6 Mayıs seçimlerinin neredeyse tüm siyasi çehresini değiştirdiği Britanya, hem kendi içinde hem de dünyaya olan yöneliminde yine bu seçimlerin bir devamı olarak ciddi değişimler yaşamaya devam edecek. 13 yıllık İşçi Partisi iktidarını sona erdiren seçimler 80’ler ve 90’ların ilk yarısı kadar güçlü olmasa da Muhafazakârların yeniden hükümet kurabilmesini sağladı. İşçi Partisi iktidarının yıkılması, yeni bir Muhafazakâr ekibin başa gelmesi gibi büyük bir değişime yol açması kadar önceki haftaki oylama ülkedeki seçim sisteminde yapısal değişikleri ateşleyecek sonuçlar yarattı.

2010 seçimlerinin ülkeye gösterdiği en büyük gerçeklerden biri, seçim sisteminin bizatihi kendisinin değişmesi ihtiyacı oldu. Seçim bölgesi esaslı tek turlu çoğunluk sistemi tarih boyunca geleneksel iki partiyi birbiriyle yarıştırıyor, üçüncü bir partiye şans tanımıyordu. Seçim kampanyaları döneminde Liberal Demokratların lideri Nick Clegg’in televizyon tartışmaları sayesinde ülke genelinde yakaladığı popülerlik böylece sistemdeki adaletsizliği hiç olmadığı ölçüde tartışmaya açmıştı.

Her ne kadar popülerliği ölçüsünde bir seçim başarısı gösteremese de yeni hükümetin ortağı olma fırsatı yakalayan Clegg, koalisyon görüşmelerinin en büyük şartı olarak da yeni başbakan David Cameron’a bu maddeyi dayattı. Şimdi Britanya bu sürecin bir devamı olarak nispi temsil sistemi ve seçim bölgelerinin sınırlarının değiştirilmesi gibi seçenekler de dâhil olmak üzere ülkenin geleneksel iki partili yapısını değiştirecek düzenlemeler görebilir. Böylesi bir düzenleme Liberal Demokratların ülke siyasetinde daha büyük bir güç sahibi olmasına yol açacağı gibi, aralarında aşırı sağ partilerin de olduğu küçük partilere Westminster kapılarını aralama imkânı verecek. Bu da Britanya’nın artık neredeyse yarım yüzyılda bir değil, hemen her beş senede bir koalisyon hükümeti görmesiyle sonuçlanabilir.

Bu değişim dışarıdan bakınca olumlu veya en azından doğal görünüyor ancak ülke içinde koalisyon hükümetlerine olan aşırı güvensizlik değişimin önünü tıkayan ataleti güçlendiriyor. Çiçeği burnunda Muhafazakâr-Liberal koalisyonu da böylesi bir güvensizlik bulutu ve ömrünün en fazla iki yıl sürebileceği yorumları arasında göreve başlıyor.

Yeni hükümet için bir portre denemesi
Britanya’nın yeni hükümeti büyük kanadında Muhafazakârları, küçük kanadında Liberal Demokratları barındırması bakımından bir hayli ilgiye değer bir karaktere sahip. Her şeyden önce Liberal Demokratlar partilerinin kurulduğu 1988’den bu yana ilk kez bir hükümette yer alabilecekler.

* Avrupa Birliği’ne şüpheli, sosyal devlet anlayışına uzak yaklaşımıyla Muhafazakârlar küresel ekonomik krizin yarattığı atmosferi de arkalarına alarak özellikle kamu harcamalarında ciddi kısıtlamalara gitmeye çalışacaklar. Cameron ve ekibi İşçi Partisi’nin sosyal devlet yanlısı siyasetine karşılık ürettikleri ‘büyük devlete karşı büyük toplum’ siyasetiyle ‘hantallaşmış büyük devleti’ küçültecek bir süreç izlemeye çalışacak. İşçi Partisi, İngilizlerin günlük hayatlarına etki etmeyecek ve daha çok bürokrasi düzeyinde kamu harcamalarında kısıtlamalara gitmeyi planlıyorken iktidara gelen Muhafazakârlar sokağa yansıyacak değişiklikler yapmaya çalışacak. Bu değişikliklerin Thatcher dönemi kadar keskin olmaması da büyük ölçüde küçük ortak Liberal Demokratların ne yapacağıyla bağlantılı olacak.

* Avrupa Birliği’ne şüpheyle yaklaşan ve Birliğe gereğinden fazla kontrol gücünün verildiğine inanan başbakan Cameron seçim bildirgesinde vaat ettiği gibi bu kontrolü ‘Brüksel’den Londra’ya taşımaya’ çalışacak. Bu, 13 yıldır İşçi Partisi iktidarıyla sorunsuz bir ilişki içinde olan Avrupa Birliği ülkelerinin Britanya’yla sıkıntılar yaşamasına yol açabilir. Nitekim buna yönelik kaygılar Birlik yanlısı iç ve dış kamuoyunda seçimlerden önce de belirgin şekilde ortaya çıkmıştı. Fakat yine de Avrupalı siyasetçilerdeki hâkim görüş Cameron’un partizanca değil pragmatistçe hareket edeceği yönünde. Bu konuda da Liberal Demokratların AB yanlısı siyaseti, Muhafazakârların umdukları ölçüde değişiklik yapmalarının önünde bir engel olarak durabilir. Muhafazakârların AB’ye olan temkinli siyaseti bir başka açıdan bakıldığında, AB’nin liderliğini üstlenmiş görünen Almanya ve Fransa’ya bir yeni gücün katılmasıyla da sonuçlanabilir. AB’den uzaklaşması beklenemeyecek Britanya, bu durumda içinde olduğu Birlik’te daha fazla etkili olmaya çalışabilir.

* Öte yandan, Britanya’da üç büyük partinin en kolay anlaştığı konulardan biri Türkiye’nin AB üyeliği. Dolayısıyla ülkede uzun süredir var olan Türkiye’nin üyeliğine olan açık desteğin Fransa ve Almanya’dan farklı olarak süreceği kesin.

* Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik iyileşme süreci ama en önemlisi büyük bütçe açığı, bu defa bir başka yerde; ABD’de kaygıların doğmasına yol açıyor. Ekonomik kriz nedeniyle savunma harcamalarında kısıtlamalara gitmesi beklenen yeni hükümetin bu nedenle ABD liderliğindeki ‘operasyonlara’ Blair zamanındaki gibi hevesle iştirak etmeyeceği öngörülüyor. Bir başka beklenti de tarihi olarak ABD ile ‘özel’ bir yakınlığı bulunan ülkenin Cameron’la birlikte ilişkileri bozmadan ama kendi sözünün de varlığını hissettiren bir ton yakalaması yönünde. Nick Clegg’in Blair özelinde Britanya’nın ABD’ye olan ‘bağımlılık ilişkisini’ açık bir şekilde eleştirdiği dikkate alındığında bir tür temas-mesafe ilişkisinin gözetilmeye çalışılacağını söylemek mümkün. Ancak bunun reel-politikada ne ölçüde karşılık bulacağı bir muamma.

* Koalisyonun iki ortağı arasında önemli görüş farklılıklarından biri göçmenlere yönelik. Clegg, seçim kampanyası döneminde -Cameron’ın açıkça karşı çıktığı ülkede on yıldan fazladır yaşayan, uyum sağlamış, iş kurmuş, İngilizce konuşan kaçak onbinlerce göçmene bir af çıkarılması önerisinde bulunmuştu. Muhafazakâr Parti ise özellikle İşçi Partisi’nin ülke kapılarını yabancılara sorumsuzca açtığı ve göçün yeni problemlere yo açtığı inancında. Partinin kararlılıkla yerine getirmeye çalışacağı vaatlerinin başında sınır kontrollerinin artırılması, vize alımının ve yerleşmenin daha fazla zorlaştırılması olacağını söylemek mümkün. Bu da, ülkedeki yasal durumu belirsiz göçmenleri zor günlerin beklediği anlamına geliyor.

* Yeni hükümet, Liberal Demokratlar için tarihlerinde ilk kez hükümette yer alma fırsatı anlamına geliyor. 27 yıldır milletvekili olan partinin önde gelen isimlerinden Simon Hughes, ‘bu hayatımda ilk kez görme fırsatı bulacağım bir imkân anlamına geliyor’ derken haklıydı. Çünkü eğer seçim sistemi değişmezse Liberal Demokratlar bir 27 yıl daha koalisyon için bekleyebilir. Liberal Demokratların hükümetteki varlığı, zor bir dönemde iktidara gelen Muhafazakârlar için sorumluluğu paylaşma adına da bir sonraki seçim için oldukça rahatlatıcı bir unsur.

Koalisyonlara karşı neredeyse bir fobinin hâkim olduğu Britanya’da, kimi Liberal Demokratların kendilerinin de ‘kalbimizi değil aklımızı dinledik’ deyip kerhen dâhil olduğu Muhafazakâr-Liberal Demokrat ortaklığı ülkenin İşçi Partisi’nden kalma çehresini değiştirmeye çalışacağı kesin. Önlerindeki tek engel ise kendilerinin bile güvenmekte zorlandığı kurdukları koalisyon hükümeti olacak.
 

Kaynak: Radikal