ABD Başkanı Donald Trump’ın tüm yerleşim programını 120 gün askıya alma ve Suriyeli mültecilerin ülkeye girişini süresiz olarak yasaklama yönünde verdiği talimat, temel Amerikan değerlerinin inkâr edilmesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin insani liderlik rolünden çekilmesi ve ülkeyi aşırıcılıktan korumak bir yana dursun Amerika’ya zarar verme planları yapanlara verilen bir propaganda hediyesidir.

Bu talimat, aynı zamanda, 2017 mali yılında ülkeye yerleştirilmesi planlanan mülteci sayısını 110 binden 50 bine düşürmektedir. Mültecilere dair düzgün bir güvenlik izlemesinin olmadığı mitine dayanan bu talimat, böylece, çoğu kontrol edilmiş ve suçsuzluğu kanıtlanmış 60 bin civarı aciz durumdaki mülteciyi belirsizliğe itmektedir. Bu yeni politika acilen yeniden gözden geçirilmelidir.

ABD’ye gelen mülteciler, bu ülkenin ve müttefiklerinin Orta Doğu’da ve başka yerlerde mücadele ettiği şiddet yanlısı aşırıcılığın bizzat kendisinden kaçıp gelen insanlardır. Son verilere bakıldığında, Amerika’ya yerleşmesi için seçilenlerin çoğunluğunun kadınlar ve çocuklar olduğu görülmektedir. Savaşın başlangıcından beri milyonlarca Suriyeli sadece Suriye Devlet Başkanı Beşar el Esad’ın ordusundan değil fakat Rus kuvvetlerinden, İranlı militanlardan ve IŞİD’den kaçmaktadır.

Ayrıca kendi ülkelerinde Amerikan birliklerine yardım ettikleri için hayatları tehlike altında olan binlerce Afgan ve Iraklı vardır. Özel Göçmen Vize nüfusu olan bu grup, International Rescue Committee (Uluslararası Kurtarma Komitesi) isimli organizasyonumun bu sene yerleştirilmesine katkıda bulunacağı mültecilerin arasında dördüncü sırayı almaktadır.

Zulme uğrayanlara kucak açmak temel bir Amerikan değeridir. Komite tarafından 1960’tan beri yerleşimi sağlanmış olan 62 bin Kübalı, mültecilerin reddedilmesine yönelik bu talimatı sadece bir hakaret olarak görmeyip tuhaf da bulacaktır.

Ayrıca, bu talimat, yerleştirme programının - geçmişte ihmal edildiler demeye getirir bir şekilde- zulme uğrayan dini azınlıklara yüksek öncelik verilmesini öngörüyor. Halbuki bu doğru değil, mevcut yasalar dini sebeplerle zulme uğramanın zaten yerleştirilme programı kriterleri arasında olduğuna kuvvetli bir vurgu yapıyor. Örneğin, Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu bir ülke olan İran’dan gelen ve benim organizasyonumca yerleştirilen mültecilerin çoğu Müslüman değildi.

Diğer göçmen kategorilerine kıyasla mülteciler, ABD’ye girerken en iyi kontrol edilmiş gruptur. Yerleştirme süreci 36 aya kadar sürebilir ve İç Güvenlik Bakanlığının, FBI’n, Savunma Bakanlığının, Dışişleri Bakanlığının ve Ulusal Terörle Mücadele Merkezi ile ABD istihbarat topluluğunun sürece dahli vardı. Cato Enstitüsü’nün yaptığı araştırmaya göre bir ABD vatandaşının bir mülteci tarafından öldürülme ihtimali 3.64 milyarda birdir ve bu da Amerikalı birinin yıldırım düşmesiyle ölme ihtimalinin, bir mülteci tarafından yapılacak terör saldırısında ölme ihtimalinden çok daha yüksek olduğu anlamına gelmektedir.

ABD, mültecilere destek vermeye dair geniş ağıyla gurur duyabilir, zira mültecilerin yerleşimi, Amerika’nın başarı hikâyesidir. Ve bu sadece kıyı şehirlerinde değil, ülkenin dört bir yanında böyledir. Rescue Committee’nin yerleştirme ofislerinin bulunduğu 29 şehir arasında Boise, Idaho belediye başkanları ve Utah Valisi gibi seçilmiş yetkililer; bunların yanısıra polis memurları, okul idarecileri, dini liderler ve küçük işletme sahipleri, mültecileri sıcak bir şekilde karşılıyor. Bunu tabi ki ahlaki bir ödev olarak yapıyorlar fakat mültecilerin yıllar içerisinde kendi topluluklarını birçok yolla zenginleştirdiğine şahit olmaları da onları buna yöneltiyor.

Bir örnek vermek gerekirse, on yılı aşkın bir süreçte mülteciler sırf Cleveland bölgesinde 38’den fazla iş kurdular. Bu işler, ek 175 istihdam alanı ve yerel ekonomiye 12 milyon dolarlık teşvik yarattı.

Başkan’ın talimatıyla konan mülteci yasağı ile beraber yükselen başka endişeler de mevcut. Şayet ABD dünyanın en aciz durumdaki insanlarına dair sorumluluğunu inkâr ederse Avrupa ülkelerine ve daha fakir durumda olup 5 milyondan fazla mülteciye ev sahipliği yapan Lübnan, Türkiye, Kenya ve Pakistan gibi ülkelere mültecilere bir çadır vermesi talebinde bulunacak moral otoritesinden de feragat etmiş olur.

ABD, tarihi olarak, “özgürce nefes almayı arzulayan ezilmiş kitleleri” ağırladı ve bu, Amerika’nın uluslararası düzene yaptığı liderliği pekiştirmesine yardımcı oldu. Peki, şimdi ABD dahi yapmazken diğerleri neden bu ağır yükü üstlenmeye devam etsin? Zira mültecilere destek olmak bir hayır işi değil fakat tüm ulusların bel bağladığı küresel istikrara bir katkıdır ve bu katkı, özellikle dünyanın yükselen bir terör tehdidi altında olduğu bir dönemde önemlidir.

Teröristler kendi işlerinde ve mesajlarında stratejik hareket etmekteler. Medeni dünya da buna vereceği yanıtta aynı derece de stratejik davranmalıdır. Aşırıcılar medeniyetler çatışmasını hızlandırmayı gözetirken demokratik hükümetler onların ekmeğine yağ sürmemelidir. Mevcut talimattaki gibi belli uluslara spesifik olarak uygulanan bir yasağın ise yaptığı tam olarak budur. Böylesi bir karar doğru değil, gerekli değil ve akıllıca değil.

Kongre, 1980’de Mülteci Yasası’nı iki partinin desteği ile geçirirken Başkan Carter’ın Sağlık, Eğitim ve Sosyal Güvenlik Bakanı Joseph A. Califano Jr. mülteci meselesi hususunda, ABD’nin “dünyaya –ve daha önemlisi kendilerine- idealleriyle düzgün bir şekilde yaşayacaklarını mı yoksa o idealleri anıtlarının üzerlerini süsler şekilde mi bırakacaklarını mı” anlatmasının gerekli olduğu söylemişti.

Bu ses bugün hâlâ yankılanıyor.

Yerleştirme sürecindeki kontrollerin titiz bir şekilde yapılması, iyi bir yönetimin parçasıdır. Dikkatlice geliştirilmiş sistemlerin acele bir şekilde terk edilmesi ise bizatihi zararlıdır. Böylesi bir durum, ayrıca, veriyi esas alan politika yapımından endişe verici bir uzaklaşmayı da ifade eder.

Dünya, Amerika’ya açık fikirli bir liderlik yapması için bakıyor. Kendi vatandaşları da hükümetlerinden aynısını bekliyor. Mülteci politikası her bir ulus için açık bir imtihandır. ABD yıllar boyunca bu imtihanı geçti, bu yüzden bu çabasına her zamankinden fazla ihtiyaç duyulan böyle bir anda bunda başarısız olması çok trajik.

Dünya Bülteni için tercüme eden: Deniz Baran