Asıl sorun aralıklı olarak askerî darbelerin yaşanmış olması değil. Yeniden böyle bir riskin bulunması da değil. En kötüsü, bu darbelerin meşru sayılmaları. Çünkü meşruiyet kazanmaları, durmadan tekrarlanmalarını olanaklı hatta doğal kılıyor.
Yasal sayılmaları yeni müdahalelere çağrı sayılır. Bu meşruiyeti ise politik güçlerin kendileri sağlamakta. Politikacılar, darbeler 'sona erince', yani her darbenin ertesinde, hiçbir şey olmamış gibi davranmıştır. Yani darbecilerden hesap sorulmamıştır, onlara saygı ile yaklaşılmıştır, kimileri onurlandırılmıştır.
En doğal bir şeyi ifade edermişçesine, akademisyenlerden gazetecilere, siyasilerden işadamlarına, 'her ihtilalin kendi hukukunu yarattığı' söyleniyor. Darbeye meşruiyet işte böyle bir söylemlerle pekiştiriliyor. 'Yeter ki darbe başarılı olsun, ondan sonrasında rahatsın!' anlayışıdır bu. İhtilallerin (darbelerin değil) kendi hukuklarını yarattıkları doğrudur. Ama her ihtilal yeni bir rejim doğurur. Yeni rejimin eskiyi yıkıp kendi dünyasını kurması tarihî bir gerçekliktir. Ve yeni rejim de getirdiğini korumak ve sürdürmek için kendi hukukunu doğurur. Peki, darbeler hangi yeni rejimi, hangi hukuku getirmiş ki yasal sayılsın?
Üst üste gelen darbeler hep aynı rejimi sürdürmek için, yani Cumhuriyet için yapılıyorsa, artık darbeler de bu 'korunmakta' olan rejimin ayrılmaz parçası olmuştur demektir. 'Darbecilik' kendi meşruiyetini kuruyorsa, bunu neyi sürdürmek için yapıyor? Cumhuriyet rejimi darbelerle çalışmaz: Tam tersine halk iradesine dayandığına göre, bu rejimde darbeler zincirinin yasadışı sayılması gerekir. Yok, darbe bir sonraki darbeyi meşru kılıyorsa, bu korunan rejim de 'darbeli' rejimdir. (Cumhuriyet rejimi olmadığını ayrıca yazmam gerekmiyor herhalde.)
Aslında bu bir paradoks değildir. Durum tespitidir. Paradoks başka alandadır. Halk iradesini ikincil sayan ve darbeci müdahalelere karşı çıkmayan 'parlamenterlere' ne demeli? Tuhaf ve çelişkili olanlar, kendi kendilerini inkar ederek parlamentoculuk oynayanlardır, kendilerini yok varsayan darbeleri tanıyıp 'halk temsilcisi' kimliklerini sürdürmeye çalışanlardır, darbecilerin onayını alarak seçmeni temsil etmeye kalkışanlardır, yani meşruiyetlerini meşru olmayandan alanlardır.
Sonunda şaşkın, rejimin özünü anlamaya ve dostla düşmana da kıvrıla sıkıla anlatmaya çalışır olduk. İhaneti yüzünden asılması gerekli görülen ve halkın seçtiği başbakanın adı İzmir Havalimanı'na veriliyor. Suçlama hataydı demeye de olanak yok, çünkü asanlar da saygın! Politikacıların topu hapsediliyor, partiler kapatılıyor, sonra aynı insanlar kendilerine karşı gerçekleşen darbeleri övüyor. Ve siyasetten ayrılma gereğini de duymuyorlar. Millet Meclisi'ni kapatanın da açık tutanın da meşru olduğu bir ortam bu. Anayasanın bir maddesinin bir fıkrası değişecek diye kıyamet kopuyor, sonra anayasanın bütünü rafa kaldırılınca 'darbe hakkı' gündeme geliyor. Buna kılıç hakkı derlerdi, yüzyıllar önce.
Oysa demokrasilerde -ve tabii cumhuriyetlerde de- darbe yapan hiçbir zaman aklanmaz. Darbe yapar ve iktidarını kurar, ancak iktidarı kaybedince suçlu muamelesi görür. Görmüyorsa iktidarı sürüyor demektir. Çünkü Cumhuriyet, özü darbelerle sürekli korunan bir rejim değildir. Darbeciler ille de hapsedilmeyebilir, suçlandıktan ve mahkûm edildikten sonra af dilediklerinde af bile edilebilirler. Ama meşru sayılmaları kişilerle ilgili bir uygulama değildir, rejimin özü ile ilgili siyasi bir yanlış karardır.
Ergenekon'un muhtemel mesajı
Ergenekon davasından ne çıkacak bugünden bilemiyoruz. Ama sonuçtan bağımsız kuşkusuz şu mesaj duyulacak: Darbe yapmak, siyasilere karşı, halk iradesine karşı planlar yapmak suçtur. Darbe mantığı ile düşünenler farklı bir siyasi düşüncenin temsilcileri değildir, yasadışıdırlar. Niyetleri iyi olsa da, kendilerini vatanperver, halk yanlısı, cumhuriyet bekçisi gibi görseler de eylemleri meşru değildir. Yani kısaca 'darbe' felsefesinin hoş görülemeyeceğinin mesajı mutlaka çıkacaktır bu davanın sonunda: Darbe 'normal' bir siyasi yordam değildir!
Yakınlarım arasında bile yarı şaka yarı ciddi, 'bir darbe olsun da rahat edelim' diyenler var. 'Ordu göreve' diye bağıranların sınır ötesi operasyondan söz etmediklerini hepimiz biliyoruz. Ama savcılar bile alışmış demek bu tür sloganlara. Geçenlerde (26.7) Mehmet Barlas her olmadık şeye alıştığımızı yazıyordu: Hukuk ile siyasetin böylesine yüz göz olmasına, parti kapatmanın siyasetin doğal bir uzantısı sayılmasına,Türkiye'de sanki hiç darbe olmamış, hiç faili meçhul cinayet işlenmemiş, hiç yasadışı örgütlenmeler ve eylemler yapılmamış gibi konuşmaların yapılmasına alıştık. Evet alıştık, çünkü bunları meşru saydık.
Sıradan vatandaşlar başka, siyasilerin tutumu bambaşkadır. Çünkü siyasiler, parlamenterler rejimin en üst temsilcileridir. Yasadışı darbeci eylemlere göz yumduklarında kendi meşruiyetlerini kaybederler. Aslında Cumhuriyet'i yok eden darbeciler değildir, buna teşebbüs edenlerdir. Yok edenler, ölümcül vuruşu yapanlar darbecilere saygı gösterenler ve meşru kılanlardır. Cumhuriyet, bu rejime karşı olan mantık yasal ve kabul edilebilir sayıldığında tehlikededir. Milletin temsilcileri anti demokratik pratiğin ve güçlerin parçası, yandaşı ve destekleyicisi olunca Cumhuriyet de son bulur. Darbe yabancı işgal gibidir: Düşman bir gün yenilip gidecektir, yeter ki varlığı meşru sayılmasın. Ergenekon davasının sonunda sıradan vatandaşın aklında bu ayırım kalacak: Meşru olan nedir, suç olan nedir? Çok gerekli ve gecikmiş bir mesajdır bu.
Ne yazık siyasi çevreler bu mesajı tek vücut olarak vermiyor. Cumhuriyetçi, yani halkçı anlayışın kamuoyu içinde tam olarak yerleşmesi için böylesine gerek duyulduğu günümüzde tek vücut olarak, bu ortak tutumu görmedik. Hani 'mandacı' diye anımsadıklarımız var ya, onlar gibi kalacak birileri tarihî bellekte. Onlar belki kötü niyetli değildi, ama yanlış ilkeler sahibiydi. Herhalde Ergenekon davasında ismi geçen herkes sonunda suçlu sayılmayacak, keşke hiçbiri suçlu olmasa, sonunda uyanıp 'yalnız bir kâbustu' diyebilsek. Ama bugün, 'alıştığımız' bunca garabetin -darbelerden cinayetlere, karalamalardan yasadışı örgütlenmelere- karşısına çıkma iradesinden yana olmalıydı her vatandaş. Cumhuriyetin meşruiyetinden yana olduğumuzu ilan etmek için en azından.
Kaynak. Zaman