İsrail, İran’ın veya bölgede ona meydan okuyan herhangi başka bir ülkenin saldırısına uğramaktan korkmuyor. Ordusu, ona meydan okuyabilecek herhangi bir ülkenin ordusundan çok daha güçlü. Herkes İsrail’in cephaneliğinde ne olduğunu biliyor ve İsrail herkesin bildiğini biliyor. İsrail roket ateşinden veya intihar bombacılarından da korkmuyor. Şiddet içeren herhangi bir meydan okumayı bastırmak için askeri gücü ve politik desteği toplayabileceğini biliyor.
Fakat İsrail’in güvenlik amirlerini uzunca bir süredir endişelendiren, silahsız Filistinlilerin haklarını talep etmek için İsrail’e yürümesi. İsrailli ileri gelenler arasında pek çok kişi yıllardır “ya bir milyon Filistinli Kudüs’e silahsız olarak yürürse?” diye soruyor. “Bununla nasıl başa çıkarız?” Bu soru, silahla ve işkence odasıyla yönetilen rejimlere kafa tutan ve cesaretlerinden başka silahları olmayan milyonların Arap başkentlerinin sokaklarına döküldüğü Arap Baharı’nın başlangıcından beri daha da aciliyet kazandı.  

İsrail silahlı direnişçilerden daha çok silahsız protestoculardan ürküyor. Bunun sebebi, şiddet İsrail’e en güçlü olduğu noktada meydan okurken, silahsız direniş İsrail’in politik ve diplomatik zayıflıklarını ifşa ediyor. Esad’ın Suriye’si zaten Batı’dan öyle izole ki, Batı sivil toplumunu öfkelendiren baskıcı eylemlerin acısını daha az çekiyor. Diğer yanda İsrail, Batı ile derin biçimde kaynaşmış durumda ve özellikle Birleşik Devletler ile olan bağlantısı onun kimliği için merkezi. Kendini Batı karşıtı şiddetli bir saldırının kurbanı olarak gösterebilmek ve kendi güvenlik eylemlerini üzücü fakat kendi vatandaşlarının yaşamlarını korumak için gerekliymiş gibi resmetmek zorunda. Silahsız protestoculara karşı şiddet kullanmak uluslararası tecridi göze alması demek; bu İsrail’e ecel terleri döktürüyor. Silahsız gösteriler onu, kurban olduğu iddiasından mahrum bırakırken, aynı zamanda Batı sivil toplumunu protesto edenlerin zor durumunu göz önüne almaya daha da istekli hale getiriyor.

Bazı Hamaslılar bile bunu fark etti. Geçen yıl, Filistin Parlamentosu Hamas sözcüsü Aziz Ebu Dweik, Wall Street Journal’a, Türkiye’den 2010 Haziran’da yola çıkan ve İsrail’in ölümcül Mavi Marmara baskınına yol açan küçük filonun “Gazze için 10 bin roketin yapabileceğinden daha fazlasını yaptığını” söyleyerek, Batı Şeria’daki şiddetsiz protesto eylemini desteklemeye başladı.

İsrail’in en kötü kabusu pazar günü, 1948’de İsrail’in kuruluş sürecinde Arap nüfusunun yarısından fazlasının sınır dışı edildiği Nakba’nın Filistinli mültecilerinin, Suriye, Lübnan, Batı Şeria ve Gazze’den İsrail’e yürümesiyle ortaya serilmeye başladı.

İsrailliler yer yer ateş açtılar ve 12 gösterici öldürüldü. Bir kabine bakanı İran’ı suçladı. Başbakan Netanyahu İsrail’in varlığının tehdit altında olduğu yolunda uyarıda bulundu; çünkü mülteciler 1948’te kaybettikleri topraklara geri dönecek olurlarsa İsrail eninde sonunda Yahudi etnik çoğunluğunu kaybedecekti.

Fakat İsrail savunma bakanı Ehud Barak’ın ihtar ettiği gibi, mülteci protestosu sadece başlangıçtı. 1993 Oslo Anlaşması’yla başlayan “barış süreci” bir süredir ölü ve Başkan Barak Obama’nın onu diriltme çabası, acınası bir başarısızlık oldu. Geçen cuma Ortadoğu Özel Delegesi Senatör George Mitchell’ın istifası, kimsenin Abbas ve Netanyahu arasında bir anlaşma olması ihtimali üzerine hayal kurmaması gerektiği mesajını gönderdi.

Filistinliler nasılsa hisselerini kolayca kabul etmeyecekler; meseleleri kendi ellerine almaya başladılar. Başkan Mahmut Abbas Washington’a, Şubat’ta İsrail yerleşim eylemini kınayan bir BM Güvenlik Konseyi kararını baskıladığı ve ayrıca yakın zamanda Hamas ile bir birlik anlaşması kararına vardığı için meydan okudu. Eylül’de Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’ün tümünde Filistin egemenliğinin BM tarafından kabul edilmesi için uğraşmayı planlıyor.

Ve karada, Lübnan ve Suriye’deki mülteci kamplarından Batı Şeria ve Gazze’dekilere kadar mülteciler de meseleleri kendi ellerine almaya başladılar. Liderleri için, İsrailliler ile taviz vererek anlaşmaya varmayı büyük ihtimalle daha güç hale getiriyorlar; çünkü Abbas bir anlaşma umuduyla, anahtar meselelerde taviz vermeye istekli görünüyordu.

Şimdi İsrail ve ABD’nin bir problemi var: Artık bir uzlaşma “sürecini” işaret edip Filistinlilerden sabır bekleyemiyorlar. Filistinliler şimdi, geçmiş 20 yılın pek çok anahtar varsayımına meydan okuyarak haklarını istiyorlar.

Batı Şeria’da düzeni korumak için ABD tarafından oluşturulan Filistinli güvenlik güçleri iyi bir örnek: ABD’li komutanlarının iki yıl önce uyardığı gibi, askerler kendilerini yeni bir Filistin Devleti’nin ordusu olarak görüyorlar. Eğer böyle bir devlet ortaya çıkmayacaksa, işbirlikçi olarak damgalanıp istifa edecekler. Fakat İsrail’in önümüzdeki aylarda yüzleşeceği en zor mücadele güvenlik değil siyaset cephesinde olacak.

Barış süreci bitti. Barış sonrası sürece hoşgeldiniz.

Kaynak: Star