Türkiye farklı bir saflaşmayı yaşıyor aylardır. Özgürleşme korkusuyla, agorafobiden kurtulma azminin çatışması, söz konusu olan. Türkiye’yi iç ve dış düşman tehditlerinin oluşturduğu psikolojik bir demir perdenin gerisine çekmeye çalışanlar, konumlarını referandum sonuçlarıyla güçlendirmek için inanmadıkları değerleri ve kavramları dahi öne sürmeye başladılar.

Referandum sonuçları elbet önemli, ancak asıl referanduma giden sürecin Türkiye için çok öğretici olduğunu düşünüyorum. MHP lideri Bahçeli’nin hiç bir iyi niyet ve uzlaşma vaad etmeyen yaklaşımlarına karşılık… Hakkari’de öldürülen 9 PKK’lıyı sahiplenirken, aynı şehirde örgütün öldürdüğü imamla ilgilenmeyen Osman Baydemir’e rağmen…

Ana muhalefet partisi CHP ise kendini aşmaya çalışan bir parti olmaya çalışıyor, hantal yapısal mantığını korumaya da devam ederken. Bir süreliğine de olsa özgürlükçü bir parti gibi algılanma gayreti içinde görünüyor Kılıçdaroğlu’nun CHP’si. Gelgelelim, sistem partisi mensuplarının dili, sistem dışı bir muhalefetin kelimeleriyle konuşmaya çalışırken karışıyor.

Ana muhalefet partisi mensupları referandumdaki tavırlarını yansıtan “hayır“ı, AKP’yi hedef alan bir anlamda dinsel bir göndermesi olacak şekilde, sözde bir ironi yükleyerek kullanıyorlar. Bulundukları yerle seçim söylemleri arasındaki uçurumda bilinçaltlarının çok de derinliklerine bastırılmamış korkuları veya öfkelerini yansıtan imgeler uçuşuyor.

Başörtülü kadınları rahibelere benzetiyorlar örneğin. Bunu yaparken hem başörtülü kadınları İslami varlıklarından kopartmak suretiyle bu topraklarda görünmez kılma niyetlerini açığa vuruyor, hem de rahibelerin saygınlığını hedef almış oluyorlar.

Kılıçdaroğlu zaman zaman başörtüsüyle ilgili özgürlükçü bir pencereye açmaya çalıştığı izlenimi verirken, geriye doğru sıçrayan adımlar atıyor.

Biz işte o sırada duyuyoruz giysi söküğünden gelen sesleri. Fazla büyük bir giysi olmalı Kılıçdaroğlu için ısmarlanan. Ya da oldum olası, dikiş izleri görünen giysilerle dolaşıyor CHP’nin yeni lideri. Sürekli bir yakınma, şikayet, kusuru başkasında arama, özrün kabahatten büyük olması, gösterişçi bir sadelik, alttan alta ayaklanan bir kibir, bunalımının kaynağını araştırırken ortalığı kırıp dökme, aba altından sopa gösterme, Bülent Ecevit misali ak güvercinler uçurtma gökyüzüne…

“Dikiş izleri görünen giysiler gibi filmler yapan yönetmen“ olarak değerlendirir ya Marguerite Duras, yere göğe konulamayan Woody Allen’ı... Kılıçdaroğlu bana Türkiye siyasetinin Woody Allen’ı gibi görünüyor. Çaresizce atanmışlığı nedeniyle sahicilikten uzak ve öykünmeci bir seslenmeye mahkûm neredeyse. Her seslenmesinde biraz daha sökülüyor üzerindeki giysinin, dilindeki kelimelerin dikişleri. Sözde “Türkiye’nin Gandi“si. Hakikatte ise, memleketimizdeki halka karşı halkçılığın acul yüzü olmaya gönül indirebilen bir siyasetçi en fazla.

Başlıbaşına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a “Recep“ diye seslenmekteki ısrarı bile bu açıdan fazlasıyla anlamlı. Kimdir Recep? Halk adamı mı, yoksa varlığıyla aydının halktan (köylüden, taşradan, Azra Erhat kalemi değmemiş Anadolu’dan) tiksintisini yansıtan kurgusal kişilik mi… Halk adamı olarak kendi imajını ileri süren Kılıçdaroğlu’nun dilinde “Recep“, halkın aydın kesimince hor görülen varlığının da ifadesi oluyor. Sanki, elinden gelse, “Recep Efendi“ diye seslenirdi. Kasımpaşa’da yetişmiş İHL’li “Recep Bey“ nasıl olur da CHP’nin sahip olduğu imtiyazlı konuma rağmen üstüste başbakanlık koltuğuna oturabilir, hatta cumhurbaşkanlığı hayalleri de kurabilir…

Rakibine yönelik horgörü bildiren seslenmeler, Kılıçdaroğlu’nun AKP tarafından dillendirilen söylemleri benimsemesine de engel olmuyor üstelik.

Çünkü, “varlığı popülerliğini yitirdiğinde, zayıf taraf genellikle muhaliflerinin görüşlerini tekrarlayarak bunları kendi düşünceleriymiş gibi sunar“; İtalyan politik düşünür Norberto Bobbio’nun 1994 yılında yayınlanan “Sol ve Sağ‘ isimli kitabında yer verdiği bir yorumdur bu. Bobbio’nun açıklamalarında tezahür eden sanki Kılıçdaroğlu CHP’sidir, bakınız: “Kaybeden tarafın uyguladığı klasik strateji muhalifinin düşüncelerini kotararak ve böylece onu nötrleştirmek suretiyle pratikte kendi konumunu bir şekilde koruyabilme amacıyla muhalif görüşlerden bir sentez oluşturmaktır.“ (Anthony Giddens, Üçüncü Yol, sf. 51, Birey Yayıncılık)

Mesela Kılıçdaroğlu referandumda “ evet“ diyen kişinin ertesi sabah polislerce evinden alınmaya da hazırlanması gerektiğini öne sürebildi; yargıda reformu destekleyen, mahkemelerde sivilleşmeye çaba gösteren girişimin saflarında yer alıyormuş gibi!

Ordu ve yargının gücüyle bütünleşerek demokratik olmayan bir iktidar alanını koruyan CHP, bu alanı yitirmeye başladığı aşikâr olduğu için de kendini yenileme çabasına düştü. Ancak söylemsel ödünç almalarla kendini yenileyemiyor bir parti, hele ki CHP gibi nâmeşru yollarla iktidar kurma alışkanlığına sahipse.

CHP’nin siyasal bağlamda kabuğunu kırmaya çalışan Kılıçdaroğlu’nda dile gelen halk görüşü, köylüyü milletin efendisi olarak görmekten uzak mantığını dışavuruyor. Kılıçdaroğlu ise dikiş izleri görünen giysileriyle her zaman bir prova sahnesinden seslenmeye devam edeceği hissini uyandırıyor.

Not. Değerli Dünya Bülteni sitesi okuyucularının Ramazan bayramını gönülden kutluyorum, uzun sıcak günlerdeki ibadetlerimizin amacına ulaştığını umarak. Bayram günlerinin barış ve bereketinin bütün yıla ve yeryüzüne yayılmasını diliyorum Allah’tan, ayrıca.