Bir ülkede dışişleri bakanı değişince dışişlerinin de değişeceğini sananlar, Ali Babacan yerine Ahmet Davutoğlu'nun gelmesini bir farklılık ifadesi gibi görme eğilimine kapılabilirler. Oysa bilindiği gibi dışişleri yasama, yargı ve uluslararası hukukla çerçevesi çizilmiş ana hatların yürütme tarafından şekillendirildiği bir alandır.

Yapılan son değişiklik, hükümetin uzunca bir süredir uygulamakta olduğu dış politikanın ana eksenlerini belirleyenlerden birinin, dışişleri makamına getirilmesi olarak görülebilir. Bu politika, kabaca genel yönelimi Avrupa Birliği olan Türkiye'nin çok taraflı açılımları olarak özetlenebilir. Buradaki çok taraflılığın ise, sadece stratejik ilişkileri kapsamadığı ve ayrıca da sadece hükümetlerarası ilişkileri esas almadığı hatırlatılmalı. Davutoğlu, iktidarın uygulamak istediği dış politikaya denk düşen çalışmalar yapmış biri ve üstelik bilimsel çalışmalarını hükümetle birlikte sürdürdüğü faaliyetler sırasında yaşama geçirme ve test etme imkanı da bulmuş birisi.

Türkiye'nin Ortadoğu'ya yönelik politikalarında alt yapının, hükümetlerle birlikte hükümetler dışı oyuncularla geliştirilen diyalog sayesinde hazırlandığı söylenebilir. Davutoğlu'nun, bu yarı resmi, yarı formel ilişkilerin kurulmasında oynadığı rol, bugün kendisini bakanlığa taşımış görünüyor. Umalım ki, benzer ilişkileri sürdürmeye devam edecek başka kişiler de yetiştirmiş olsun, zira bakan olunca hiçbir ilişki resmi tutumun dışında algılanma imkanı bulamaz.

Geçtiğimiz birkaç yıl içinde, Suriye, İsrail, Lübnan, Afganistan ve Pakistan eksenindeki politikalar Ortadoğu barış imarına katkı sağlayıcı adımlar olarak değerlendirildi. Öte yandan Ermenistan ile normalleşme konusundaki ısrar, Azerbaycan'ın bu ülkeyle sorunlarını çözmesinde rasyonel bir ortam yaratma çabası ve her şeyden önemlisi Rusya'ya rağmen bu işlerin yapılmaması Kafkasya istikrarı konusunda da Türkiye'yi önemli bir oyuncu haline getirdi. Söz konusu koşulların Türkiye'yi Doğu ile Batı arasında köprü olmaktan kurtardığı ve bir merkez haline getirdiği ileri sürülebilir.

Davutoğlu'nun da Türkiye'yi merkez olarak değerlendirdiği biliniyor. Bununla birlikte, bu merkez olma halinin AB üyelik sürecinde ne ifade edebileceği tam olarak bilinemiyor. Zira AB, Türkiye merkez ya da bölgesel güç oldukça üyelik süreci yerine farklı ilişki biçimlerini daha rahat önerir hale gelebiliyor. Bazı AB üyesi ülkelere göre, mademki Türkiye bölgesel bir güç o halde AB içinde eriyecek bir parça olmasına gerek bulunmuyor. İki taraf, tıpkı AB-ABD ya da AB-Rusya ittifak ilişkilerinde olduğu gibi stratejik ortaklık kurabilir.

Bu anlayış, Türkiye'yi överek içine dahil etmeme siyasetine karşılık gelir ve muhtemelen yeni bakanı bekleyen en temel sınav da AB karşısında verilecek olanıdır. Ağırlığın hızla AB sürecine kaydırılması isteniyorsa, yeni bakanın AB ülkelerinin masasına bırakacağı içi gayet dolu dosyalar bulunuyor. Bu dosyalar, Türkiye'nin Doğu açılımlarının AB avantajı olarak da kullanılmasının mümkün olacağını gösteren belgeler içeriyor. Hükümet, AB yolunda daha keskin bir irade ortaya koyduğunda, dış politika konusunda Türkiye'nin eli eskisine oranla daha dolu olacak gibi.

Bugüne kadarki uygulamalarına dayanarak, Davutoğlu'nun dış politika konusunda kamuoyuna daha bilgi verici ve toplumun farklı kesimlerinden daha fazla görüş alan bir tavır içinde olacağı umulabilir. Uzmanlar, STK'lar, hatta farklı ülkelerdeki alt gruplarla ilişki sürdürme alışkanlığı bulunan Davutoğlu'nun bu tutumunu sürdüreceğini umar, meslektaşıma başarılar dilerim.

Kaynak: Star