Bizden önceki Arap şairlerinin yaptığı gibi Gazze konusundaki teslimiyetçi, onur ve şerefimizi hiçe sayan tavırlarını görünce Arap liderlerine yönelik sövgülerimizi artırdık. Ancak gayet açık ve dürüst bir şekilde kabul ve itiraf etmemiz gerekir ki Arap yöneticilerinin alçalmalarının arkasında yönetici ve entelektüel seçkinleriyle birlikte top yekun bir halkın alçalması vardır. Arap halkları şayet diri olabilseydi bu işbirlikçi yönetimler işbaşına gelmezdi, halklarının seslerine kulak tıkayamazlardı. Mesela Gazze'ye yönelik kuşatma konusunda bazı yönetimlerin İsrail'le işbirliğini yaptıklarına dair çok şeyler duyduk. Bu işbirliğinin yeni kanıtlara ihtiyacı yok. Utangaç açıklamalar da bu işbirliğini daha net bir şekilde ortaya koymaktan başka bir işe yaramıyor.

Tebalarına bu gayrı meşru işgalin vekili gibi hareket ettiklerini ilan ediyorlar.  Hatta İsrail'in yaptıklarına karşılık, onu sadece Gazze'de sivil halka yaptığı katliam konusunda işbirliği yapmamakla bile tehdit edemiyorlar. İsrail, (1982 yılında-çev.-) Güney Lübnan'ı ilk istila ettiğinde sonra sonuç iki ay sonra gelmişti: İşgal ve sonrasında meydana gelenler Arap devletlerinin desteğinde gelişti. Hatta Arapların resmi yayın organları, FKÖ'ye karşı birleşmiş ve 'dost' İsrail'in yanında onu birinci düşman ilan etmişlerdi.

Bütün bunlar biliniyor. Ancak bilinen başka bir şey ise, Arap devletlerinin bu sessiz kalmadan işbirliğine uzanan yelpazenin her bir katmanında farlı şekillerde yer almaları ve işbirlikçi rolü oynamalarının karşılığını almışlardı. Bu bedel (ABD'den alınan) askeri ve ticari yardımdı. Bütün Arap liderler, İsrail'e biat etmek için birbirleriyle yarıştılar. Arap yönetimleri, aldıkları bu Amerikan yardımını, elit sınıfın ve halkın önemli bir bölümünün sessizliğini sürdürmesi için kullandı.

Öyleyse, bu elitlerin bir çoğu, ilkelerini ve Filistin, Lübnan ve Irak'taki Arap halkının kanını satması karşılığında devşirdikleri haram kazancı yemek konusunda rejimlerle ortaktırlar. Aynı şey Ürdün'de oldu ve olmaya devam ediyor. Belki de bu durum, söz konusu ülkelerdeki muhalefetlerin rejimlere karşı ayaklanma ve karşı çıkma, hatta siyasetlerini açıkça kınama konusundaki tereddütlerini de açıklamaktadır. Hatta Mısır ve Ürdün'de Müslüman Kardeşler gibi hareketlerin talepleri, rejimi devirmek ya da gerçek anlamda bir demokrasi isteme  düzeyine ulaşmıyor. Talepleri sadece, İsrail büyükelçisinin ülkeden kovulması ve utangaç bir şekilde İsrail'le ilişkilerin dondurulması ya da kesilmesiyle sınırlı.

Şüphesiz bunun nedeni, resmi ya da yarı resmi kuruluşlarda çalışan muhalefet liderlerinin ve kadrolarının bir çoğunun finansmanlarının doğrudan ya da dolaylı olarak düş ülkelerden gelmesi. Öyleyse Arap halkları, rejimlerinin geçim kapısı olmaya başlayan onurlarını satma siyasetine ortak olmaktadır. Haris-i Şerif'te haram kazançla yenen bir yiyeceğin en uygun karşılığının ateş olduğu ve Allah (c.c.)'ın bunun âhını çıkartacağı, bedelini ödeteceği geçer. Kıyamet günü birisinin kalkıp da  "Biz yöneticilerimize tabiydik, onların yolunu takip ettik, onlar da bizi saptırdılar" demeleri para etmeyecektir. Çünkü ahlaki sorumluluk, son tahlilde bireyseldir.

Ne olursa olsun, istibdat rejimleri altında kalmayı gönüllü olarak seçmek, hatta bu rejimler Filistin halkının katledilmesinde payları olmasa ve işbirliği yapmasalar bile onların yolsuzluklarına ses çıkarmamak başlı başına bir suçtur. Bu tür rejimlerin varlıklarını sürdürmeleri, sonuç olarak çok ciddi bir hastalığın belirtisidir: Halklarımız,  kendileri acziyet içerisindedir ve dolayısıyla da ya bilfiil ya da yapılanlara sessiz kalarak rejimlerin halklarının şereflerini beş paralık etmelerine katkı sunmaktadırlar.

Bunun en açık kanıtı ise 250 milyon Arab'ın ve bir milyar Müslüman'ın savunmasız Gazze halkının arkasına sığınarak onların mücadelelerini övmeleri, direnişe devam etmelerini istemeleri ve şehitlerin arkasından gıyabi cenaze namazı kılmalarıdır.

Şehitlerin acziyet içerisinde evinde oturmayı tercih edenlerin gıyabi cenaze namazına ihtiyacı yoktur. Bilakis, namaza ve duaya ihtiyaç duyanlar asıl televizyonlar aracılığıyla yaptıkları yardım ve teberruların reklamını yaparak başa kakanlar, bununla Filistinlileri minnet altında bırakmak isteyenler ve bu yaptıklarını da cihat zannedenlerdir. İşte gerçekten mevta olan ve kendilerine gıyabi cenaze namazı kılınması gerekenler bunlardır. Çünkü İsrail kendisini, bu işbirlikçi rejimlerin yönetimi altındaki halkların bu rejimleri tehdit etmekten bile aciz oluşları nedeniyle güvende hissetmektedir. Şayet İsrail, bu "dost rejimlerin" tehdit altında olduğunu bilse yapmakta olduğu bu katliamları yapmakta bin kez tereddüt ederdi. Çünkü siyonist devlet, tecrübeyle biliyor ki, kendisini bir tehlike anında ilk koruyacaklar bu rejimlerdir.

Geçtiğimiz hafta, Gazze ile dayanışmanın ancak ve ancak halkların boyunlarına geçirilmiş bukağıların kırılana dek yöneticilere karşı isyan etmek ve onlara başkaldırmakla olacağını söylemiştik. Halkların Gazze'ye yardım etmekten önce kendilerine yardım etmeleri gerekmektedir. Çünkü Gazze halkı, ateş altında olduğu halde boyun eğmediklerini ve boyun eğmeyeceklerini, bütün Arap ve Müslüman halklardan daha özgür olduklarını ispat etmişlerdir.

Son olarak biz, imanın zayıfının da zayıfı olan şuna çağırıyoruz: Bütün Araplar ve Müslümanlar evlerinde kalsınlar, açlık grevi başlatsınlar ve Gazze'den kuşatma kaldırılana ve katliamlara bir son verilene kadar işlerine gitmesinler, yemek yemesinler. Bu ümmet bundan da mı aciz? Bunu yaparsa, o zaman rüşdünü ispat etmiş ve kendisi için gıyabi cenaze namazı kılınmasını hak etmemiş olur.   

(Abdulvehhab el-Efendi; İngiltere'de mukim Sudanlı yazar)

Bu makaleyi Dünya Bülteni için Türkçe'ye çeviren: İbrahim İslamoğlu