İsrail'li "barış gönüllüsü" ve yazar Uri Avnery ilginç bir Yahudi hikayesi anlatıyor. Rusya'da çarın ordusunda savaşa katılmak üzere askere çağrılan bir Yahudi gence annesi son tembihlerini yapıyor; "savaşta kendini fazla yorma, bir Türk'ü öldür peşinden dinlen. Daha sonra bir Türk daha öldür tekrar dinlen." Annesinin verdiği nasihat delikanlının kafasına pek yatmamış olacak ki, "ya Türkler beni öldürürse ne olacak?" Bu soruyu anlamsız bulan anne, "Türkler seni niçin öldürsün oğlum, sen onlara bir şey yapmadın ki!."

Son Gazze operasyonunda "bir Türk'ü öldürüp dinlenmek" yerine "yüz Filistinliyi öldürüp dinlenme"ye geçen İsrail'in ve bu katliamları meşrulaştıran psikolojiyi herhalde bundan daha iyi anlatacak bir benzetme bulunamazdı. Türklerin kendilerini Gazze'de öldürülen Filistinlilerle ne kadar özdeşleştirdikleri meselesi ayrı bir soru olarak yakıcılığını korumakla birlikte, Türk'ün yerine geçen Filistinlilere, Afganlara, Çeçenlere yapılanlar bundan farksız. Artık teker teker değil kitleler halinde öldürüldükten sonra katillerinin dinlenmeye geçtiği ve sonra kaldığı yerden devam ettiği bir dünyada yaşadığımızı fark etmiyoruz bile.

Burada yakıcı olan iki husus var, biri bir değil yüzlerce bazen binlerce Türk'ü öldürenlerin Yahudi annenin oğluna verdiği öğütte işaret edilen konumu kendinde hak görmesi meselesi. Yani "Türk'ü" öldürmekte hiçbir sakınca görmeyen ve bunun kendi hakkı olduğunu peşinen kabul eden ve "Türk"ten hep alacaklı, hatta İsrail'de olduğu gibi kendini tüm dünyadan peşinen alacaklı sayan bir meşrulaştırma mantığı işliyor. Karşı tarafın kendine aynı şekilde davranma ihtimalinin muhal sayıldığı, hatta bunun düşünülmesinin bile akıl ve ahlak dışı görüldüğü bir yok etme hakkı. Tıpkı, "biz Türklere ne yaptık ki" mantığını işleten doğuştan masum, ne yapsa meşru ve hesap vermeye, hele hele bedel ödemeye hiç açık kapı bırakmayan bir savunmada olduğu gibi. Tüm ahlaki erdemlerin kendinde toplandığı, karşısındakinin kendi yaptığı türden bir karşılık vermesine ne akıl ne de ahlak ölçüsünde imkan bırakmayan bir "ben merkezli" bir savunma tarzı.

Bu manzaranın ikinci kısmı yani "biz Türk'e ne yaptık ki bizi öldürsün" akıl yürütmesinin muhatapları açısından durum daha da ilginç. hep öldürülen, dayak yiyenlerin, en az Yahudi anası kadar, karşısındakine bir şey yapmama konusunda ikna olmuş olması hali daha çarpıcı. Gerçekten birer birer olmasa da yüzer yüzer öldürülenlerin, nasıl olup da katillerinin psikolojisini bürünmüş oldukları üzerinde düşünmek gerekir. (Burada Türk'ün bir sembolik gönderme olduğunu hatırlatmaya bilmem gerek var mı?)

Bu tek yanlı haklılık psikolojisi sadece seçilmiş kavim olmak inancından kaynaklanmıyor. Modern hurafeler, ideolojiler, mitler, üstün uygarlık mitleri benzer haklılığı taraftarlarına sağlayabiliyor: stratejik, ekonomik çıkarları uğruna her türlü sömürü ve tahribat yapma hakkını kendinde görebiliyor. Tek yanlı, bedel ödetme stratejisi ideolojik söylemlerle, üstün medeniyet adına meşrulaştırılabiliyor.

İsrail'in dar alanda ve kısa zaman dilimlerine sıkıştırdığı kanlı yok etme politikaları aslında küresel ölçekte uygulanıyor. 11 Eylül sonrası Amerika'nın İslam dünyasına karşı uygulamaya koyduğu stratejiye destek verenler, meşrulaştıranlar başta medya olmak üzere siyasetçiler kadar din adamları, yukarıdaki örnekteki psikolojiyi yansıtan bir dil kullanıyorlar. Kendinde, dışındaki her şeyi yok etme imtiyazını gören ama karşısındakinin göstereceği muhtemel tepkiyi ise her türlü meşruiyet ve akıl yürütme karşısında imkansız sayan bir savunma refleksi.

İslam Konferansı'nın Senegal'in başkenti Dakar'da toplanan Dışişleri Bakanları Zirvesi öncesinde açıklama yapan Devlet Başkanı Abdoulaye Wade Haçlı Seferleri'nin artık tarihe karıştığını iddia ederek buna karşı artık cihad fikrinin terk edilmesini buyurmuş. Kimse yeni bir dinler savaşını körüklemekten yana değil ancak teröre karşı küresel savaş ilan eden Amerika'ın yeni politikalarını yok sayarak Haçlı Seferleri'nin tarihten kaldığını ileri sürmek, "biz Türklere ne yaptık ki bizi öldürsün" diyen tarafın Türkleri öldürme hakkını teyit etmek anlamına gelmiyor mu?

Kaldı ki, sözel anlamada bile Bush'un yeni bir Haçlı Seferi başlatmaktan söz ettiğini yok sayabilir miyiz? Bu yeni Haçlı Seferi nedeniyledir ki sadece Irak'ta 1 milyon civarında insan öldürüldü. Ama Amerikalılar demokrasi, özgürlük getirdikleri bu insanların kendilerini savunmak isteyeceklerine bırakın ihtimal vermeyi gerekçe bile bulamayacaktır. Çünkü demokrasi, insan haklarından başka bir şey getirmek istememeleri her şeyi yapmaları hakkını vermektedir onlara.

Ortadoğu'da, İslam dünyasının pekçok bölgesinde ve daha genel anlamda yeni emperyalizm uygulamalarının kuşattığı yeryüzünde önce kimin neye hakkının olduğu, kimin ne türden haksızlığı nasıl meşrulaştırdığının muhasebesi yapılmadan zulmü önlemenin bir yolu görünmüyor.


Kaynak: Yeni Şafak