Dünkü Vatan'a konuşan Gülsün Bilgehan "Çankaya'da 84 yıldır seccade var" demiş. Konuyu bilmeyenler "Durduk yerde nereden çıktı bu Çankaya-seccade meselesi" diyebilir.

Bu nedenle hadiseyi kısaca özetlemek gerekiyor: The Guardian Gazetesi, Abdullah Gül'ün 11. cumhurbaşkanı seçilmesine dair haberinde "Artık Köşk'te seccade var" ifadesini kullanmış. Bunun üzerine İsmet İnönü'nün torunu Gülsün Hanım, kendisiyle yapılacak röportaja elinde bir seccadeyle gelmiş. Altın simlerle işlenmiş ve mavi atlastan yapılmış seccadenin anneannesinin çeyiz sandığıyla Köşk'e geldiğini anlatmış. Mine Şenocaklı'ya konuşan Bilgehan, "Köşk'e ilk kez Abdullah Bey'le mi çıkar seccade? Bu ülkenin yüzde 98'i Müslüman. Her evde seccade varken, Çankaya'da olmaz mı!" diyor. Yerden göğe kadar haklı...

Dünyaca ünlü bir gazetenin "Köşk'e ilk kez seccade giriyor" tespitinde bulunması, Türkiye'den başlayan yanlış bir algının tabii bir yansımasıdır. Bazı çevrelerde öyle bir hava estirildi ki; sanırsınız Köşk, ilk defa İslamî değerler ile karşı karşıya kaldı. Sabah'tan akşama sarf edilen mükerrer cümleler, Çankaya'yı kâh "laikliğin kalesi" gibi tasvir etti; kâh "elden kaçırılacak bir mevzi" gibi resmetti. "Ne demek dindar cumhurbaşkanı" deyip isyan edenlerin, bir kısmı (belki de farkına varmadan) Abdullah Gül ve eşinin üzerinden dinî motifleri bir hayli diline doladı. Sanki dinî motiflerle Çankaya'yı birbirine yakıştıramıyordu kimileri. Sonuçta yanlış bir imaj çıktı ortaya ve bazıları sandı ki Çankaya ile Müslümanlık arasında büyük uçurumlar var. Türkiye içindeki insanlar bile Çankaya'nın seccade ile problem yaşadığını düşünürse, yurtdışından gelip burada muhabirlik yapan insanların elbette kafası karışabilir.

Türkiye'nin kültürel kodlarını doğru çözmek gerekiyor ki, güvenilir analizler yapılabilsin. Bu ülke insanının Müslümanlıkla bir problemi yok; hatta onunla kaynaşmış bir halden bahsetmek de mümkün. Dindar olmasa bile hiçbir Türk, dinine hakaret edilmesini istemez; buna boyun eğmez. Kendisini günahkar bir insan olarak görse bile her birey, Allah ile doğrudan irtibatının bulunduğuna inanır ve araya kimsenin girmesini istemez. Din üzerine baskı yaparsanız, bu ülkenin inançsızları bile, ateizm gömleğini çıkarıp meseleye inanç özgürlüğü açısından yaklaşır. Bu ülkenin hamurunda var bu mizaç.

Toplum dinle çatışmıyorsa devlet dinle çatışabilir mi? Hayır. Halk, kendi inançlarıyla ne kadar barışıksa, devlet de en az o nispette barışık kalmak zorundadır. Bu gözle bakıldığında rahatlıkla söylenebilir ki cumhurbaşkanlığı makamı ile İslamî değerler arasında bir çatışma söz konusu olamaz. Laiklik ve İslam konusunda kimi zaman görülen yorum farklarına keskin mânâlar yüklemek yanlış. Bu nedenle eski CHP milletvekili Gülsün Hanım'ın şu tespitine kulak vermek gerekiyor: "Köşk'te beş vakit namaz da kılınırdı, kurban da kesilirdi." Bu hakikati anlamak için çok gerilere gidip, Mustafa Kemal'den günümüze kadar Çankaya ve İslam kültürü üzerine arşiv taraması yapmaya gerek yok. Kenan Evren Paşa'dan başlayıp, Turgut Özal ve Süleyman Demirel örnekleri hemen herkesin zihninde tazeliğini koruyor. Neticede cumhurbaşkanı seçilen insan da bu milletin bir ferdi. Şu ana kadar görev yapan on cumhurbaşkanını seccadesiz farz etmek, hem tarihî hakikatleri yansıtmıyor hem de sosyal gerçekliğe uygun düşmüyor.

Alt sıralardan aday gösterildiği için bugün Meclis'te olmayan Gülsün Bilgehan çok çarpıcı bir finalle noktalıyor söylediklerini: "İslam'la demokrasinin evliliği Abdullah Gül Çankaya'ya çıktığında değil, Cumhuriyet kurulduğunda gerçekleşti." Keşke CHP'li yetkililer de eski mesai arkadaşlarının bu tespitine kulak verse. Çünkü ne Çankaya makamının Müslümanlıkla çatışması doğrudur ne de Müslüman Türk milletinin Cumhuriyet rejimiyle bir probleminin olduğu.

 
Kaynak: Zaman