"Devletten yana taraf olmak" diye bir şey yok. Devlet adaletten yana taraf olduğu zaman meşrudur..

Kamu yararı adına bireyin özgürlüklerini sınırlandırmaya kalkanlar, devletin varlık sebebinin birey temel hak ve hürriyetlerini korumak, bireyin haklarını ve hukukunu, inancını, kimliğini, kültürünü çoğunluğa karşı korumak olduğunu unutuyorlar. Böylece kendi varlık sebeblerini inkar etmiş oluyorlar..

Devlet, vatandaşı için vardır. Geçen gün Tüketiciler Birliği Genel Başkan Yardımcısı Kemal Özer'le konuşuyoruz da, yargının tavrı şu: Biz devletten yana tarafız..

Hakim kendini Cumhuriyet savcısı sanıyor.. Kaldı ki, bu görev savcıya da yakışmıyor.. "Cumhuriyet"in savcısı olmaz.. Cumhuriyet savcıları, hukukun gerçekleşmesi için vardır ve herhangi bir kesimden yana taraf değil, genel iddiaları dillendiren, araştıran kişidir. Ne demek Cumhuriyetten yana taraf olmak?.

Cumhuriyeti bir rejim değil de, devlet olarak görüp bunu savunan milliyetçiler de var.. Bir başka kesim ise Cumhuriyet diye Kemalist ideolojiyi kasdediyor.. Yani rejim müdafaası yapıyor.. Devletle mahkemelik olan biri, bu mahkemelere nasıl güvenecek o zaman! Bu arada kendini devlet yerine koyanlar da var.. Kendisini, partisini ya da belli bir kesimi devletle özdeşleştiriyor.. CHP'liler bu grupta yer alıyor mesela. Kemalistler de kendilerini devletin asli unsuru sayıyor sanki.

"Devlet" diye, birtakım eli kanlı, vurguncu bürokratların, hukuk dışı işlemlerini kutsamaya çalışan birilerinin, görevlerini istismar ederek devletin, anayasa ve yasalarınn varlık ve meşruiyet temellerini istismar ederek, dokunulmazlık zırhı içinde, milletin temel değerlerine karşı meydan okumalarını işitiyor gibiyim, bu meydan okumalar arasında..

Yaşanan krizin arkasında bu sapkınlık var.. Kendileri dışındaki herkesi rejime yönelik tehdit olarak görüyorlar.. Kendilerini barışın jandarması olarak gören bu çevreler, başörtüsünün serbest bırakılması halinde barış ortamının zedeleneceğini ileri sürerek barışı zedeliyorlar..

Bu tartışmanın, baskıların bu ülkede nelere malolduğunu bilmeyen tek bu kesim kaldı.

Bazan bunların Tayyib Erdoğan tarafından özel olarak görevlendirilmiş olup olmayacağı gibi bir komplo teorisinden söz edenleri düşünmeden edemiyorum.. Bu seviyedeki bir tartışma CHP'yi bitirir, AK Parti'yi zirve yaptırır. Daha önce bunu gördük..

Eğer bu sürecin sonunda bir darbeci grup kalkar, çılgınca bir iş yapacak olursa, bu darbe ya olma aşamasında, ya da halkın sokağa çıkması ile anında bastırılır ve o zaman bu iş temelli biter. Bu işlere kalkışanlar da hakettikleri yere giderler.

Bir darbenin olma ihtimali yok. Şartlar oluşmadı, konjonktür müsaid değil.. Olsa bile darbenin başarılı olma ihtimali yok. O zaman! AK Parti'yi kapatmanın çözüm olacağını sanıyorlarsa yanılıyorlar. O zaman bu gürültü niye?. Bir çatışma ihtimalinden söz ediyorlar. Oysa toplumda böyle bir çatışma ihtimali yok.. Bu iddiayı ortaya atanlar, ya bu ifadelerle kendi karanlık emellerini ifşa ediyorlar, ya da kurnazlık yapıp, bir yerlere mesaj vererek halkı sokağa çıkarmaya çalışıyorlar..

Birileri Kürtlerin sokağa çıkacağını, iktidarın terörle mücadelede ipin ucunu kaçırıp, süreci kontrol edemeyeceğini, zinde kuvvetlerin de duruma vaziyet edeceğini düşünüyorlardı, olmadı. PKK sempatizanları bile bu kadar ahmakça bir oyuna gelmedi. Birilerinin de umutları boşa çıktı.

Oysa media ve bazı örgütler bu beklenti içindeydi. Ardından işçiyi, memuru sokağa dökmeyi denediler, olmuyor.. Ya yapamıyorlar, ya da halkın feraseti bu çevrelerin karanlık planlarını bozuyor..

Son haberleri biliyorsunuz, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'ndan sonra, Danıştay da bayrak gösterdi.. Akıllarınca iktidar partisine ve MHP'ye mesaj veriyorlar.

Yargıdan birileri, bir siyasi parti gibi, parlamentoya, iktidara meydan okuma, hesap sorma çabasında sanki.. Açık açık muhtıra nitelikli şeyler bunlar.
Yargıçlar layüs'el mi? O zaman yürütme de yargıya dönük bildiri yayınlasın..
Bu tavır kuvvetler ayrılığı prensibinin ihlalidir.. Açık ve kaba bir şekilde milli egemenliğe karşı kaba bir meydan okuma, yargının siyaset yapma hadisesi ile karşı karşıyayız..

Danıştay Başkanlığı'nca yapılan açıklamada türban yasağının kaldırılmasına ilişkin tartışmalarla ilgili yapılan açıklamada, yeni düzenlemeler yapılırken Anayasa'nın temel ve değişmez ilkelerine ve yargı kararlarına uygun davranılmamasının, Cumhuriyetin kazanımlarına aykırı olacağı belirtilerek, "Söz konusu girişimlerin eğitim kurumları ile sınırlı kalmayacağı ve sonuçta toplumsal barışı da zedeleyeceği kaygı ile izlenmektedir" deniyor..
Bunlar yargıçlar diktatörlüğüne kapı aralayan talihsiz beyanlardır..

Yargı, kendini yasama ve yürütme yerine koyamaz. Yargı rejim bekçiliğine soyunamaz, yargı kendini siyasi parti yerine koyamaz. Yargı, anayasa ve yasaların varlık ve meşruiyet temellerine karşı bir meydan okuma iddiasında bulunamaz.. Yargı, darbecilerin sözcülüğüne, darbe dönemlerindeki çevrelerin sözcülüğüne soyunamaz.. Yargı, uluslararası sözleşmeleri ve AB müktesebatını hiçe sayamaz..

Yargıçların kanun teknisyeni olmanın ötesine geçip, hukuk devletinin gereklerini yerine getirerek toplumun ufkunu aydınlatması gerek. 60 darbesinin mirası olan, değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen, hukuk dışı, çağı geçmiş, içi boşalmış, uygulama kabiliyeti olmayan, akıl dışı birtakım ara rejim dönemi dayatmalarının bekçiliğine soyunamaz..

Cumhuriyetin kazanımları; insan hakları ve demokrasi, hukuk devleti değilse nedir? O zaman rejimin evrilmesinden değil, tereddisinden söz etmek gerek. Ki o zaman bunun adı faşizmdir, totaliterizmdir. Dikta rejimidir..

Bir yargı mensubu böyle bir ilkelliğin müdafii olamaz. Bu, Türk milletine hakarettir.. Bu, bu ülkenin halklarının inancına, kültürüne, kimliğine karşı suikasttır.. Krizin, geriliğin, sorunların, yoksulluğun, terörün sebebi de budur.. Birileri hâlâ toplumu terör ve irtica umacısı ile korkutarak kontrol etmeye çalışmaktadır. Toplumun farklı kesimlerini birbirine karşı kışkırtarak kontrollü bunalım stratejisi taktiği uygulamaktadır.. Yargıçların ve yargı kurumlarının görevi bildiri yayınlamak, sokak gösterileri yapmak, yasama ve yürütmeye muhtıra vermek, darbe imasında bulunmak, üniversite ve siyasi partileri yargı sopası ile yola getirmek değildir..

Türkiye'nin başına gelen en büyük felaket bu yasakçı zihniyettir.. Bürokrasisinde de, yargısında da adaletten, hukuktan yana taraf olmak yerine siyasi fikirlerin ve ideolojik tercihlerin zebunu olan birtakım zihinler, öyle anlaşılıyor ki, daha bir süre giderek azalarak da olsa sorun üretmeye devam edecekler..

Yahu, devlet, bireyin dini hayatına müdahale edebilir mi? O zaman niye Kurban tatil, Ramazan tatil? Kamusal alanda, kışlada, öğrenci yurdunda dini tercihlere yer yoksa size kalsa domuz da yedireceksiniz öyle mi? Bırakın dini inanışı, insanların vicdani ve felsefi kanaatlerine karşı laik devlet bir dayatma, üst tercih içinde olamaz.. Böyle bir laiklik, böyle bir demokrasi yok. Bu, demokrasi ve laikliğin istismarıdır. Bu iddiaların, bırakın hukuk devleti ile, akılla ve sıradan bir ahlak telakkisi ile meşru bir bağını kuramazsınız. Cumhuriyet bu değil beyler. Bu iddialar cumhuriyetin mana ve mefhumuna aykırıdır.. Hani hilafet, mana ve mefhum olarak Millet Meclisi'nin şahs-ı manevisinde mündemiçti, ya da Diyanet neyin nesi? Güldürmeyin insanı.. Selam ve dua ile..

NOT: Bugün, her yer Kerbela ve her yer Aşura.. Bir yandan Aşura'yı, bir yandan başörtüsünü konuşuyoruz. Öte yandan Hrant'ın ölümünün yıldönümündeyiz ve hâlâ bu cinayetin arkasındaki sır aydınlatılamadı.. Her zaman ve her şartta devletten yana taraf olduklarını söyleyenler, aslında belki de devletin içinde gizli çetelerin dokunulmazlıklarını istiyor, savunuyorlardır. Susurluk'ta, Şemdinli'de, Dink davasında bunu görmedik mi? Mumcu davası ya da binlerle ifade edilen faili meçhullerin arkasındaki kanlı gerçek bu değil mi? Sözün sükût ettiği yerdeyiz.. Ker-Bela'dayız. Başımız devletin derinliklerindekilerle belada!