Geride bıraktığımız 12 Eylül halkoylamasında milletimiz bir kez daha "değişim" ve "daha fazla demokratikleşme" demiş oldu.
 
Öteden beri Türkiye'de halk, demokrasi alanında muhafazakâr-demokrat ve liberal eksenli politika izleyen siyasi partilerin "değişim" ve "yenilik" çabalarını hep desteklemiştir. Halkın "özgürlük ve demokrasi" içerikli talepkâr isteklerini göremeyen partiler de bugün olduğu gibi dün de tarihin tozlu sayfaları içinde yerini almıştır.

Milletimiz 12 Eylül günü darbe dönemi anayasasının artık kendisine dar geldiğini belirterek, değişimden ve yeni bir anayasadan yana olan iktidara desteğini açık bir şekilde ifade etmiş, muhalefete de benim taleplerimi dikkate almazsan sana şans vermem sözünü çok net söylemiştir. Halk % 58'lik açık ara "evet" oyu ile, tüm muhalefete 'siz bize demokratik hak ve özgürlükleri içeren kısmi bir anayasa değişikliğini bile çok gördüğünüze göre, size bu milleti temsil etme şansını vermeyeceğiz' diyerek büyük bir uyarıda bulunmuştur.

AK Parti, milletin kendisine biçtiği rolün farkındadır

İki dönemdir halk, Türkiye'yi yönetmeye tek başına AK Parti'yi layık görmüştür. Peki, neden millet AK Parti'yi tercih etmiştir? Daha başlarında olduğumuz 21. yüzyılda Türkiye ve dünya siyasetinde kronik sorunlara yönelik izlenen siyasalar çok önemli gelişmelere sahne olmaktadır. Bu gelişmeler ülkemizin 2023 vizyonu için oldukça önem arz etmektedir. Bunu en iyi görebilen siyasal parti ne yazık ki sadece AK Parti'dir.

İki dönemdir AK Parti iktidarı bu süreci okuyabilmiş ve bunu ülkesi lehine çok iyi değerlendirmiştir. Türkiye'nin krizleri fırsatlara çevirecek potansiyeli küresel gelişmeleri -doğru okumakla-adlandırmakla- ve kapsamlı analiz etmekle doğru orantılıdır. Bu yaklaşım aynı zamanda, iç politika alanı için de dile getirilmelidir. Bizim 12 Eylül'de halkoylamasına sunduğumuz anayasa değişikliği paketinin ihtiva ettiği asıl şey; bu halkın bu yüzyıla uygun çağdaş bir sivil anayasayı yapmaya muktedir olduğunu hem içerideki hem de dışarıdaki militarist ve statükocu güç odaklarına milletçe gösterebilmekti. Halkımız verdiği "evet" oyları ile bunu ispatla yetinmeyip aynı zamanda AK Parti'ye de "hak ve adalet temelinde eşitlikçi, zengin ve müreffeh" bir ülkenin inşası rolünü biçmiştir.

Türkiye, AK Parti iktidarlarında bir taraftan krizleri fırsata çevirebilecek kriz yönetiminin gereklerini yerine getirirken, bir taraftan da oyun kurucu bir ülke olarak dünya siyasetinde başaktör olmanın sorumluluğunu taşımaktadır. Böylesine ikili öneme sahip bir perspektifin zorunlu kıldığı asıl şey; küresel ve yerel olanı iyi okuyabilen ve bunu ülkesi lehine stratejik bir yöne çevirebilen bir "iktidarın" varlığıdır. Stratejik bilgi, bu bilgiyi lehinize kullanabildiğiniz ölçüde değer kazanmaktadır. Stratejik bilginin gücü ve değeri hem bilginin doğru araç ve imkânlarla oluşturulması hem de bilgiyi kullanmada gösterilen inisiyatife doğrudan bağımlı durumdadır. Biz bugün hem bölgemizde hem de küresel güçler arasında bunu en iyi değerlendiren ülkelerin başında gelmekteyiz. Bunu "eksen kayması" olarak okuyan, "görmez, anlamaz bilmişlerimiz" de yok değil ancak halkımızın ileri görüşlülüğü kendine "aydın" ya da "çağdaşlığın öncüsü" rolünü biçmiş olan bu kesimlerden daha ileri düzeydedir bunu da belirtmekte yarar görüyorum. Toplum mühendisliği rolünü kendisine biçmiş olan siyasiler ve bürokratlar hâlâ bu millete seni ben "adam" ederim, sen ne anlarsın söylemi dışında bir argüman üretememektedir.

Anayasa paketi konusundaki açılım son derece önemli idi, zira bu sayede millet iktidar olarak AK Parti'yi değişimin ve demokratik dönüşümün adresi olarak yeniden tescil etti. AK Parti'yi ayrıştırıcı/bölücü bir dille "demokratik açılım" üzerinden yıpratmaya çalışan muhalefet, milletin kararı ile statüko ile eş görülmüş ve referandumdan çıkan "evet" oyları ile milletimiz bu ayrıştırmaya itibar etmediğini ortaya koyabilmiştir.

AK Parti hükümeti, demokratik adımların atılmasında siyasal partilerle uzlaşmakla birlikte, doğrudan farklı toplumsal kesimlerden oluşturulacak heyetler ve gruplar üzerinden güçlü bir siyasal akımı değişim söylemi ile yaratmaya devam edecektir. Üzerinde uzlaşma sağlanmış bir "toplumsal sözleşme" yani "yeni bir sivil anayasa" için siyasal sisteme ve iktidara kafa tutan bir muhalefet yerine, sistemin temel eksikliklerini bir hakem pozisyonunda eleştiriye tabi tutan ve bu konuda toplumsal beklentilere uygun bir dil ve söylem geliştirebilen muhalefete ihtiyaç vardır.

Dolayısıyla AK Parti siyasetteki oyun kurucu rolüne uygun olarak, Türkiye'deki küçük vizyonlu siyasal partilere ve onların küçük hesaplar peşinde koşan politikalarına göre pozisyon almayacaktır. AK Parti'nin tek hesabı, Türkiye'nin tarihî misyonuna uygun olarak bölgesel ve küresel lider ülke olarak bunu devam ettirmek ve bu yolda çalışmaktan ibarettir. AK Parti, bu hedefin dışındaki tüm pozisyon alışlarda yer almayacaktır. Bu nedenle "değişim" ve "yenilik" endeksli politikaların içi reformlarla doldurulacaktır. Bu süreç tüm alanlarda gelişmiş ülkelerin standartlarına ulaşılıncaya kadar millet bizi desteklediği sürece yapılmaya devam edilecektir. İktidar partisi olarak AK Parti, halkın aşağıdan yukarıya doğru talep ettiği "değişim ve reform" isteklerinin gerisinde kalma gibi bir lükse sahip değildir. Türkiye'de muhalefetin ikinci bir göz olarak eleştirel ve ilerlemeci bir siyaset argümanını ortaya koyamaması iktidar partisi olarak AK Parti'nin kendi içinde bunu yapmaya çalışmasının zorunluluğunu ve de zorluğunu da beraberinde getirmiş bulunmaktadır. 


AK Parti, sisteme yönelik demokratikleşme hareketlerini büyük bir ülkeye yaraşır biçimde ele aldığı gibi, kendi anatomisini de bunun üzerine inşa etme gerçeğinden uzak düşmemektedir. Bu tür refleksleri parti içi demokrasinin işletilmesinde, partinin tüzüğünde ve programında yaptığı değişikliklerde gördüğümüz gibi, partinin kendi kadrolarında gerçekleştirdiği değişikliklerde ve rotasyonlarda da görebilmekteyiz. Dünyada her şey korkunç bir şekilde değişirken başta iktidar partisi olarak AK Parti ve sonradan da diğer siyasi partilerin değişememesi düşünülemez. Referandumda halk bu ülkenin yönetimine talip olan siyasetçilere şu mesajı vermiştir: "Değişim talebi toplumdan/halktan geliyorsa ya bunu reddederek kaybedeceksin ya da değişimin motoru sen olacaksın". Çünkü toplumların hukuksal, siyasal, sosyal ve kültürel reformları ile ekonomik ve teknolojik ilerlemeleri ancak kurallar değiştirilirse gerçekleşebilir.

Son sözü bu ülkede birileri tarafından kanımca hiçbir zaman anlaşılmadığı halde kendilerini onun yolunda gittiğini sanan bazı kesimlere yönelik olarak Gazi Mustafa Kemal'den alıntı yaparak bitirelim: "Uygarlık yolunda yürümek ve başarılı olmak yaşam koşuludur. Bu yolda duraklayanlar ya da bu yolda ileri değil geriye bakma cahilliğinde ve aymazlığında bulunanlar genel uygarlığın coşkulu selinde boğulmaya mahkûmdurlar. Efendiler, uygarlık yolunda başarı yenileşmeye bağlıdır. Toplumsal yaşamda, iktisatta, bilimde, fende başarılı olmak için tek gelişme ve ilerleme yolu budur. Yaşama ve geçime egemen olan koşulların zamanla değişmesi, gelişmesi ve yenilenmesi zorunludur. Uygarlığın, keşiflerin, fennin harikaları cihanı değişiklikten değişikliğe götürürken, böyle bir devirde yüzyıllık köhne zihniyetlerle, geçmişe bağlılıkla varlığını sürdürmek mümkün değildir." Dolayısıyla, bizler bugün artık anayasa içerisindeki mevcut tüm iyi kuralları korumamız gerektiğini savunacak kadar "muhafazakâr" ve bütün kötü kuralları kaldırmamız gerektiğini savunacak kadar "radikal değişim taraftarı olan demokratlar" olmalıyız.

 Kaynak: Zaman