Temmuz 1954’de Çin, Hindistan ve Myanmar liderleri Barış İçinde Bir Arada Yaşamanın Beş İlkesi’nin uluslararası ilişkileri yönetmenin temeli olduğunu ileri süren ortak bir bildirim yayınladırlar. Bu ilkeler, egemenlik ve bölgesel entegrasyon için ortak saygı, ortak saldırmazlık, iç işlerine karışmama, eşitlik ve ortak çıkar ve barış içinde bir arada yaşamayı temel alıyordu. O zamandan beri Çin, diğer ülkelerin iç işlerine karışmama ilkesine sıkı sıkıya bağlı kaldı ve geçtiğimiz yıllarda Pekin Suriye iç savaşına hiçbir şekilde müdahale etmedi.

Fakat mekik diplomasisinde Çin’in Sudan ve Güney Sudan’daki çatışmalara yaklaştığını söylemek doğru değil. Orada, Çin’in devlet tarafından (Çin Ulusal Petrol Şirketi başta olmak üzere) Sudan’ın petrol bölgelerinde ve 2011’de bağımsızlığını kazanmasından beri Güney Sudan’ın petrol altyapısında çok uzun bir zamandır güçlü yatırımlar yapmaktadır. Çin artık sadece Sudan’da değil, Afrika’nın birçok bölgesinde ve daha küçük ölçüde dünyanın diğer bölgelerinde iç işlerine karışmama politikasını “taşları hissederek suları geçmek” (Çin’de yeni bir problem için pragmatik bir yaklaşım anlamına gelecek bir deyim) tarzında bir değişime uğratmıştır.

Çin’in mantığı basit değil, amaç yatırımları korumak. Aslında Çin’in müdahale etmeye karar verdiği tüm bölgelerde, eğer yerel çatışmalar ya da siyasi çalkantılar artarsa, Çin’in belirli ekonomik çıkarları potansiyel olarak zarara maruz kalabilir. 2009 yılında Çin Afrika’nın en büyük ticaret partneri olarak Birleşik Devletleri geçti ve Çin dünyadaki doğrudan yabancı yatırımın üçüncü büyük kaynağı haline geldi. Böylece Çin hem siyasi aktivitelerini hem de uluslararası ticaretini açık bir şekilde arttırdı.

Bu nedenle, bu mantığa göre Çin’in kaderinde İsrail ve Filistin arasında yaşanan çatışmalara da müdahale etmek var. Nihayetinde Çin kayda değer büyüklüklerdeki İsrail şirketlerini ele geçirdi. Hem Çin hem de İsrail şirketleri, risk sermayesi ve Pekin’in Zhongguancun’ını (halk arasında Çin’in Silikon Vadisi olarak bilinmektedir) ve İsrail’in Silikon Vadisini kapsayacak şekilde yapılan özel sermaye anlaşmaları ile, birbirleriyle ortak olmanın avantajını yaşadı.  

Çin’in Filistinlilere yönelik ekonomik dahiliyeti Pekin’in Filistin Kurtuluş Örgütü’nin “eski dostu” rolüne bürünecek kadar önemli ve kapsamlı değil. Filistin için yapılan göstermelik destek hem Arap devletlerinden şikayetler gelmesine neden oldu, hem de Çin’in gelişmekte olan ülkelerde adalet savunucusu olma yönündeki zaten zor kazanmış olduğu uluslar arası imajına zarar veriyor. Her Kasım ayında Pekin “Uluslararası Filistin Halkıyla Dayanışma Günü” adı altında bir anma düzenliyor. Devlet Başkanı Xi Jinping 2014 anmasında bir tebrik mektubu gönderdi ve Çin’in Filistin’e yönelik artan ilgisini göstermiş oldu. Tabii bu durum tüm Arap ülkelerinin ilgisini çekti. Bunun yanı sıra, Çin kendi Müslüman azınlıkları ile gerilimin giderilmesi konusunda, Filistin meselesi ile ilgili destekleyici bir tutum içerisinde olmayı düşünüyor. Bu, Pekin’in Yeni İpek Yolu Ekonomik Kuşağı’nın önemli bir unsuru.

Orta Doğu sadece Çin’in zorunlu fosil yakıt kaynağı olarak değil, aynı zamanda Çin’de üretilen metalar ve ürünler için geniş bir pazar olarak da hizmet ediyor. Çin enerji kaynaklarını çeşitlendirmeye çalıyor. Ve bundan dolayı Orta Doğu’daki üreticilere olan bağımlılığını azaltmış olması sebebiyle, bu çabaların alçak gönüllü bir başarı örneği olduğu kanıtlanmış oldu. Hakeza Rusya, Çin için ne güvenilir müttefik ne de ekonomik bir alternatif. Bu arada boru hattı yoluyla Rus petrolünü Çin’e taşımasının maliyetine dayanarak yargılanıyor. Pekin ayrıca, Afrika ülkelerindeki istikrarı sürdürmeye çalışmanın yüksek maliyetini de artık öğrendi. Bu sebeple, alternatifleriyle kıyasladığımızda, Ortadoğu’da hâlihazırda bir garantör ile (Birleşik Devletler) işbirliği içinde çalışmak kötü bir seçenek değil. “Asalak” olarak çağrılmak oldukça rahatsız edici. Ama tabiki her halükarda, araba kullanmak isteyen birinin önce bisiklet sürmeyi öğrenmesi gerekir. Yani, eğer Çin’in dünyadaki sorunlu bölgelerdeki istikrara nasıl katkı yapabileceğini öğrenmesini isterse, Amerika Birleşik Devletleri’nin varlığını kabul edebilir.

Çin’i İsrail-Filistin arasındaki çatışmayı çözme konusunda daha katılımcı olması için motive etmek de, Birleşik Devletler ile ilişkilerinde dengeyi sağlama arzusunda yatıyor. Çin ve Birleşik Devletler arasında artan gerilimler – Doğu Asya’daki bölgesel çekişmeleri idare etmek için – Çin bazen Birleşik Devletlerin kendi bahçesindeki kırılganlığın Orta Doğu ya da Güney Amerika’da olup olmadığını test etmeye çalışıyordu. Orta Doğu’da hiçbir şey İsrail-Filistin çatışması kadar kaynakları tüketmemiş ve Birleşik Devletler için kronik bir acıya neden olmamıştır. Her başarılı ABD yönetimi iki taraf arasındaki ilişkileri güçlendirmeyi amaçlayan yeni girişimlere başvurmuş ama tüm çabalar İsrail’i daha da güçlendirirken Filistin’ini zayıflatıp daha da parçalamıştır. 

Çin artık bu çatışmayı çözmeye kalkıştığı ve potansiyel adımların riskleri ve kazanımlarını kendi içlerinde tartışmaya başlamış oldukları halde, çözüme göre harekete geçilemiyor. Pekin ABD’nin liderliğini  (ve sahipliğini) sürekli erteliyor. Ekseriyetle bunun nedeni Çin’in açık ve kolay anlaşılır bir Orta Doğu politikası ya da İsrail-Filistin çatışması konusunda bakış açısı getirecek iyi bilenmiş stratejileriyle bir uzman grubu ve politika yapıcısı olmaması ve bunu çözmek için tek başına olmasıdır.

Çin’in bu çatışmaya sürekli olarak ABD’nin aracılık etmesine yönelik kısır döngü yazgıyı kıracak bir yol bulması gerektiğini anlaması gerekiyor. Neyse ki ABD çabasını içinden çıkılması zor bir hale getiren birçok faktör, Çin’de neredeyse hiç bulunmuyor. Çin’de geniş bir Yahudi popülasyonu yok, ve siyasi sistemi baskı lobiciliğinden ve parti içi ve partiler arası siyaset karışıklıklarından neredeyse tamamen uzak. Dahası, Çin sadece İsrail’le değil, aynı zamanda İsrail’in İran, Suriye ve Türkiye gibi tüm düşmanları ile de sıcak bir ilişki içerisinde.

Arap ülkelerine gelince, onların duruşu, yüzeyden görünenden daha karmaşık olabilir. Çin’in desteklediği “kapsamlı” bir Arap Barış Girişimi olsa bile, birçok yeni İsrail yerleşimi ve 2002 yılında ilk sunulduğundan beri silahlı çatışmalarda öldürülmüş bir çok Filistinli sebebiyle miadını çoktan doldurmuş durumda. Bunun yanında, Orta Doğu’daki siyasi dengeler son beş yılda kayda değer biçimde değişti. Hem İsrailli hem Filistinliler hesaplarını değiştirdi ve artık ikisi için de müzakere masasına oturmak eskisinden daha zor. Farklı Arap ülkeleri, Müslüman mezhepleri ve aynı zamanda İsrail’deki partilerin siyasetleri arasında artan iç gerilimler, çatışmaların gitgide artan karmaşıklığını daha da arttırıyor. 

Yine de, karmaşık çok partili çatışmalar içinde uzun ve karmaşık bir tarihe sahip olan Çin, uzun çatışmalara kapsamlı ve kültürel olarak daha duyarlı çözümler getirme konusunda Birleşik Devletlere göre daha donanımlı. Ve Çin, Orta Doğu’daki tüm ülkelerle ile taraflı olarak çalışarak, daha fazla baskı kullanabilir. Diğer ülkeler bölgede uzun dönem barış sağlama konusundaki çabalardan elini eteğini çekecek çünkü her biri Çin’in bu barışa ihtiyacı olduğundan daha çok bu barışın Çin’e ihtiyacı olduğunu fark edecek. İşte bu tam olarak Birleşik Devletlerin imrendiği pozisyon.

Çin’in tamamen hazır olup olmadığını Çin, İsrail ve Filistin arasındaki çatışmaya “müdahale” ettiğinde (ederse değil) göreceğiz. Belki de son yıllarda Çin’in birçok girişiminde olduğu gibi, yeni bir politikanın uygulama sürecinde, önce bu politikayı öğrenmek daha iyidir. Şimdilik Çin, Washington’ın Pekin’i barış sürecine tamamen dâhil olmaya davet edeceği gün için hazırlanırken, çatışmanın çözümü konusunda güçlü diplomatik açıklamalar yapmayı da bırakmayacak gibi duruyor.

Kaynak: Middle East Institute

Dünya Bülteni için çeviren: Cansu Gürkan