Başlangıçta beni rahatsız ettiğini itiraf etmeliyim. Kitap okumaya çalışıyordum, eve vardığımda bir yazı için masa başına oturacaktım, bunun için de okuduğum kitaptan notlar alıyordum.  O ikide bir arkaya dönüyor, koltuğun tepesinden bir göz atıyor bana. Hiç olmazsa lise çağında görünüyor, ama davranışları çocukça. Bu konuyu pek düşünmeden notlar almayı sürdürürken yanında oturan annesinin sesi dikkatimi çekti. Bir bebekle konuşurmuş gibi sesleniyor oğluna, yumuşak, tatlı sert, gözetimini bildirecek şekilde. Otur artık oğlum, elini oradan çek, çayına şeker atayım mı…

Bedeni gelişmiş, ama zihni bebeklik çağında… Bunun kuşkusuz ağır olması gereken sorumluluğu ve tasası annesiyle babasının bedenine yüklenmiş sanırsınız.  O kadar da yaşlı olmadığını hissettiren bakışlarına rağmen iskeleti çökmüş görünüyor annenin, baba ise büyük bir kederle bakıyor dünyaya.

Göz göze geliyoruz bir yerde engelli gençle, basit kelimelerle bir konuşmaya dalmadan önce.  Anne yüzündeki ıstırap çizgilerini yumuşatan bir memnuniyetle açıklıyor: Nevruz tatilini birlikte İstanbul’da geçirdiler.

Nasıl da seviniyor engelli evladını bir uçak sohbetine katabildiği için… Ama delikanlı bizden kopuyor, koridorun hemen ötesinde oturan bir gence dikiyor gözlerini, ona bir şeyler anlatmaya çabalıyor.  Gayet anlaşılır değil mi, akranıyla iletişim kurmaya çalışıyor.

Ne yazık ki akranı ısrarla gözlerini kaçırıyor ondan. Nihayet yana kaykılarak büsbütün kapatıyor gözlerini ve uykudaymış gibi, kendi âlemine çekiliyor.

                                                   *** * ***

Geçen sene yaza doğru gerçekleşen  ABD seyahatimde, “Wisdom Net”in düzenlediği Davis’te Canaan Konferans Merkezi’nde uzun yıllardır bu ülkede yaşayan, bir bakıma artık bir tür “Amerikan Müslümanlığı” diye tabir edilecek bir İslami hayat tarzının keşfi açısından hayli yol almış insanlarla tanıştım. Yeşil Kuşak Projesi’yle birlikte bir tür sufi ifadeli barış vurgulu ve İslam’ın siyasal boyutunu reddeden yönleriyle tanımlanan “Amerikancı İslam”, İslami kesimde eleştiri konusu olurdu. 

“Amerikan Müslümanlığı” daha farklı bir çabanın altını çiziyor. Kişisel olanın siyasal olduğu gerçeğini gözardı etmiyor örneğin. Ancak İslam’ın siyasallığı da yaşanılan ülkenin gerçeklerini dikkate almaya,   topluma hem herhangi bir aktif vatandaş hem de sorumluluk sahibi bir Müslüman olarak olumlu değerler sunacak bir açı geliştirmeyi mümkün kılacak şekilde açımlanmak isteniyor.

Brooklyn İkra Camii imamı Halil Abdur-Raşid (Khalil-Abdur-Rashid) ile bu bağlamda bir söyleşi gerçekleştirmiştim, www.dunyabulteni.net’de yayınlandı.

Bu konuyu daha insani boyutlarıyla tartışmamda  Seyyid Cafer Tarık, Muhammed Erik ve Steven Ahmet’in babaları Kadir Gündüz ile yaptığım konuşmaların büyük yararı oldu. Kadir Bey Pittsburgh İslam Merkezi’nde imam ve yönetici, 15 yıldır. Cezaevinde de imam olarak görev yapıyor. 

Kadir Bey Ankara’da Gazi Üniversitesi’nde asistanken, 1988’de doktora öğrenimi için ABD’ye geliyor, eşi Saime Hanım’la. O tarihten bu yana Türkiye’ye kendisi sadece bir kez gitti, 2009 yılında; Saime Hanım ise üç kez. Cafer ABD’de, doğum sırasında omurilik zedelenmesi yüzünden hasta olarak geldi dünyaya. Biricik öz oğullarını yetiştirirken yaşadıkları güçlük, ebeveyn olarak kimsesiz ve engelli çocuklara dönük duyarlıkların gelişmesinin de sebebi. Gündüz çifti hikayelerini şöyle anlattı bana: 

Üç oğulları var, en büyükleri Seyyid Cafer Tarık, öz, Muhammed Erik ve Steven Ahmet ise evlatlık olarak katıldı aileye. Kadir Bey çocuk esirgeme kurumunda çalıştığı için ABD’de evlatlık olgusu üzerine geniş bilgi sahibi. Bu ülkede çocukların kurumlarda depolanmadığını, güçlü bir denetimle aile ortamlarına verilerek yetiştirilmelerinin tercih edildiğini belirtiyor.

Engelli çocukların evlere kapatılmasına, bir tür depo içinde ömür çürütmesine de sık rastlanıyor, dünyanın her yerinde bu böyle. Cafer Tarık bu açıdan şanslı bir çocuk. Ailesi onun toplumsallaşması için elinden geleni yaptı.

Konferans merkezinde de tekerlekli sandalyesinde, anne veya babasıyla bütün programları izledi Cafer Tarık. Gözlerinin hareketleriyle katıldı konuşmalara. Dinleyerek ezberliyor, canı istediğinde sorulara babası ve annesinin anladığı bir dille cevap veriyor. Hafızası güçlü, internetten dinleyerek Kur’an öğrendi. Ayda en az bir kez hatim indiriyor.  Cafer Tarık bir “ifade engelli” olarak bilinçli, sabırlı ebeveynlere sahip olduğu için şanslı. “İfade” engelini beden dili ve bakışlarının anlatımı yanında, yakınlarının anlama çabasıyla büyük ölçüde aşıyor. Bir baba ki oğlunu gittiği her yere taşıyor, bir anne ki engelli oğluyla konferans salonunda yer alıp konuşmalara katılıyor. Kadir Bey, “Kur’an insanların aceleci ve sabırsız olma özelliklerini eleştirir. İnananlar sabırlı olmalı” diye anlatıyor oğluna yaklaşımını.

Engelli bir evladı hayattan mahrum bırakmamak için sadece sabırlı değil,  gayretli ve özverili olmanız gerekiyor. Araba sürmeyi, İngilizce konuşmayı öğrendi Saime Hanım, Cafer Tarık’ı daha iyi koşullarda yetiştirmeyi sürdürmek için. Gündüz çifti Kadir’den sonra ikinci bir çocuk istemedi. Buna karşılık oğullarının kardeşsiz kalmasına da gönülleri razı olmadı. Muhammed Erik ve Steven Ahmed, Gündüz ailesinin özünden ayırt etmemeye çalıştığı evlatları.

İki çocuk da Hristiyan kökenli, fakat evlatlık yasalarına göre çocukların evlat edinen ailenin dini eğitimi ortamında şekillenmesi doğal. Yine de Kadir Bey Tarık’ı başlangıçta düzenli olarak kiliseye götürdü. Bir zaman sonra çocuk kiliseye gitmek istemedi. Şimdilerde Muhammed Erik de, Steven Ahmed  de kendilerini Müslüman olarak ifade ediyorlar. 

Bazı çocuklar misyonlarıyla doğuyor. Seyyid Cafer Tarık, Atlantik’in ötelerinde Türkiyeli bir Müslüman ailenin kalbinin engellilere, öksüz ve yetimlere açılması için bir vesile oldu. Kadir Bey bir taraftan imamlık yaparken, çocuk esirgeme kurumunda çalışmaya başladı.

                                                 *** * ***

Çokları onları “özürlü” diye tanımlamaya devam ediyor, neden özürlü, kime karşı bu özür gibi sorular üzerine hiç düşünmeden. Daha nazik ve çoğu zaman doğru tanımlama, “engelli” olabilir. Zaman zaman “engelli” de tek başına pek toptancı bir açıklama oluyor. Mesela “zihinsel engelli” denilip geçiliyor, kişi kendisini ifadede yetersiz kaldığında.  Bana kalırsa bu durumlarda en doğrusu “ifade engelli” şeklindeki tanımlanma.

Çünkü anlaşmak ve anlatmaya geçmek için sadece göz iletişimi istiyor pek çoğu ve bir de tebessüm. Uçakta ön koltukta oturan engelli genç, Atlantik’in öte yakasında yaşayan Seyyid Cafer Tarık’ı hatırlattı bana. Salonlara girip çıkarken, masada konuşurken göz göze geliyorduk. Dinlediğini, anladığını bilmemi istediğini fark ediyordum. Bir annesiyle, bir babasıyla geliyordu salona ve yaşça kendisinden küçük olan kardeşleri de, bir sorumluluk duyduklarını hissettiren ilgileriyle etrafından eksik olmuyorlardı.

Cafer Tarık şanslı bir ifade engelli; onunla göz temasına girmeye üşenmeyen insanlar vardı etrafında. Büyük bir coşkuyla, bütün varlığıyla anlatmaya, katılmaya çalışıyordu, anne ve babasıyla sürdürdüğümüz söyleşiye. Benim dilim ve kavrayışım yetmediğinde bir annesi Saime Hanım giriyordu araya, bir babası Kadir Bey. 

Uçakta tanıdığım ifade engelli genç de aile açısından şanslı. Anne ve babası onu yaşatacağı zorlukları hesaba katarak eve kapatmamış bayram günlerinde, tersine yurt dışı seyahate götürmüş.

Sınır ötesine açılmak, anne babasının sevgisiyle kuşatılmak güzel, ama o akranlarıyla iletişim kurmak istiyor. Bunun için bütün varlığıyla bir dile dönüşmeye çalışıyor, gelgelelim iletişim kurmak istediği akranı adeta sağır ve kör kalıyor uzattığı ele.
“İfade engelli” sahiden kim acaba… İnsanın aklı karışıyor.  Topluma katılmaya çalışan engelli, manevi açıdan az gelişmiş akranlarının havada bıraktığı elini nereye koyacağını bilemeyerek dönüyor kendi etrafında. Ben annesini görüyorum elimde olmadan. Yüzünün kederi daha da koyulaşıyor, omuzları biraz daha çöküyor, oğlunun eline yapışırken.