Kadının çalışma hayatına atılması aile hayatlarını olumsuz yönde etkilediği için eleştiriliyor ya… Burada dikkatten kaçırılan husus, çalışma hayatının niceliği… İş alanları kimseye yetmez hale geldiyse, bunun bir sebebi kolayca para ve statü sahibi olma hırslarındaki artıştır. Bu konuda konuşulurken asıl iş nedir, üretim derken neyi kastediyoruz, ev dışında çalışma hayatı hangi açılardan çekiyor veya itiyor insanları, esasında “ev dışı çalışma”yı da günümüzde bir yirmi yıl önce olduğu haliyle anlayabilir miyiz; bu sorulara cevap aramak gerek öncelikle.

Öyle ki bakıyorsunuz, tek başına bir erkeğin çalışması da yeterli olmuyor bir evi ortalama sayılan ölçüde kalkındırmaya. Erkeğin bir başına kaldıramayacağı denli bir ağırlığı var iş hayatının ve hayatın maddi taleplerinin hatta.  İş alanını belirleyen de çoğunlukla ne eğitim oluyor ne de yetenek. Çekirdek aile için daracık dairelerin cinnet üreten mekânlara dönüşmesine benzer şekilde, iş ortamı, işten kaytarılmak suretiyle tahammül edilebilen bir çilehaneye dönüşüyor.

Bize dayatılan, kendimizi içinde bulduğumuz için de akışına kolaylıkla kapılabileceğimiz saygın (ve mutlu) bir hayat sürdürme anlayışının bir sonucudur bütün bunlar. Fakat bu alanda yaşanan problemlerin kadınların seçim ve varlık mücadelerine düğümlenmesi bana hiç hakkaniyetli gelmiyor doğrusu. Ortaklaşa, mümin dayanışması içinde etkili direniş modelleri üretecek yerde dönüp dolaşıp kadınla erkek arasındaki ilişkileri toplumsal dalgalanmaları hiç hesaba katmadan ele alan “İslam ve Kadın” söylemlerinin ifadelerine kilitleniyoruz. Erkek evi geçindirmekle sorumlu olduğuna göre, kadın iş hayatında kendine bir yer aramamalı, işveren de kadını değil, erkeği tercih etmeli; aileyi, içinde bulunduğu söylenen bunalımdan kurtaracak tek  çözüm yolu bu mudur…

Öyleyse,  diyelim ki Zehra Rahneverd Tahran’daki Zehra üniversitesinin rektörü olmasa mıydı… İçi ilim ve sanat aşkıyla yanan kadın bunu ev sorumlulukları adına bastırsın mı… Kariyer geliştirme, aile buna ihtiyaç duyduğunda bir çırpıda gerçekleşebilir mi ayrıca... Hiçbir yeteneğini geliştirmeyen kadın günün birinde çalışmak zorunda kaldığında ona hangi işler uygun görünecek, apartman merdivenlerinin temizliği dışında… (Kariyer süreciyle ilgili görünmeyen tezgâhtarlık gibi bir iş  için bile genç olma özelliği aranıyor memleketimizde.)

Peki, Hazreti Hatice’yi nereye yerleştireceğiz bu durumda! Muhammed (a.s.)’ın seçtiği(ya da tarafından seçildiği)  kadın, açtığı sahada sayısız işçinin çalıştığı bir işverendi. Kimileri iş kadınını ille de reklam filmlerinde göründüğü gibi toplantı salonuna veya uçağa yetişmeye çalışan  eli laptoplu, bakım gördüğü belli, tuzu da kupkuru bir kadın sanıyor ille de… Benzeri şekilde, bize içi boş gelen iş ve üretim iddiası kimi erkekler için de geçerli olamazmış gibi… Evi geçindirme sebebi, erkeğin içi boş işlerde çalışmasını tamamen mazur gösterebilirmiş gibi…

Bense İran otobüsüyle Türkiye’ye gelirken otobüste karşılaştığım kadınları hatırlıyorum. Bavul ticareti yapıyorlar. Kiminin kocası uyuşturucu batağına saplanmış, kimisi hasta annesine bakabilmek için ek bir gelir derdine düşmüş… İstanbul’da fabrikaları dolaşarak toptan triko veya kumaş alıyor, sınırdan geçireceklerine emin olamadıkları ağıt kutularla, bavullarla dönüş yollarına düşüyorlar.

Daha tanıdık örnekler vermeye kalksam da sayfalar yetmez. Gündelik işlere giden Nimet’in hikayesini kısaca anlatmakta zorlanacak da olsam, denemek istiyorum: O, Bitlisli. 13 yaşındayken, 40 yaşında bir adamla zorla evlendiriliyor. Birkaç yıl geçiyor, kendisine sürekli şiddet uygulayan kocası bir trafik kazası sonucu vefat ediyor. Nimet üç küçük çocukla ortada kalıyor.

Hakikatten de bir sivil toplum aktivitesi efsanesi olmadığı anlaşılan töre ileri çıkarak onu kendisinden 32 yaş büyük kayınbiraderiyle evlenmeye zorluyor. Törenin yüzü burada yaşlı kayınbiraderin arzusu halinde kendini gösteriyor. Seni kimselere yar etmeyeceğim, diye tehdit savuruyor yaşlı başlı kayınbirader, genç geline. Dahası, Nimet’in ortaokulu bitiren kızını da zorbalıkla elde ettiği veli konumuyla okuldan alıyor. Okuldan alınan küçük kızı orta yaşlı bir adamla evlendirmeye kalkıyor. Nihayet isyan eden Nimet çocuklarını da alıp İstanbul’un eteklerinde bir semtte yaşayan ailesinin yanına taşınıyor. Ev içinde ev olmuyor ama… İyi kötü bir kira evine çıkıyorlar, Nimet’in gündeliğe giderek kazandığı parayla. Kayınbiraderinin kara gölgesi üzerinde fakat.  Nimet sadece işe gidebilir, evlenmesi yasak. Nimet’e kurallar koyan, kızını da okuldan alan kayınbiraderin beş kuruşluk yardımı da olmuyor aileye.

Genç kadına  sadece temizlik işleri açık, kızına okul yollarını kapatan sebeplerle.

Peki ya Halime… Sinoplu Halime, 55 yaşında apartmanlara temizliğe gitmeye başladı, çünkü pazarcı kocası mide hastalığı nedeniyle çalışamaz durumda. Oruçlu oruçlu merdivenleri paspaslıyor, bel ağrısından yakınsa da…

Aile bütçesini denkleştirmek için yıpratıcı ve kirli işlere el atan kadınlar, çağımızın fenomeni değil. Çağımızın fenomeni, sanırım, kadının temizlik, hasta bakımı gibi alanların dışındaki az çok zihinsel bir çaba da gerektiren iş sahalarında da var olması. Zekânın kullanılmasını gerektiren alanlarda kadının iş hayatındaki varlığı “fazla” görünüyor.  Eski Yunan filozofları da marangozun felsefeyle ilgilenmesini istemezlerdi, toplumsal hiyerarşik düzenin karışacağı gibi bir düşünceyle ki marangozun felsefeden anlamayacağı da “reddiye” konusunda peşinen kabul gören bir açıklamaydı.
Kim, hangi yeteneğini öne çıkarmayı istiyorsa, işte o alanda çalışsın; bu bir ütopya. Kendimize ait olması gereken işi veya üretimi arıyoruz, çoğunlukla el yordamıyla, deneye-yanıla, yıpranarak… Çalışma hayatı günümüzde üretim hayatıyla özdeş değil, hem kadın için, hem de erkek için. Üstelik geçim derdi nedeniyle insanlar ömürlerini tüketen iş ortamlarına ve koşullara boyun eğiyorlar.

Sahici bir üretkenlik anlamına gelmeyen, “aylak sınıf teorisi”nin banisi Thorstein Veblen’in ifadesiyle de son tahlilde gösterişçi tüketimin sürmesine katkıda bulunan iş hayatları ise sadece kadınlar için değil erkekler için de üretkenlik (ve hizmet)  bağlamında bir yanılsama çarkına kapılmak anlamına geliyor.