Zaman gazetesinde belirli aralıklarla yayınladığım yorum yazılarımda polemik üslubuna pek rağbet etmediğimi izleyen okurlar bilirler.
Ancak, içinden geçtiğimiz ilginç süreç kelimenin etimolojik kökeninden bağımsız olarak (bilebildiğim kadarıyla polemik Yunancada savaş anlamına geliyor) bir ölçüde polemik yapmayı gerektirebilir; zira bunca senelik ekonomik, siyasal, toplumsal tecrübeye karşın hâlâ belirli kavramlarda, uygulamalarda çağın gerektirdiği yerlere gelmede zorlanıyoruz.
Bu durum demokrasi, hukuk devleti, laiklik gibi temel ilkeler için de gerekli, ekonomi için de.
Dünkü (11 Haziran 2008, Çarşamba) Hürriyet gazetesinde Koç Holding Şeref Başkanı Sayın Rahmi Koç'un ilginç açıklamaları ve değerlendirmeleri (Capital Dergisi) yayınlandı.
Yazının başlığı "Demokrasi var diye her isteyene otomobil üretme izni verdiler" şeklinde.
Sayın Koç'un Hürriyet gazetesinden okuduğum değerlendirmelerinden alıntılar yapıyorum:
"Gümrük vergileri indirilirse hiçbirimiz dışarıyla rekabet edemeyiz".
"Bugün dünyada rekabet edebilmek için tek markadan, tek modelden 200 bin tane yapmak gerekiyor. Bundan az ürettiğiniz zaman şansınız yok. Dolayısıyla iş hükümetin elinde. Biz maalesef Kore gibi yapamadık. Kore Hükümeti orada diktatörlük olduğu için dedi ki, 'Samsung sen elektronik yapacaksın, Hyundai araba yapacak, falanca gemi yapacak'. Bizde ise demokrasi var dediler ve her isteyene otomobil üretme izni verdiler. Hiçbirimiz tam olarak yapamadık."
Açıklamalar ve değerlendirmeler bu çizgi üzerinden devam ediyor; yazıma aldığım kısımları özellikle seçmiş değilim, Sayın Koç'un değerlendirmelerini temsil ettiğini düşündüğüm sözlerden alıntılar yaptım.
***
Sayın Rahmi Koç'un yaptığı bu değerlendirmeleri en hafif tabiriyle anlamakta zorlanıyorum; anlamakta zorlandığım ilk konu söz konusu açıklamaların tamamen geçmişin bir değerlendirmesi, bir serzeniş mi yoksa bu açıklamaların bugüne de ilişkin öneriler taşıyıp taşımadığı konusu.
Sayın Koç'un değerlendirmeleri şayet sadece geçmişin bir muhasebesi ise benim de söyleyecek fazla sözüm pek yok; ama yine de bir-iki noktanın altı çizilebilir.
Daha bir-iki hafta önce Türkiye'de 27 Mayıs meselesi konuşuldu; bu askerî darbenin ülkemizde bir darbeler geleneği yarattığının, üç masum insanı vahşice katlettiğinin altı çizildi, ben de bu değerlendirmelere katılıyorum ama tartışmanın tüm tarafları bu darbe sürecinin ürünü olan 1961 Anayasası üzerinde bir ölçüde mutabık da kalabildiler.
Oysa, her türlü yeni düzenleme bir yana (bir bölümüne her aklı başında insan katılıyor), bence 61 Anayasası'nın en önemli özelliği gecikmiş, zamansız, anakronik bir ithal ikameci modelin hukuksal üst yapısı olduğu gerçeği idi.
Kore ekonomisi gibi ekonomiler 1960'lardan itibaren hızla farklı bir sermaye birikim modeline geçerken, biz çağdışı bir ithal ikameci modelde ısrar ettik ve bu yanlış ısrarımızın bedelini de 1969 sonrası, 24 Ocak 1980'e dek yaşanan ağır ve sürekli krizle ödedik.
1961 Anayasası ile ithal ikameci modelin üstyapısını kurmak yerine Güney Kore türü bir sermaye birikim modeli denense idi bugün nerede oluruz sorusuna net cevap vermek çok kolay değil ama Sayın Koç'un değerlendirmelerine katılmak bir ölçüde mümkün.
Ancak, Sayın Rahmi Koç'un açıklama ve değerlendirmelerinin bugüne ilişkin öneriler üretmek amacı var ise, durum büyük ölçüde değişmektedir.
Sayın Koç'un otomobil sektöründe rekabet edebilmek için tek markadan, tek modelden en az 200 bin adet üretme zorunluluğuna değinmesi de doğru, bu mesele standart bir ölçek ekonomisi sorunu.
Ancak, bu değerlendirmeden hemen sonra Sayın Koç'un "Dolayısıyla iş hükümetin elinde" değerlendirmesini anlamak mümkün değil; zira otomobil üreticilerinin ölçek coğrafyası ile bizim hükümetin artık bir ilişkisi pek yok, 1996 gümrük birliği süreci sonrası hiç yok.
Bugün ülkemizde otomobil üreticileri artık yetmiş milyonluk ve kişi başına gelir düzeyi düşük bir ülke tüketicilerine değil, kişi başına geliri çok yüksek 570 milyonluk bir pazara üretim yapmaktadırlar; bu 570 milyonun 70 milyonu biz, 500 milyonu ise AB üyesi ülkeler tüketicileri, yani gümrük birliği bölgesi.
Sayın Koç ilgili açıklamalarında artık yeni ölçek bölgesinin 570 milyonluk çok zengin bir bölge olduğu gerçeğini görmek pek istemez gibi durmaktadır; daha da doğrusu Sayın Rahmi Koç bu gerçeği, benim sezinleyebildiğim kadarıyla bazı ürünleri için görmekte bazı ürünleri için de görmemezlikten gelmekte, yani bir tür (keyfi) seçicilik yapmaktadır.
Beyaz eşya üretimi ve rekabeti konusunda bu konuları dile getirmeyen Sayın Koç, sıra otomotiv sektörüne geldiğinde zaman tüneline girmekte ve 1960'lardan, 1970'lerden seslenmeyi tercih edebilmektedir.
Tekrar ediyorum, Sayın Rahmi Koç'un açıklama ve değerlendirmelerinin sadece geçmişe yönelik değil bugüne de öneriler taşımak amaçlı olduğu varsayımı ile bunları yazıyorum.
Ekonomide ve kurumlarda galiba şaşılacak bir katılık, bir ısrarcılık söz konusu olabiliyor. Sayın Rahmi Koç'un değerlendirmelerini okurken aklım bir anda 6 Mart 1995 öncesi yaşananlara ve tartışmalara gitti; bu tartışmalara geri dönmek istemiyorum, bilen biliyor, hatırlayan hatırlıyor, ama zamanın kimleri haklı çıkardığı da çok iyi biliniyor, görülüyor.
1960'ta belki demokrasi rekabetin önünde bir engel olarak değerlendirilebilir (emin değilim) ama artık bugün için demokrasinin rekabet ve etkinlik için en önemli girdi olduğunu asla unutmamak lazım.
Kaynak: Zaman