Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) belki sadece Kürt bölgelerinde değil yurt çapında önemli bir gelişme kaydettiği zaten seçim sonuçlarından belli.

Ancak AKP’nin Kürt bölgelerinde, Türkiye geneline oranla daha fazla ilerleme kaydetmiş olması, Türkiye genelindeki yükselişinden ayrı bir şekilde, özgün bir şekilde, bölgenin ve dolayısıyla da Kürt sorununun özelinde ele alınmasını zorunlu kılıyor.

Pazar akşamı (29 Temmuz), Roj TV’nin Almanya’daki stüdyosunda gerçekleşen ‘Sela Sor’ programında Diyarbakırlı gazeteci Evrim Alataş ve Almanya’daki meslektaşımız Tuncay Doğan’la, Kürt meselesini ana eksen alarak, 22 Temmuz seçim dönemi sonrasını tartıştık.

Cahit Mervan’ın yönettiği tartışma programında Demokratik Toplum Partisi (DTP) ile AKP’nin Kürt seçmenler üzerindeki etkisini de ele aldık.

Aslında İnternet’te Milliyet gazetesinde yayınlanan
Namık Durukan imzalı haberde, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde AKP ve DTP’nin son iki seçimde aldığı oyları alt alta ya da yan yana yazmak, durumu yeteri kadar açıklıkla sergiliyor: Bölgede DTP geriliyor, AKP ilerliyor.

Bileşik kaplar teorisi kadar otomatik olmasa da, AKP’nin yükselişi ile DTP’nin gerilemesi arasında doğrudan bir bağ var. AKP’nin Kürt bölgelerindeki yükselişini Esmer dergisinin Ağustos sayısı için yazdığım bir tahlilde ayrıntılı bir şekilde aktarmaya çalıştım.

Almanya’daki kısa görüşmeler ve televizyon programındaki tartışmalardan da yola çıkarak DTP’nin gerilemesinin nedenlerini ve olası gelişmeleri anlamaya çalışacağım şimdi.

AKP daha da ilerlemek niyetinde

Televizyon tartışmasında Doğan ile Alataş, iki ayrı konuya dikkat çekti:

Seçim sonrası Başbakan Erdoğan’ın kendi örgütüne verdiği ilk talimatlardan biri ‘Diyarbakır ve Tunceli’yi kazanın!’ şeklinde olmuş. Tunceli, AKP’nin milletvekili çıkaramadığı tek vilayet. Diyarbakır’da da DTP’li 4 adayın kazanması AKP’yi rahatsız etmişe benzer.

Diyarbakır Sur Belediye Başkanı ‘çift dilli belediyecilik uygulaması’ nedeniyle görevden alınınca yakın bir gelecekte Sur’da yani Suriçi’nde yerel seçim yapılacak. Alataş, bu seçimin hem AKP hem de DTP için hayati önemi olduğunu düşünüyor.

Belki de sonda söylenmesi gereken saptamayı baştan yapmakta yarar var: DTP bağımsız bir şekilde politika üretemiyor. Yani hem bağımsız değil hem de politika üretemiyor.

Bugünkü adı DTP olan siyasi hareketin aslında Halkın Emek Partisi’nden (HEP) bu yana ana sıkıntısı, sorunu, engeli bu bağımsızlık eksikliği ve politika üretememesi.

Çünkü DTP, Kürt siyasetini legal alanda yürüten güç olarak, çok ağır ve baskıcı ikili kıskaç arasında. Bu iki güç, yani resmi devlet mekanizması ile yurtiçi ve yurtdışındaki diğer Kürt siyasi odakları, çoğu zaman uzlaşmaz bir çelişki içinde. DTP’nin bu iki gücü dengeleme şansı neredeyse hiç yok.

DTP açık ve kesin bir şekilde bu iki güçten birinin uzantısı da olmuyor, olamaz da zaten. DTP’nin legal konumu ile tabanının iradesi de çelişki yaratan bir unsur.

İkili kıskaç aslında tam olarak ikili de değil. Çünkü resmi devlet mekanizması olarak adlandırdığım güçler içinde, Genel Kurmay Başkanlığı var, AKP var, CHP ve MHP var, Türk toplumunun bir kesimi var. Kısacası bu kıskacın siyasi, askeri, idari ve hukuki kolları mevcut. Tüm bu boyutlar da aslında monolitik bir güç oluşturmuyor.

Keza, diğer kıskacın da yekpare olduğunu söylemek mümkün değil. Yani tabanı, İmralı, Kandil, Barzani-Talabani ve Kürt diasporasının da DTP üzerinde farklı plan ve iradeleri mevcut.

DTP’nin bugün Meclis’te oluşturmaya hazırlandığı grubun üyelerine baktığımızda, Ahmet Türk, Sırrı Sakık, Hamit Geylani, Osman Özçelik ya da Akın Birdal gibi nispeten tecrübeli politikacıların varlığını saptıyoruz.

Ancak grubun diğer üyelerinin İnsan Hakları Derneği ya da diğer sivil topluım örgütleri deneyimli, nispeten genç ve parlamenter deneyimi olmayan kişilerden oluştuğunu görüyoruz. Oysa ki DTP’ye bugün Tarık Ziya Ekinci, rahmetli Musa Anter kalibresinde ‘akil insanlar’ gerekli.

Orhan Doğan’ın önce Yüksek Seçim Kurulu tarafından daha sonra da ölümüyle engellenen eksikliği, aslında büyük bir kayıp. Keza Orhan Miroğlu’nun da Mersin’den garip bir şekilde seçilemeyişi DTP’yi zayıf düşürdü.

DTP’nin ilk açıklamaları, yani barış ve diyalog iradesi, eski hatalardan ders çıkarttığını itiraf etmesi olumlu bir tutum olsa da, DTP’nin üstlendiği hayati misyonu yerine getirebilecek, yani legal ve meşru, ayağı yere basan, bağımsız politikalar üretebilecek zihniyet ve dolayısıyla kadro eksikliğini kapatacak durumda değil.

DTP, tepesindeki iki kıskaca karşı savunmacı reflekslere kapılırsa zaaflarını iyice derinleştirme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. Agresif bir politika da kutuplaşmayı yoğunlaştıracağı için olumsuz.

DTP’nin akıl hocaları: Uslu durun!

Medyada çok sayıda kalem, DTP’nin akıl hocalığına soyunmuş durumda. Özetlemek gerekirse DTP’yi Kürtsüzleştirmeye, bir başka deyişle ehlileştirmeye, pasifleştirmeye yönelik tavsiyelerde bulunuyor çok sayıda yazar. Onların ilham kaynağı Başbakan Erdoğan olsa gerek.

Çünkü Erdoğan, DTP’lilerin Meclis’te Kürt meselesini siyasallaştırma girişimine öncelikle kendisinin karşı çıkacağını açıkladı! Çünkü Kürt meselesi siyasal değil, sportif bir konu!

Hariçten gazel okuyan bu kesim, resmi devlet mekanizmasına, Genel Kurmay Başkanlığına, AKP’ye, Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP), Milliyetçi Hareket Partisi’ne (MHP) herhangi bir çağrıda bulunmuyor. Oysa ki Meclis’deki ilişkiler tek yanlı değil ki...

Uzlaşma, buzların kırılması, diyalog ortamının sağlanması ancak iki tarafın yumuşamasıyla sağlanabilir. Seçim kampanyası başladığından bu yana resmi cenahta Kürt sorununa ilişkin herhangi olumlu bir mesaj gelmedi.

Bu eksikliğe, bu olumsuz duruma rağmen, Roj TV’deki programda görüşlerini açıklayan PKK yöneticilerinden Duran Kalkan, AKP hükümetine, bence hayırhah bir yaklaşımla, süre tanıyan, devletten ve AKP’ten olumlu beklentiler içinde olduklarını ifade eden cümleler sarf etti.

Aslında sadece Kalkan’da değil birçok DTP’lide AKP yönetimine karşı ılımlı bir duruş sezdim. Kendi tabanlarını kemiren hatta oyan AKP’ye karşı bu gevşek tutum, hükümete ve AKP’nin temsil ettiği sağcı, gizli milliyetçi politikalara karşı mücadeleyi öteleyen yaklaşım, DTP’nin erimesini hızlandırabilir.

Milliyetçilik mi sol mu?

DTP’nin bu alandaki temel zaafı, milliyetçilikle sol ideoloji arasında kesin ve açık bir tercih yapamamış olması. ABD, Barzani-Talabani faktörünün ağırlığı nedeniyle de, DTP’nin gerçek anlamda bir sol ideolojik hat tutturması son derece güç görünüyor.

Oysa ki, Türkiye’de ve özel olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) gerçek ve ciddi bir sol muhalefeti hayata geçirmeye aday tek parti DTP olsa gerek. Bu tutum DTP’yi sıradan ve küçük bir Kürt partisi, etnik temelli bir parti olmaktan da çıkarıp, Türkiye partisi haline getirebilme şansına da sahip.

Benim konuştuğum bazı DTP’lilerde ve medyaya yansıyan bazı demeçlerde aslında bu irade az da olsa var.

DTP uğradığı oy kaybını, çeşitli resmi baskılar, AKP’nin hükümette olma imkanlarını ya da dini motifleri iyi kullanmasıyla ya da kendi teknik eksiklikleriyle açıklayacağı yerde, esas olarak kendi temel siyasi tercihlerini gözden geçirse çok daha olumlu bir konuma geçebilir.

DTP’nin içten bir şekilde sarılması gereken sol ideoloji, bugün açlık ve sefalete karşı somut çözüm öneremiyorsa, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Ortadoğu ve özel olarak Irak’taki konumunu çözümleyemiyorsa, Avrupa Birliği (AB) konusunda net ve açık bir tavır sergileyemiyorsa, yani sadece sözde kalıyorsa, herhangi bir önem ve değer arz etmiyor demektir.

Almanya’daki bazı Kürt siyasetçilerinin, Türkiye’deki Kürt meselesinin çözümünü AKP-ABD ikilisinin Büyük Ortadoğu Projesinde gördüklerini duyduğumda, fena oldum. Bu Proje artık en aşırı-sağcı Amerikan kurumlarında bile rafa kaldırıldı.

Sonuç olarak Ankara, ABD ve Irak yönetimiyle anlaşarak PKK’ye yönelik hakiki ya da gösteri niteliğinde bir askeri operasyon düzenlese bile, Kürt meselesi uzunca bir süredir, salt askeri sorun olmaktan çıktığı için temel verileri değiştirebilecek niteliğe sahip değil.

Bu siyasi, ekonomik, tarihi, sosyolojik ve belki de en önemlisi bölgesel hatta küresel sorunu ne tek başına Ankara hatta Ankara-PKK ikilisi çözebilir ne de Washington, Tahran, Bağdat, Şam ve bazı başka başkentlerin onayı olmadan mecra değiştirebilir.

DTP’nin Meclis’e girmesi, gerek temsil adaleti gerekse sorunun siyasal/parlamenter arenada gündeme getirilmesi açısından kuşkusuz olumlu bir gelişme.

Ne var ki barışçı siyasal çözümün gündeme gelebilmesi için de başta resmi devlet mekanizması olmak üzere tüm kesimlerin şimdiye kadar ele alınmamış, yaratıcı, halkçı, yasal ve meşru mekanizmalar oluşturması, sakin bir şekilde yeni süreçler başlatması gerekiyor.

Yavaş yavaş, adım adım inşa edilecek bu süreçler için genel siyasi ortam müsait mi? Her iki tarafın zihniyet dünyası bu değişime hazır mı? Bu yumuşak geçişin kadroları aktif mi?

Bu soruların yanıtları önemli.

 

 

Kaynak:BİANET