Yaklaşık bir buçuk ay önce cumhurbaşkanlığı seçimini sonuçlandırdık. Tarafların görmek isteyebileceği, hesaba katacağı bilinmeyen bir aktör veya dinamik kalmadı.

AK Parti lideri mayıs ayında yeni cumhurbaşkanı olarak Çankaya'ya oturacak. Çankaya Savaşları'nın sona erdiğini, mayısta yapılacak nihaî seçimde sadece bir formalitenin yerine getirileceğini artık ilan edebiliriz.

Delil istiyorsanız çaresizliğin son sığınağı olan 367 rakamının yeniden ve sıkça telaffuz edilmesini gösterebiliriz. Taha Akyol, dünkü yazısında hukuk otoritelerinin ağzından 367 iddiasının nasıl hukuk dışı bir arayışı temsil ettiğini kayda geçiriyor. Hatırlatalım: Eski Başsavcı Kanadoğlu, Anayasa'nın 102. maddesine göre, 3. turda cumhurbaşkanının salt çoğunlukla seçilebileceğini; ama toplantı yeter sayısı olarak nitelikli çoğunluk yani 367 olmadan görüşmelere geçilemeyeceğini iddia etmişti. Bu iddianın mantıksızlığı şu: 102. madde cumhurbaşkanını salt çoğunlukla seçtiriyor. Bu ne demek? Salt çoğunluk dışında kalanlar her türlü muhalefeti ve engellemeyi deneseler bile cumhurbaşkanı seçilecek demek. Toplantı için 367 şartını ileri sürdüğünüz zaman ne oluyor? Muhalefet, cumhurbaşkanının salt çoğunlukla seçilmesini engelleyebiliyor. Nasıl? Meclis'in toplanmasına mani olarak. O zaman, Cumhurbaşkanı'nın salt çoğunlukla seçilebileceği hükmünün bir anlamı kalıyor mu? Eğer Meclis, salt çoğunlukla cumhurbaşkanını seçmek üzere toplanamıyorsa, bu hükmün Anayasa'da ne işi var?

Hukuk kuralları zorlandığı zaman ne oluyor? Derin bir haksızlık ve adaletsizlik duygusu ortaya çıkıyor; maşerî vicdan yaralanıyor. Toplum bir adaletsizlik ile karşılaştığı zaman mağdurların üzerine kol kanat geriyor. Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığını bugünden ilan edebiliyorsak, bunun sebebi AK Parti'nin kriz yönetme becerisi veya taktik hamlelerinin isabeti değil. Tersine AK Parti liderini Cumhurbaşkanlığı makamında görmek istemeyenlerin, bu konuda çok ısrarlı olanların halkın vicdanını yaralayacak kadar çizmeyi aşmaları. Ortaya serilen, bir çiğlik ve çirkinlikten başka bir şey değil. Erdoğan Cumhurbaşkanı koltuğuna çıktığı zaman sonuca katkısından dolayı tebrik edilenlerin başında CHP lideri ve ADD ilk sırayı alacak.

Hukuk, yani açık bir şekilde toplumun adalet ve hakkaniyet duygusu zedelendiği zaman sonuç ne oluyor? Toplum kendi kaderine sahip çıkıyor? Nasıl? Cumhurbaşkanlığı seçimi eksenindeki kutuplaşma, halk iradesi ile bir azınlığın iradesi arasında tercih yapma sorununa dönüştü. Böyle bir kutuplaşmada demokrasinin kuralları yerine azınlığın korkularını koyduğunuz zaman, halkın özgür iradesinin sürekli ipotek altında kalacağı bir sonuç elde edersiniz. Bu sonucu Türkiye hak etmiyor. Demokrasiyi Türk toplumu için hâlâ bir "lüks" addedenler, neden şunu göremiyorlar? Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı arkasındaki halk desteği, onun veya partisinin kişisel desteğinin çok üzerinde seyrediyor. Halk bu seçimi kişisel bir sorun değil, bir prensip sorunu olarak görüyor.

Artık cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasına odaklanmamız lâzım. Devlet içindeki güç dengeleri değişecek. Devlet iktidarı tarih dışı kalmış statükonun tortularından temizlenecek. İlk sınav güvenlik alanında verilecek. Demokrasinin ve demokrasinin aktörlerinin, Türkiye'nin güvenliğini bürokratik oligarşiden daha ileri ve etkili bir şekilde koruyabileceğini, çıkarlarını kollayabileceğini göstermesi gerekecek. Üstelik bu irade ispatını harareti yükselen Ortadoğu kazanının tam da ortasında yapması lâzım. Cumhurbaşkanlığı seçimi ile evin içini düzenlemiş olacağız. Ama evdeki huzur dışarıdaki barış ortamına bağlı.