Genel seçimler sürecini yaşıyoruz ama Cumhurbaşkanlığı seçiminin tam göbeğindeyiz.

Cumhurbaşkanlığı seçimi deyince gündeme gelen “Uzlaşma” kelimesi herkesin ağzında, ama, ortaya çıkan tam bir “uzlaşmazlık.”

Neden böyle oluyor?

Çünkü, siyasi sözcülüğünü CHP lideri Baykal'ın yaptığı bir odak, “Seçimler olsun ama, Cumhurbaşkanı gene de bizim çizdiğimiz şablonun adamı olsun” dayatması içindeler.

İster Meclis'te seçilsin, ister halk oyu ile... milletin temayülü aşağı yukarı belli. Çünkü genel oy dağılımı belli. Bu, CHP şablonunda bir Cumhurbaşkanı tipini öngörmüyor. CHP'nin oy karşılığı yüzde 20'ler... Bu asla yüzde 50'lere yaklaşmamış. Yüzde 50'lerin çok üzerinde bir toplum kesimi ise, CHP'nin karşısında yer almış.

Cumhurbaşkanı seçimle olacaksa, dayatma ile olmayacaksa, bu toplum eğiliminin Çankaya'ya yansıması lazım.

Dayatma deyince de örtülüsü açığı, silahlısı silahsızı, her şeyi düşünmek lazım.

Demokrasi varsa dayatma olmayacak.

Demokrasi varsa, farklılıklar seçimle neticelenecek. Uzlaşma aransın, bulunsun, bu her halükarda iyi, ama sonunda farklılıklar aşılamamışsa, sonucu seçim belirleyecek. Burada silah zoruyla uzlaşma da olmayacak. Partilerin kafasına silahı daya ve uzlaş de... Bu tabii ki demokrasi değil.

Yaşadığımız süreçte örtülü dayatmalar girdi devreye...

Aslında, o örtülü dayatma iklimi henüz ortadan kalkmış değil.

Baykal'ın uzlaşma söylemi, içinde, derin bir dayatmayı barındırıyor. Evet, çok derin...

Sayın Baykal ne yapıyor?

Bir şablon sunuyor, bir de örnek isim...

Şablona bakalım:

“1- Kimsenin emrinde olmayacak,

2- Sadece Anayasa"nın emrinde olacak, onun gereğini yerine getirecek,

3- Anayasa"yı ve onun temel ilkelerini içine sindirmiş bir insan olacak."

Şablon bu.

Verilen örnek isim de Ahmet Necdet Sezer.

Gelin önce şablona bakalım...

Tamam bu şablon, adayın anayasaya bağlılığını öngören maddeleri ihtiva ediyor. Cumhurbaşkanı olacak kişinin anayasa dışı bir söylem ve eyleminin olmaması gerekir. Peki ama, bu nasıl belirlenecek? Yargılanıp, bu çerçeveye girmediği anlaşılmamış hangi insana siz, “Sen anayasal çerçeveye uygun bir isim değilsin” diyebilirsiniz ki... Kaldı ki sayın Baykal, “Anayasa'yı ve onun ilkelerini içine sindirmiş bir insan” tanımını yapıyor. Bir “içe sindirme” tanımı var burada. Bu nasıl olacak? Böyle bir sindirim ölçer aygıt geliştirildi mi bu ülkede ya da dünyada? Yoksa şu meşhur “niyet okuma” operasyonu bir kere daha devreye mi giriyor?

Şöyle bir soruyu sormak anlamsız mı?

-Acaba sayın Baykal, anayasayı ve onun temel ilkelerini içine sindirmiş bir insan mıdır?

Mesela, diyorum...

Baykal bu kriteri, rahatlıkla, diyelim sayın Başbakan'ın cumhurbaşkanlığı adaylığı için “yol kesici” olarak kullanabilir.

Oysa bir başkası da, bu kadar keyfilik içinde, aynı kriteri, sayın Baykal için kullanabilir.

İşte soru:

Acaba sayın Baykal, Anayasa'nın çatı ilkelerinden demokrasiyi, hukuku, sosyal devlet duyarlılığını içine sindirmiş midir?

Hatta laikliği içine sindirmiş midir?

Kimse şaşırmasın.

Evet, sayın Baykal ve CHP, laikliği içine sindirmiş midir?

Türkiye'de neden laiklik ve laikçilik ayrımı yapılır?

Çünkü laikliğin azmanlaşması olgusu vardır ki, orası laikçiliğe uzanır ve CHP'nin laiklik yorumu jakoben, azman bir laiklik yorumu olarak laikçilik kapsamına sokulur.

Bunu, kadim CHP'li Bülent Ecevit bile görmüş, “İnançlara saygılı laiklik” arayışı içinde CHP'den ayrılarak, DSP'yi kurmuştu. Daha yeni, bir emekli diplomat, Gündüz Aktan, “CHP'nin laikliği din dışı bir laiklik gibi görünüyor.” yargısını açıklamış, bu çizginin Atatürk'ün laiklik çizgisi ile bağdaşmadığını söylemişti. Demek ki, söz bir kere şablona uyup uymamaktan açıldığında, ve yargısız infazlara yol verildiğinde, şablonun mucitleri bile kendini kurtaramıyor.

Davranışlarınızı ölçelim ve kararımızı verelim: siz anayasaya bağlısınız, siz değilsiniz!

Ne kadar kolay, ucuz, hukuk dışı, keyfi bir yaklaşım bu...

Gelin bir de örnek isme bakalım.

Sayın Ahmet Necdet Sezer...

Aslında sayın Baykal'ın böyle bir ismi örnek olarak sunacağını herkes tahmin edebilirdi. Çünkü sayın Sezer, CHP'nin bile yapamadığı muhalefeti yapmıştır 7 yıllık görev süresi içinde...

Anayasa Mahkemesi'ne, YÖK'e, rektörlüklere yaptığı tayinler dillere destandır.

Haydi açıkça söyleyelim:

Son dört buçuk yılın en tartışmalı isimlerinden biridir sayın Sezer.

Sayın CHP liderini çok mutlu etmesi gayet normaldir.

Muhtemeldir ki CHP'nin sosyal tabanını da mutlu etmiştir sayın Sezer.

Ama Türkiye, CHP lideri Baykal'dan ve onun tabanından ibaret değil ki...

Bu tartışmalı hüviyetin ötesinde, bir de ülke için sergilenen performans açısından bakılabilir sayın Sezer'e... Oradaki not acaba nedir?

Devlet içinde uzlaşmayı mı temin etmiştir, uluslar arası planda çok aktif gayretlerinden mi söz edilebilir, Türkiye için yepyeni vizyonlar mı oluşturmuştur? Görev süresi içinde kaç ile gitti sayın Sezer, kaç ilin dertlerini dinledi, kaç ilin sorunlarını taşıdı hükümetin gündemine?

Keşke bunlara olumlu cevaplar verilebilse...

O zaman Türkiye kazanırdı...

Ama bütün bunlarda negatif notlar ağır basıyor ne yazık ki...

Bir, vetolar... İki, akıl almaz kriterlerle rektör tayinleri...

Bu iki icraat öne çıkıyor sayın Sezer'in ismi etrafında...

Yani Sayın Baykal, bir halk oylamasında aday olmasını önerir miydi sayın Sezer'e? Ya da Sayın Sezer kendisi düşünür müydü aday olmayı?

Ne yazık ki, Türkiye gerçeği, CHP odağından farklı gözüküyor, toplum odağından farklı... Belki Türkiye'nin ana sancısı bu... Ana sorun da şu: Türkiye CHP odaklı bu sancıdan nasıl kurtulur?

Dilerim sayın Baykal dahil herkes buna kafa yorar.