. Şehrin ona tanıdığı imkânın çok üstünde bir şehirlilik bilinci taşıdığı muhakkak. Zira, sokaklarında yürüyebileceğimiz bir şehir bırakmak için feda etti kendisini. Gözüne isabet eden kurşunla şehit olduğu yazılı haberlerde. Şahidiz. Gece yarısı şehri koşar adım kat ederken neleri gördü kurşunlanan gözleri, tam olarak asla bilemeyecek, sorumluluk hissi ve yiğitliği için ona borçlu kalmaya devam edeceğiz.
Cömertliği Yüzüne Vuran
Esenler sakinlerinden Türkmen Tekin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Sokağa çıkın” çağrısı üzerine apar topar hazırlanmaya başladı. Eşi Ramazan Tekin’in, ortalığın biraz sakinleşmesini beklemesi yönündeki teklifine yanaşmadan –tesettürlü giyimi biraz vakit alabileceği halde- kısa süre içinde hazırlandı, acelesinden ayakkabısını bile giymedi, terlikleriyle çıktı evinden. Adeta yüz yıllık bir teyakkuzun yerini alan bir sabırsızlık gösteriyor, 'Vatanımız için, hadi çabuk ol' diye bağırıyordu. Karı-koca, semtlerinde bulunan Atışalanı Karakoluna kadar yürüdüler. Cuntacıların tankları Atatürk Havalimanı’na doğru yürüttüğünü öğrenince, içecek su alarak orada toplanan diğer direnişçilerle birlikte kararlı adımlarla havaalanına yöneldiler. Yolun bir noktasında birden ışıklar kesildi. Fark edilmemek için ışıkları kapatılan tank üzerlerine yürüdü ve Türkmen Tekin’i ezdi. Ramazan Bey o an dünyanın durduğu hissi içinde olduğunu anlatıyor. Ağlaya ağlaya sevgili eşini tankın altından çıkarmaya çalışmış.
Ailece geçim sıkıntısı içinde olsalar bile, elinde olanı son kuruşuna kadar muhtaçlarla paylaşacak kadar cömertmiş Türkmen Hanım. Hamd ve şükür içinde yaşayan ve evin geçimine katkı sağlayan bir kadın olduğunu anlatıyor akrabaları. Başörtüsü mücadelesi vermiş. Darbeyi başından almış, çenesi parçalanmış.
Eşi, annesi, kız kardeşi ve eltisinin hakkında anlattıklarını okudum. Onunla ilgili sarf edilen sıfatlardan biri, “cömertlik.” Tankın önüne kadar götüren acelesi de cömertliğinin yansıması değil mi zaten? Esir ve zelil düşmeyelim diye kendini feda etti işte. Şükründen söz ediyorlar ayrıca, iyimserliğinden, gayretinden. Müminsen ilk alametin "cömertlik "olmalıydı, Tirmizî rivayetine göre, ikinci alametin ise "iyi ahlâk." Fotoğrafını inceliyorum: İçi dışı bir insanlardan, kalbinin güzelliği yüzüne vurmuş. Öyle ya, yüzümüz zamanla kendi eserimize dönüşüyor. Allah'ın verdiği yüzü yaşayıp giderken amel, duygu ve düşüncelerimizle yeniden yapıyoruz.
Bir kadın niye onca aceleyle yollara düşer gecenin bir vaktinde, terlikleriyle, hangi cesaretle atılır karanlığa… Cumhurbaşkanı çağrıda bulunmuştu, televizyonda dinlemişti; öyleyse, eskimek bilmeyen büyük bir anlamı hatırlamak ve meydanları boş bırakmamak gerekirdi. Eşini dostunu da ikna etmişti. 44 yıllık ömründe şahit olduğu üçüncü darbeyi geri döndüren direnişin yıldızları arasına karıştı. Dışarının ve yola çıkmanın bizim olan, bize düşen vakti adına…
Yaya ve silahsız bir kadındı. Yine de onunla karşılaşmayı göze alamayıp, ışıkları karartıp üzerine yürüdüler. Yaya ve silahsız bir kadının beklemedikleri itirazıyla planları ayaklarına dolandı, tuzağa dönüştü.
Aşkla Bilinen
Ankara Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'nde görevliydi Aytekin Kuru. 21 yıllık polis memuruydu. Darbe girişiminden 15 gün önce Özel Harekât Daire Başkanlığı'na atanmıştı.
Bir tür intikam şiddeti sergileyen hava saldırısını takip eden saatlerde bütün aile Aytekin Kuru’ya ulaşmaya çalıştı. Adana’nın Kozan ilçesine bağlı Pekmezci Mahallesi’nde yaşayan annesi Esma, tedirgin olmasını istemediği halde sonunda gelini Ayşe’yi aramaya mecbur kaldı. “Ben de ulaşamıyorum” dedi Ayşe. Esma Hanım, huzursuz bir gecenin ardından ertesi gün çocuklarıyla birlikte Ankara’ya hareket etti.
Yaralı mıydı, esir mi? Bir yerde bayılıp kalmış mıydı yoksa? Hafızasını yitirmiş olamaz mıydı? Kısa bir süreliğine bu sorular geçmiştir akıllarından. Morgda teşhis edinceye kadar umutlarını korumayı sürdürmüşlerdir. Aile fertleri bir araya geldi ve sabah saatlerinde Ankara Adli Tıp Kurumu morguna gitti. İnsan doğurduğu çocuğu veya 15 yıldır evli olduğu kişinin ölüsünü tanımaz mı hiç? Ne boy, ne kilo, ne renk, ne tebessüm… Bir morg nasıl bunca tanınmaz hale gelmiş cesetle dolu olurmuş… Kişisel renkleri ve kendine özgü olanı yok etmek üzere gelen darbe girişimi, yenileceğini fark ettiğinde amansız bir şiddetle öç almaya çalışmış sanki. Bir işaret gerekliydi, çok belirgin bir fark. Ayşe Hanım cenazeler arasında eşini ararken bir elde gördüğü yüzük dikkatini çekti. Nişan alyansını tanıdı. Baktı, baktı ve haykırmaya başladı, bakarak ağladı. 14 yaşındaki kızları Rabia Gizem’e, 4 yaşındaki oğulları Mehmet’e bu olanları nasıl anlatacağını düşünürken sinir krizi geçirdi. Alyansı öylece bıraktı mı, son bir kez sarılmanın yaşanmadığı bir ayrılık mı bu, bilmiyorum.
Asla yaşanmayacak bir vedanın yerini hangi sözler tutabilir, ne tür bir tanıma? Bundan sonra ne yaşarsa yaşasın, morgda gördüklerinden sonra içeriği bir haşiyeden farksız olacaktır; öyle mi düşündü Ayşe Hanım… Şehitler ölmez, bunu sürekli hatırlatması gerekecek ölümden söz edenlere. Sonsuz aşk da başka nasıl tarif edilir ki… Başlangıcın sözlerinin izi olarak alyans, sadece ömür boyu değil, sonsuza kadar uzayıp gidecek sadakatin de sembolü.