Anayasa Mahkemesi"nin, Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer ve CHP"nin başvurusunu davayı reddederek Cumhurbaşkanı"nı halkın seçmesinin önünü açması, derin hukuk tartışmalarını beraberinden getirdi. Değişikliğin halkoyuna sunulması, kararın yeni Cumhurbaşkanı"nın seçilmesine nasıl etki edeceği hukukçular arasında ciddi bölünmeye neden olurken, hukuki gerekçelerden ziyade yoruma bağlı bir tartışma başladı. Daha önceki kararında, bugün yaşanan tıkanıklığı gidermeyi önceleyen tedbirler koyan 1982 Anayasası"nın ruhuna aykırı karar alarak süreci kilitleyen Anayasa Mahkemesi, yeni kararıyla sadece bu durumu düzeltmekle kalmadı, siyasi sonuçları itibariyle büyük bir değişime kapı araladı. Bu çerçeveden bakıldığında, kararın hukuki tartışmadan daha çok siyasi tartışmaya muhtaç olduğu, kısa vadeli hukuki çözüme odaklanmak yerine uzun vadeli köklü siyasi değişimin tartışılması gerektiği ortada.

 

Yeni Cumhurbaşkanı"nı yine Meclis seçebilir ya da referandum hiç yapılamayabilir. Hukuki açıdan bir kaos da yaşanabilir. Şimdilik bunları bir tarafa bakalım ve kararın Türk siyasi sisteminde, rejimin karakterinde ne tür değişimlere yol açabileceğine dair birkaç noktaya dikkat çekelim.

 

Yeni cumhurbaşkanı"nın seçimiyle başlatılan siyasi kriz, ardından gelen kamplaşma, bu çerçevede şiddetini artıran terör/güvenlik ve Kuzey Irak krizi Türkiye"yi aslında ciddi bir iç hesaplaşmaya doğru sürüklüyordu.

 

Türkiye bu derin krize yönlendirenler ne yazık ki, parti politikalarını, dar iktidar gruplarının çıkarlarını, hamaseti, mahalle kavgasını, kişisel hesaplaşma reflekslerini aşmayı beceremedi. Laiklik, millilik, ABD kontrolü, İslamcılık gibi semboller üzerinden yürütülen merkez iktidarı kimin kontrol edeceği ya da paylaşılıp paylaşılamayacağına ilişkin kavga, siyasi partileri, kurumları, iktidar aygıtlarını, sosyal örgütleri sonu belirsiz bir iktidar mücadelesinin tarafı haline getirdi.

 

Bu yönüyle, her ne kadar seçime gidilse de, sorun devam edecek. Ve Cumhurbaşkanını halkın seçmesi, tahminlerin ötesinde, rejimi koruma refleksiyle hareket edenler tarafından çok daha derin bir kriz olarak pazarlanacak. Zaten, Anayasa değişikliğine direnişin sebebi buydu. Cumhurbaşkanı"nı halkın seçmesi, Türkiye"nin merkez iktidarının kontrolden çıkması, halkın bu iktidara ortak olması aslında Türkiye Cumhuriyeti"ni büyük bir değişime, dönüşüme zorlayacak. Muhtemelen seçimlerden sonra böyle bir tartışma alevlenecek.

 

Mesele “demokrasi mi, rejim mi”, “milletin tercihi mi, sistemin temel hassasiyetleri mi”, “geniş kitlelerin beklentileri mi, dar/seçkinci kesimin öncelikleri mi” gibi keskin bir ayırıma dayanıp kaldı. En azından şekil itibariyle bu noktadayız. Kavganın vahameti de bundan kaynaklanıyor. Yoksa dar siyasi iktidar mücadelesi olsaydı bu kadar endişe içinde olmayacaktık. Ama olay, demokrasinin sınırının ne olduğuna, millet iradesine nereye kadar tahammül edileceğine, demokratik sürecin, bazı kaygılar yüzünden, tehdit haline geldiğine geldi. İşte bu noktadan sonra, kartlar, yöntemler, araçlar değişecek demektir. Bu noktadan sonra birilerinin açık savaş başlatacağı ortaya çıktı. Bu noktadan sonra “rejimi kurtarma” dürtüsüyle demokrasiye karşı bir savaş başlatıldı.

CHP lideri Deniz Baykal"ın; “Eğer Anayasa Mahkemesi 367'ye gerek yok kararı alırsa bu Türkiye'yi çok tehlikeli bir noktaya götürecektir” ifadesi yeterince tehlikeliydi ve sokağa ve mahkemeye verilen bir mesajdı. Daha sonra ise; “Cumhurbaşkanını halk seçemez” mealindeki sözleri, Türkiye"nin içinde bulunduğu savaşın vahametini ortaya koymaya yetti de arttı bile. Süreci önlemek isteyenler demokrasiye karşı bir savaş vermek zorunda kalacaktı ve bunun işaretleri hemen geldi.

 

Demokrasi için tehdit olarak görülen hükümetin tıkanıklıktan çıkış stratejisi yeni bir reform paketiyle şekillendi. Erken seçim, Cumhurbaşkanı"nı halkın seçmesi gibi öneriler, kamuoyu tarafından benimsenmesine rağmen belli iktidar çevrelerinde yepyeni bir tehdit olarak algılandı. Baştan beri süreci rejim tehdidiyle ilişkilendirenlerin, cumhurbaşkanlığı gibi, kurumların kontrolünü de içeren, makamı halkın iradesine bırakmayı hazmetmesini beklemek mümkün mü?  

 

Krizi besleyerek sistemi kontrol etmek bu şekilde oldukça zor. Cumhurbaşkanı"nı halk adına Meclis"in seçmesi aslında demokrasi açısından tartışılamayacak bir durum. Ama bu yöntem, sistemi, kururları, merkez iktidarı, bu iktidarı güvence altında tutan üst düzey yöneticileri olduğu gibi Cumhurbaşkanı"nı da halktan ziyade rejimin önceliklerine göre belirleme ansını veriyordu. Meclis"te seçilen bir cumhurbaşkanı her halükarda sistemin öncelikleriyle donatılabiliyor, milletin temsilcileri eliyle seçilse de, merkez iktidar tarafından belirleniyor, onun rengini yansıtıyordu.

 

Bu sefer seçilememesi de bu yüzdendi. Şimdi, eğer milletin seçmesine yönelik süreç başarıya ulaşırsa, bir çok çevre ayrıcalıklarını, imtiyazlarını, denetleme gücünü kaybedecek. Bu nedenle, aslında çatışma ihtimali şimdi çok daha şiddetlendi.

 

Bu konuda söylenecek çok şey var: Millet iradesinin alabildiğine etkin olduğu bir Türkiye, aslında en büyük tehditti. Çünkü sistem, iktidar, kurumlar seçkin bir çevrenin kontrolünden milletin kontrolüne geçecek. Sadece Cumhurbaşkanlığı değil, temel iktidar aygıtları da Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ilk kez milletin eline geçecek.

 

Parlamentoya yoluyla yürütülen iktidar mücadelesinin dışında, bambaşka bir tablo var karşımızda. Gerçek anlamda derin bir sistemik kırılmanın, yenileşmenin, değişimin işareti. Cumhurbaşkanı"nın parlamentoda seçimini engelleyenler şimdi çok daha vahim durumda.

 

Bundan sonra, “bu kadar demokrasi Türkiye"ye fazla, bunlar demokrasiyi istismar ediyor” denilebilir. İşte o zaman aslında milletin tercihinin çok da önemli olmadığını, laiklik gibi sloganlar üzerinden iktidarı, imtiyazları, seçkinciliği koruma telaşının yaşandığını, bunun aslında bir demokrasi oyunu olduğunu, millet üzerinde oynanan bir satranç olduğunu görebiliriz. İşte o zaman, “demokrasi mi rejim mi” restleşmesinin ne kadar yakıcı bir tartışma olduğunu görürüz. O zaman, meselenin paranoyak bir “hayat tarzı” olmadığını bir sınıf ve acımasız bir ayrımcılık sorunu olduğunu anlarız.

 

Süreç başarıya ulaşırsa, Türkiye Cumhuriyeti"nin merkez iktidar yapısında ciddi kırılmalar yaşanacak. Her ne kadar Cumhurbaşkanı"nın görev süresini kısaltmak, yetkilerini daraltmak mümkünse de, sürecin tam tersi işleyeceğini, doğası gereği halkoyuyla seçilen Cumhurbaşkanı"nın giderek güç kazanacağını söyleyebiliriz. Seçim sonrası yeni Anayasa tartışmalarından ne çıkar bilemiyoruz ama bu yendeki eğilim köklü bir Anayasa değişimi sağlayabilirse, yepyeni bir Türkiye"yi tartışacağız demektir.