Ed Miliband 2010’da Muhalefet Lideri seçildiğinde bu tam bir şok olmuştu.

David Miliband kendisini Tony Blair'in doğal halefi olarak pazarlarken Ed,  birliğin desteğini kazanmak için perde arkasından çalışıyordu. Bu bir taraftan etkileyici bir manevraydı ama diğer taraftan da kardeşini arkadan hançerlemekti. Algı siyasette her şeydir. Kardeşler arasındaki bu rahatsız edici münasebet, üzerine yapışıp kaldı, partisi için de felaket bir fantezi oldu.

Onun yönetiminde parti, ülke maliyesini bozdu, sınırları açtı, Orta Doğu’yu karıştırdı, bankacılara karşı yumuşak davrandı, refah tasarısını şaha kaldırdı, İngiltere’nin egemenliğinden taviz verdi ve topluma siyasi doğruluk pompaladı.

2010 seçiminden sonra İşçi Partisi’nin sol kanadı Blair yönetiminin piyasa yanlısı duruşundan rahatsız olarak geriye çekilmişti. Partinin sağ kanadı ise bu konuda kendisinden fazlasıyla emindi.

Bu arada Muhazafakarlar görevde kalmaya devam etti. Onlar bir Miliband hükümetinin sadece ülke savunmasıyla oynamakla kalmayıp ülkeyi yeni bir resesyona sokacağından ve her şeyi fazla şımartılan İskoç milliyetçilere teslim edeceğinden eminlerdi.

Gerçeğin bir önemi yok. Bu fikirler bir kez halk tarafından kabul edilirse bu İşçi Partisi’ne mal olur. İngiltere 2015 Seçim Çalışması’nın gösterdiği üzere, “fazla sol kanat” bir aldatmadır. Böylesine saldırgan bir söyleme karşı koyacak maharetteki tek kişi Tony Blair’di. Ama Blair gitti. Milibandlar da öyle. Burnham (bir ölçüde) da öyle. Cooper da öyle. İşçi Partisi’nin son 20 senelik tarihinde hemen hemen her önde gelen şahsiyet de öyle. Blair'in bebekleri, Browncular, Miliband'ın yakın çevresi bunlar ya kendilerini emekliye ayırdı ya da arka plana çekildi.

Belki de Muhafazakarlar bu yüzden endişeleniyorlar. Osborne ve Cameron’un, İşçi Partisi’ne darbe indirmek için son 10 yılda biriktirdikleri mühimmat, ileriye yönelik olarak bu kadar etkili olmayabilir.

Cameron artık günümüzün problemleri konusunda “son İşçi hükümetinin yıkıcı politikalarını” suçlayarak puan toplayamaz. Corbyn, 1997’den beri kendi partisine en az 500 kere isyan etmiş, Tony Blair'in politikalarına karşı hoşnutsuzluğunu açık bir şekilde ifade etmişti.

Gordon Brown “arabayı çarptığında” Miliband ve Balls’un aksine bir çift laf eden, Corbyn ve McDonnell olmuştu.

Buna rağmen suçlamalar olacaktır. Ekonomi, Muhafazakarlar 1992’de Döviz Kuru Mekanizması’ndan çekilmeleri gibi bir olaydan kaçınıncaya kadar her İşçi Partisi lideri için ana zayıflık noktası olarak kalmaya devam edecek.

Refah harcamaları ve göç, Muhafazakarlar vaatlerini yerine getirmede (yine) başarısız olmadıkça bir İşçi Partisi hükümeti altında ebediyyen “kontrol dışı” olarak kalacaktır.

Peki ya o adamdan ne haber? Ed, “çürük” aile ilişkileri ve ağır siyasi yüküyle bağlıyken Corbyn, sıradan seçmenler nezdinde pek tanınmayan bir kişidir.

Bu yüzden, düşmanları halen çalışırken, yeni İşçi liderinin de kendi adına hızla boşlukları doldurması gerektiği ifade ediliyor.

O, bir hafta zarfında cinsiyet ayrımcılığı yapan, dağınık, antisemitik, eşini aldatan, Kraliçe ve ülkeden nefret eden, 1980’lerde IRA sempatizanı olan, silahlı kuvvetleri tasfiye etmek isteyen biri olarak tasvir edildi. Onun İslam Devleti (IŞİD) savunuculuğundan da bahsetmiş miydim?

Bu söylemin tutup tutmayacağını bilmiyorum. Tutarsa da bu biraz zaman alır. Bu arada onun ekibi kendi hikayelerini örebilmek için şöylesine zengin malzemeye sahip:

Muhalifleri de dahil çoğu insan, onu ilkeleri olan biri olarak görüyor. O, ne düşünüyorsa onu söyler, ne söylüyorsa da yapar. O bir dürüstlük abidesidir. Milletvekillerinin harcamalarıyla ilgili skandaldan sonra o, ülkenin en az ödenek talep eden milletvekili olarak ortaya çıktı.

Çocukça hatalar yapsa da ilk haftası onun bir siyaset makinesi değil bizden biri olduğunu gösterdi. O, 30 seneden fazla bir süredir parlamentoda hizmet etmiştir ve bu kaygan mevkie bir anda gelen arsız bir İşçi Partili değildir.

Jeremy Corbyn, hepsinden önce, sürekli zoru başaran bir adamdır.  O, başarısız olacağı söylenirken liderliği iki dakikayla yakaladı. Sonuncu sırada geleceği söylenirken seçimi yüzde 59,5’lik büyük bir oy farkıyla kazandı. O, parti içindeki hiziplerin isyan edeceği, onu devireceği söylenirken partinin her kanadından gölge bir hükümet kurdu.

Şimdi de onun liderliğinin sadece birkaç ay süreceği söyleniyor. Beklentiler bu kadar düşük olunca onun ekibi bu görüşü kuvvetlendirmek için daha fazla klişe üretmeyi güç bulmayacak. Ben sıkı bir Corbyn’ci olarak bu görüşün nereye gideceğini çok rahat söyleyebilirim.

Jeremy Corbyn’in kamuoyu nezdinde olumlu bir imaj bırakma ve Mandelson’un 1994’te yaptığı gibi kirlenmiş İşçi Partisi markasını yeniden yazma şansı var.

Onun bunu nasıl yapacağı ise ayrı bir meseledir. Onun medyada az arkadaşı var, partide ise daha da az. Balayı dönemi olmayacak. Gelecek haftaki İşçi Partisi konferansında da cesaret kırıcı bir “ya hep ya hiç” hissiyatı var.

O, 2020’de kazanabilir mi? Ya da o zamana kadar dayanabilecek mi? Gerçekten bilmiyorum. İngiliz siyasetinde son 18 ay gösterdi ki ancak ahmaklar o kadar emin olabilir.

Kaynak: Huffington Post
Dünya Bülteni için çeviren: Mehmet Şeyhoğlu