Bundan dört yıl kadar önceydi Tayland'ın güneyinde Müslümanların çoğunlukta olduğu güney bölgesine gittiğimde bir zamanlar burada var olan Patani Sultanlığı'nın izlerini sürmeye çalışıyordum. Yaklaşık yüzyıldır Tayland işgalini hâlâ içlerine sindiremeyen Patanili Müslümanların mücadelelerinden haberdar olarak bir tür bilinç arkeolojisi yapıyordum. Patani'nin tropikal ormanlarında verilen gerilla savaşlarının tarihi hiç de yeni değil. Şimdilerde ise adeta her taraftan kuşatılarak, tam bir devlet terörü altında umutlarını diri tutmaya çalışıyorlardı.

Patanili Müslümanlar geçmişteki özgürlük günlerinin nişanesi olarak hüküm süren sultanların türbelerini gösterirken Budist Tay çoğunluğun hakim olduğu Tayland yönetimine karşı sanki meydan okur gibiydiler. Benim için şaşırtıcı olan, bu türbelerden en görkemlisinin kadın yöneticilere ait olmasıydı. Bu türbeler için görkemli desem de yine de bizdeki türbelere göre çok mütevazı mezarlardı. Tarihsel olarak Patani'yi en güçlü dönemlerinde yönetenler peşpeşe tahta çıkan kadın sultanlar olmuştu..

Patanililerin bölgelerini işgale den Tayland yönetimine karşı tarihsel iddialarını sürdürmelerini mümkün kılan ve milli kimliklerini inşa ettikleri hanım sultanların da dahil olduğu mezarlardan daha fazla övündükleri hatta neredeyse kutsayacak derecede saygı gösterdikleri türbe ise çok daha farklıydı. Şehir merkezinin epeyce dışına çıkıp yüksek hindistan cevizi ağaçlarının arasından deniz kenarına geldiğimizde karadan epeyce uzakta bölgeye özgü mimarisiyle türbeyi hatırlatan bir yapıyı ilk gördüğümde şaşkınlığımı saklayamayacaktım: Denizin ortasında bir türbe.

 

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN...