Şehirlerin ruhuna dokunmak için arka sokaklara, ara sokaklara dalmak gerekir. Ana caddeleri, meydanları; şehrin albenili, gösterişli yanına ayna tutar. Oysa arka sokaklar o şehre can veren insanların hayatına, şehrin asıl dokusuna dair gerçek fikir edinmemizi mümkün kılar.

Saraylar olanca ihtişamı, gösterişli yanına rağmen o görüntünün ardında ne görünmez hayatları, ne isimsiz, namsızların çilesini de barındırır.
Geçenlerde Dolmabahçe sarayının en son akla gelecek kısmında adeta zaman tüneline girmiş gibi bir yolculuğa çıktık Kemal'le. Bodrum katını bir uçtan diğer uca gezerken tanıklık ettiği dönemi itibariyle kendi başına çelişkiler yumağı olan saraya görünmeyenlerin, altta kalanların zaviyesinden bakmak hayli ilginç oldu. Isıtma sistemleri, hizmetlilerin çalıştığı, barındığı mekanlar, bir imparatorluk sarayının ışıltılı görüntülerinin arkaplanı hakkında yeterince fikir veriyor. Teknik imkanlarıyla birlikte insan ilişkilerinin nasıl örgütlendiğini de ele veriyor.

Adeta bir şehrin arka sokaklarını gezmiş hissine kapılmamak mümkün değil. Tam bahçeye çıktığımız sırada tekrar 'arka sokaklardan' birinde açılan kapıdan münzevi bir köşeye daldığımı fark edecektim. Burası bir atölye… Bir köşede içi boşaltılmış dev bir tarihi saat kasası. Genişçe masada bir saat tamircisinde olmasını beklediğimden çok fazla aletler… Yan tarafta minik bir torna tezgahı… Karşıda kütüphane ve plaklar…

Herhangi bir saat tamircisinin mekanından çok bir sanatçının atölyesine girdiğinizi hatırlatıyor her şey. Hele saat tamircisi Şule Gürbüz'le sohbete başlayınca saat, zaman, mekan, sanata doğru yolculuğa çıkıyorsunuz. Konservatuarda tahsil ve Cambridge'de felsefe eğitiminden sonra bir insan neden saat tamirciliğine başlar? Uzun çıraklık deneyiminden sonra ustalık basamaklarına tırmanmayı göze alabilmesi için kendi varoluşunu nasıl anlamlandırıyor olması gerekir? Saatle kurulan ilişkiyi, mekanik ayrıntılardan öte zaman-mekan boyutunda insanın kendi varlık sorunu üzerinden kurmak; üstelik ismi hiçbir zaman öne çıkmayacak şekilde, tarihin geçmişinden bugüne sarkan bir ustanın isminin ardında kendini gizlemeyi göze almak... İsminizin 'yokluk'la anılmasını baştan gaye edinerek bir sanat-zanaatla hayatınızı anlamlandırmak için ne tür fedakarlık yapmanız gerektiğini yahut bunu anlamlandırmak için göze alamanız gereken zihinsel ve içsel yolculuğu Şule Gürbüz'ün 'Saat Kitabı'nı okumaya başlayınca daha daha iyi kavrıyorsunuz.

İnsanın saat ustalarının isminin ardında saklanmasını baştan göze alacak bir sanatı seçmesi için saati, zamanı, alaturka saatle alafranga saat arasında zaman tasavvurunu fark etmesi gerekiyor. Gürbüz, alaturka zamanların güneşe göre ayarlanan ve sabit olmayan zaman telakkisi ile alafranga zamanların hayatı katı dilimlere bölen zaman algısı arasındaki çizgiyi, hem de o kalın çizgiyi, izah ederek başlıyor. Bence Ahmet Haşim'in 'Müslüman Saati'nde anlattığı, hayat tarzımızı altüst eden alafranga saate göre ayarlanan zaman algımızı da aşan yorumuyla hayata, geçmişe, zaman içinde benliğin varoluşuna dair çarpıcı denemeleri yer alıyor kitabında. DEVAMI>>>