Mısır’ın dış politikasını gözden geçirme meselesi er ya da geç gündeme gelecektir. Tahrir'in ilk günlerinde gözlemciler, ayaklanmanın uluslararası meselelerle bir alakasının olmadığını ifade ettiler. İsrail, Kahire’yle ilişkilerinin geleceği hususunda endişelerini dile getirdiği sırada Mısır’daki Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi (HCAF), ülkesinin Mısır-İsrail Barış Anlaşması’yla birlikte tüm uluslararası anlaşmalara bağlı olduğunu teyit etti. Daha sonra, devrimin akabinde kurulan iki Mısır hükümetine (biri Ahmed Şefik, sonraki Essam Şeref liderliğinde) yönelik eleştiriler, diğer bazı hususların yanı sıra, Dışişleri Bakanı Ahmed Ebul Geyt de dahil olmak üzere eski rejimdeki birkaç bakanın hükümete alınması üzerinde toplandı. Ebul Geyt, Mısır’daki ayaklanmayla ilgili olarak kullandığı ifadeler ve daha önce Gazze’den Mısır’a geçenler ve Hamas ve İran’la ilgili tutumundan dolayı münekkitlerini –bazılarına göre de genel olarak tüm halkı- kızdırmıştı.  Yerine geçen, hukuk bilgisine sahip tecrübeli diplomat Nebil El-Arabi, kendisini Mısır’ın dünyaya bakan yeni yüzünün bir parçası olarak konumlandırdı. İran’la ilişkilerin daha üst seviyeye çıkarılacağı, Gazze'deki Refah Sınır Kapısı’nın açılacağı, İsrail’le ilişkilerin de mütekabiliyet esası üzerinden yürütüleceğine işaret etti. Eğer İsrail’le yapılan barış anlaşmasının gözden geçirilmesi gerekiyorsa, anlaşmada buna imkan tanıyan maddeler vardı. Mısır, Roma Statüsü (Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin hukuki temeli) ve diğer insan hakları belgelerine katılacaktı.

İran konusu bununla da bitmedi. Tahran olumlu karşılık verirken Körfez’de Bahreyn konusundan dolayı İran’la keskin bir ihtilaf yaşayan birkaç Arap ülkesi, yeni bakanın zamanlamasının yanlış olduğu düşüncesindeydi.  Kahire’de uzmanlar, Arap-İsrail ihtilafı, Lübnan, Körfez’in güvenliği ve nükleer silahtan arındırılmış bir bölge tesisi gibi meselelerde Mısır diplomasisini daha etkili kılacağı gerekçesiyle İran’la olan bu açılımı desteklediler. Fakat aynı zamanda birkaç ses de, bu meselenin ele alınış tarzından dolayı endişelerini dile getirdi. Bu konuda Körfez ülkeleriyle önceden istişare ve irtibat sağlanmadığı görülüyordu. Peki niçin şimdi? Bu, eski Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’e daha yumuşak davranılmasına dair Körfez’den gelen gizli tavsiyelere bir tepki miydi? Aceleyle gerçekleştirilen Körfez turunda Başbakan Şeref, "Körfez’in güvenliğinin Mısır için kırmızı çizgi” olduğu ve Tahran’a açılımın Körfez’deki Arap ülkeleriyle ilişkiler pahasına olmayacağına dair ev sahibi ülkeleri ikna etti. Ama Körfez İşbirliği Konseyi, Ürdün ve Fas’ı da içerecek şekilde üyeliklerini genişletme yönünde harekete geçince öyle görülüyor ki bu iknanın da etkisi sınırlı oldu. Bölgedeki yeni düzen Arap kraliyet rejimlerini bir grup altında bir araya getirirken ayaklanmaların olduğu ülkelerle (Mısır, Libya, Suriye, Tunus ve Yemen), istikrarsızlığın hüküm sürdüğü ülkeler (Irak, Somali ve Sudan) ve son derece fakir ülkeleri (Cibuti ve Moritanya) dışarda bıraktı.

Filistin meselesine gelelim. Evvelki sene Filistinliler için iyi sonuçlanmadı.  İsrail, yerleşim politikalarına devam ederken ABD yönetiminin arabuluculuk çabaları da bir işe yaramadı. Fetih’le Hamas’ı uzlaştırma teşebbüsleri başarısız oldu, Hamas’la Kahire arasındaki gerilim de yüksekti. Derken aniden Mısır Filistinliler arasında bir uzlaşma anlaşması sağladı. İsrail Başbakanı buna olumsuz tepki verdi. ABD de endişeliydi ve Hamas’ın muhatap olarak kabul edilmeden önce İsrail’i tanıması gerektiğinde ısrar ediyordu. Fakat Avrupa daha akıllıydı, anlaşmayı olumlu bir gelişme olarak gördü. Sonra Mısır, Refah Sınır Kapısı’nı açacağını, artık Gazze’nin kuşatılmışlığına dair hiçbir şey yapmayacağını açıkladı. Tüm bunlar, Mısır’daki devrimci gençler, aydınlar, medya ve siyasi hareketler (muhtemelen en çok da Müslüman Kardeşler) tarafından daha bağımsız dış politika takip edileceğine dair coşku verici işaretler olarak algılandı.

Ama hayat karmaşıktır. Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa, Mısır devlet başkanlığı için yarışmak üzere görevini bırakıyor. Mısır, biraz tereddütten sonra onun daha önce Arap Birliği’ndeki görev için yaptığı adaylığı geri çekti ve tanınmış politikacı Mustafa El-Feki’nin ismini öne sürdü. Bu aday gösterme Katar’ın rekabetinden dolayı engellenince yerine Mısır’ın yeni dışişleri bakanı oy birliğiyle göreve getirildi. Bu da dış politika meselelerimizin tümden tartışılmasına yol açtı: Mısır’ın yeni dış politikasının ilkeleri nelerdir? Hedefler ne olmalıdır? Hangi stratejiler takip edilmelidir? Yeni dışişleri bakanının görev tanımı nedir?

Yeni referans çerçevesi

Mısır, 60 yıldır dış politikasını üç halkaya  dayalı olarak sürdürdü: Arap, Afrikalı ve Müslüman. İsrail’le uzun süredir devam eden mücadeleye odaklanma ve iki kutuplu uluslararası düzen, öncelikler belirlemesi ve strateji seçmesine yardım etti. Gerçekte Mısır politikası esnek bir şekilde işlev gördü ve 1940’lardan beri tarafsızlığa sarılırken bir yandan da 1960’larda SSCB’yle güya ittifak kurmaktan 1980’lerden itibaren de ABD’yle çok yakın ilişkiye geçti. Üç halka ise daima kronolojik olarak yanlıştı ve pek akıllıca değildi. Bunlar ne Mısır’ın önceliklerine hitap ediyordu ne de bunların karmaşık dünyada nasıl takip edilebileceğini açıklıyordu. Ayrıca SSCB’nin çökmesi, Arap-Israil barış anlaşması ve Bağlantısızlar Hareketi’nin güç kaybetmesiyle oyunun kuralları değişmişti. Bunlara ilaveten son birkaç aydır bölgede manzara, özellikle dış politikayı etkileyecek şekilde önemli ölçüde değişti,

Çoklu Arap ayaklanmaları demokrasi, insan hakları ve katılımcılık vurgusu yaptı. Artık, değişim için örnek olan Mısır, bölgeyi vuran değişim tsunamisinin dalgalarına karşı bir politika formüle etme ihtiyacı hissetti. Şimdiye kadar Mısır dışişleri bakanı bölgedeki halk ayaklanmalarını, ilgili ülkelerin iç meselesi olarak değerlendirdi. BBC’ye “Bu konuda resmi görüşümüz şudur: Yorum yok” dedi.

Mısır’ın Libya olayındaki tutumu, orada çalışan çok sayıda vatandaşının güvenlik ve geçiminin sağlanması olarak izah edildi. Fakat Muhammed Hassaneyn Heykel gibi bazı analistler, Arap Birliği’nin NATO’ya Libya’ya müdahale izni vermesini eleştirdiler. Araplar, tahtından vazgeçmesi için Kaddafi hakkında sert bir uyarı yayımlayamazlar mıydı? Mısır’ın, kapı komşusu olan ülkedeki olayları idare etmede daha belirgin bir rol oynaması gerekmez miydi? Libya’ya Batı müdahalesi başladığından bu yana Arap Birliği niçin sessizliğe büründü? Mısır’ın mayıs sonunda, isyancıları ziyaret etmeden Muammer Kaddafi’ye bir heyet göndermesi ne derece akıllıcaydı?

Güneyde de Mısır’ın dikkatlerini yöneltmesi gereken bir dizi zorluklar var: Nil sularının kesintisiz akışının sağlanması, Sudan’daki bölünmeye karşılık verme ve Kızıldeniz’in güney girişindeki kaosun etkilerini azaltma gibi. Mısır’ın yeni bir enerjiyle dolan siyasi ve sivil toplum liderleri, Etiyopya ve Uganda’ya “halk diplomasisi” başlatsa da davalık meselelerin halli için, bu tür buzları kıran adımlardan daha fazlasının gerektiği açıktır. Yine güney cephesinde, Mısır donanması 25 ülkeden oluşan ve Somali korsanları konusuna odaklanan Birleşik Deniz Kuvvetleri’nin de dışında kaldı. Somali’deki korsanlık da yine 20 senedir ihmal edilen bir ihtilafın yan unsurudur.

Mısır'ın dışişleri bakanı, ülkesinin sadece barış sürecini devam ettirmeyi değil tam kapsamlı bir Arap-İsrail barış anlaşması gerçekleştirmeyi istediğini duyurdu. Bu yönde ilk adım olarak Filistinliler arası uzlaşma sağlanır, Filistin devletinin BM’de tanınması için halen çalışmalar yapılırken gerçek şu ki, ABD başkanlık seçimini geride bırakıncaya kadar en azından önümüzdeki 18 ay için bizi bir durgunluk bekliyor. Peki bu dönem zarfında ne gibi seçenekler var? Mısır-İsrail bağlamında, Gazze’ye geçişlerin iyileştirilmesi, Sina yarımadasında güvenlik düzenlemelerinin takviyesi, Mısır’ın ihraç ettiği gazın fiyatının güncellenmesi için görüşmeler başlatılabilir. Eğer Suriye’deki durum yatışırsa (bu “eğer” önemli), Şam da eski ABD hükümet danışmanı Bill Quant’ın da geçenlerde öne sürdüğü gibi kendi barış görüşmeleri için harekete geçmeye heves edebilir. Aslında bu ihtimal, halk ayaklanması karşısında Beşşar Essad’a ABD’nin daha yumuşak davranmasının sebebini da kısmen açıklıyor. Fakat halen, geçenlerde Thomas Friedman tarafından “barış sürecinin Mübarek’i” olarak tanımlandığı üzere Binyamin Netanyahu'nun engelleme politikalarının nasıl üstesinden gelinebileceği gibi bazı karanlık noktalar var.

Bu arada Orta Doğu’da Arap olmayan devletler, çeşitli sert ve yumuşak güç stratejileriyle fikirlerin enerjik olarak peşine düşüldüğü bir diplomasi türü oluşturdular. Hem Türkiye hem de İran, farklı yollarla, bölgede nüfuz ve etkileşim seviyelerini arttırdı. Türkiye, birkaç Arap ülkesiyle vizesiz seyahat bölgeleri kurdu, Orta Doğu’da ticaret ilişkilerini geliştirdi ve Suriye-İsrail barış görüşmelerinden İran’ın nükleer programı ve Libya’daki duruma kadar çeşitli konularda aracılık yaptı. Türk pembe dizilerinin yıldızları bölgede tanıdık isimler haline geldi. İç baskılar ve Tahran himayesindeki Arap ayaklanmalarının reddedilmesi dolayısıyla zan altında olsa da İran’ın halen Irak’ta muazzam nüfuzu, Suriye, Hizbullah ve Hamas’la da ittifakı var. İran’ın nükleer programı da, bunu İsrail’in atom bombası konusundaki tekeline karşılık verecek boyutta gören insanların hayranlığını celbediyor. Bu standartlara karşı daha dinamik bir Mısır diplomasisi gerekiyor.

Ekonomik boyut

Bu meydan okuyucu ortamın ötesinde Mısır’ın yeni bölgesel dinamiklere reaksiyonu büyük ölçüde iki kritik faktöre bağlı olacaktır: Ekonomi ve iç politika. Turizm gelirlerinde ciddi bir düşüş, ülkeye gelen yatırımlarda azalma, sanayi üretiminde kötüleşme karşısında IMF uzmanları, Mısır’ın gelecek mali yılda 12 milyar dolar kadar dış yardıma ihtiyaç duyacağını tahmin ediyorlar. Bu ihtiyaca cevap verebilecek kapasiteye sahip olan kritik ortaklar ABD, AB, ve Körfez ülkeleridir. Deauville’deki son zirvede G8, Tunus ve Mısır’a, ülkede demokrasiyi tesis etmelerine yardımcı olmak üzere borç erteleme, maddi yardım ve destek sözü verdi. Daha önce de Oxford’da konuşan Katar Başbakanı Hamad bin Casim, "gençler arasında yüksek işsizlik oranına ilaveten ekonomik çeşitlilikteki eksiklik” meselesine hitap etmek üzere Orta Doğu Kalkınma Bankası kurma düşüncesini yeniden gündeme getirdi. Kahire’nin bu gruptaki ülkelerle yakın ve verimli ilişkiler kurması gerekiyor.

İkinci faktör de iç politikanın dış politika belirleme süreci üzerinde giderek artan etkisidir. Son 60 yıldan bu yana Mısır'ın dış politikası, büyük ölçüde zamanın devlet başkanı ve seçkinci dışişleri mekanizmasınca kontrol edilen kapalı bir sistem tarafından tasarlandı (planlandı) ve uygulandı. 25 ocaktan sonra, Kahire'de son Milli Diyalog Konferansı'nda da görüldüğü gibi siyasi partiler, bağımsız uzmanlar, araştırma merkezleri ve medyada giderek daha geniş çaplı dış politika tartışmaları baş gösterdi. Yakın bir gelecekte, önerilen Milli Güvenlik Konseyi, parlamento dış ilişkiler komiteleri, Bakanlar Kurulu gibi kuruluşların bu rolü kurumsallaştıracağı tahmin ediliyor. Siyasi olarak da İslam ve liberal demokrasi akımları tartışmalara mevzu olacak. Burada tehlike, halkın tutumunda görülecek gelişmenin prensipler ve milli menfaatlere dayalı politikayı etkilemesidir.

Kahire’deki son siyasi tartışmalara nostalji hakim olurken tartışmalarda parlak fikirler azdı, Nasır dönemi Mısır’ının Afrika kurtuluş hareketleri ve bu hareketlerin liderlerini desteklediği Zamalek’teki Hişmet Caddesi’nde bulunan villadan bahsedildi. Bazı katılımcılar, dış ekonomik yardımın reddedilmesi, Nasır döneminde Afrika’daki İhracat ve İthalat Şirketi’nin yeniden faal hale getirilmesi ve Mısırlı çiftçilerin Sudan’a gönderilmeleri gibi eski politikalara ve eski vasıtalara dönülmesini önerdiler. Şimdi en çok ihtiyaç duyulan şey ise bölgede deprem etkisi uyandıran değişikliklerin yeni bir şekilde okunmasıdır.

Örneğin, Afrika bağlamında Mısır’ın sahadaki yeni oyuncular ve bunların operasyonlarının boyutunu göz önünde bulundurması gerekiyor.   Burada Asya güçleriyle etkileşimde hızlı bir büyüme oldu. Halihazırda Çin’in Afrika’yla  ticaret hacmi yıllık 125 milyar dolardan fazladır. Hindistan ve Afrika arasındaki ticaret ise 2001’de 1 milyar dolar iken geçen sene yaklaşık 50 milyar dolara sıçradı. Hindistan, Etiyopya’daki en büyük yabancı yatırımcıdır (geçen sene 4,78 milyar dolar yatırım yaptı). Hindistan’ın Addis Ababa’yla yıllık ticaret hacmi 272 milyon dolardır. Son Hindistan-Afrika zirvesinde Hindistan Başbakanı, kalkındırma kuruluşlarına 700 milyon dolar ve Cibuti- Etiyopya demir yolu inşası için 300 milyon dolara ilaveten Afrika ülkelerinin Milenyum Kalkınma Hedefleri’ne ulaşabilmelerini desteklemek üzere önümüzdeki üç yıl içinde 5 milyar dolar yardım taahhüdünde bulundu. Hindistan ayrıca 22 bin kişiye yükseköğrenim bursuyla Afrika Birliği’nin Somali’deki AMISOM misyonunun masraflarını karşılamayı teklif etti. Bu arada Güney Afrika da Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’den oluşan BRIC grubuna katıldı. Bu tür gelişmeler bölgeyi ve Mısır’ın Afrika’daki hareket imkanlarını değiştirdi. Mısır’ın Afrika’yla daha yakından meşgul olması, yenilikler yapması ve sürekli gayret içinde olması gerekiyor.

Mısır’ın gelecek dışişleri bakanının tüm bu faktörleri dikkate alması gerekiyor. Ülke dış politikası için yeni bir vizyon geliştirme yeteneğinin de büyük önemi var. Fransız romancı Marcel Proust’un bir zamanlar dediği gibi: “Gerçek keşif seferleri, sadece yeni topraklar aramaktan ibaret değildir, aynı zamanda yeni gözlerle bakmaktır da.” Belki de Mısır diplomasisinin şu an, başka her şeyden daha fazla, ihtiyaç duyduğu da budur.

Kaynak: El Ahram

Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas