James Cameron'ın gişe rekorları kıran 3 boyutlu filmi Avatar, hem derinlikli hem de başlı başına saçmalık. Derinlikli çünkü yaratıklar hakkındaki pek çok film gibi, farklı beşeri kültürler arasındaki temas için bir metafordur. Ancak eldeki vakada metafor şuurlu ve kusursuzdur: Avrupa'nın Amerika kıtası halkıyla temasının hikayesidir bu. Başlı başına saçmalık çünkü mutlu son mühendisliği öylesine ahmakça bir olaylar dizisi talep etmektedir ki filmi beş paralık edeceği mâlumdur. Yerli Amerikalıların kaderi, bir başka filmde (The Road) anlatılan hikayeye çok daha yakındır; filmde, soyu tükenmekte olan bir nüfus, korkuyla akıp gitmektedir.
Fakat buradaki hiç kimsenin duymak istemediği bir hikayedir çünkü bizim kendimizi görmeyi tercih ettiğimiz şekle meydan okumaktadır. Avrupa, Amerikalarda işlenen soykırımlarla zenginleşti; Amerikan ulusu onların üzerinde inşa edildi. Kabul edemeyeceğimiz bir tarih bu.
Amerikalı uzman David Stannard, American Holocaust adlı eserinde dünyanın gördüğü en büyük soykırımı belgelemektedir. 1492 yılında Amerika kıtasında 100 milyon (yerli) insan yaşamaktadır. 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde neredeyse tümü imha edilmiştir. Pek çokları hastalık sonucu öldü. Ancak soyun yok edilmesi tasarlanmıştı da.
İspanyollar Amerikalara geldiklerinde, kendi dünyalarından güç bela biraz daha farlı bir dünya târif ettiler. Savaş, zulüm, kölelik, fanatizm, hastalık ve kıtlık, Avrupa'yı kırıp geçiriyordu. Yüzyüze geldikleri nüfus ise zengin, iyi beslenmiş, (Aztekler ve İnkalar hâriç) barışçıl, demokratik ve eşitlikçiydiler. Colombus dâhil, ilk kâşifler Amerika kıtası boyunca yerlilerin olağanüstü misafirperverliğinden bahsettiler. İspanyol fatihler gördükleri yollar, kanallar, binalar, ve yüzyüze geldiklere sanat karşısında, ki bazı hallerde kendi ülkelerinde görecekleri herhangi bir eser onların gerisinde kalırdı, ağızları açık kalmıştı. Bunların hiçbiri de buldukları her şeyi ve herkesi yok etmelerini engellemedi.
Katliam Colombus'la başladı. Haiti ve Dominik Cumhuriyeti'nin bulunduğu bölgedeki yerli halkı hayal edilmesi zor vahşi araçlarla katletti. Askerleri, bebekleri annelerinden alıp başlarını kayalara çarptılar. Çocukları köpeklerine yem ettiler. Bir fırsatla 13 yerliyi İsa ve 12 Havarisi adına astılar; astıkları darağacının boyu öylesine kısaydı ki ayak parmak uçları yere değiyordu. Ve sonra bağırsaklarını çıkarıp canlı canlı yaktılar. Colombus tüm yerli halkın her üç ayda bir belirli miktarda altın vermesini emretti; emri yerine getiremeyenin elleri kesildi. 1535 yılına kadar bu bölgenin (Hispanyola) nüfusu 8 milyondan sıfıra düştü: Hastalık sonucu, cinayet sonucu, aşırı çalışma ve açlık sonucu.
İspanyollar uygarlaştırma misyonunu orta ve güney Amerika'ya taşıdılar. Yerli halk, efsânevi hazinelerin nerede saklandığını söyleyemediklerinden dolayı kırbaçlandı, asıldı, suda boğuldu, organları kesildi, köpekler tarafından parçalandı, canlı canlı gömüldü ve yakıldı. Askerler kadınların göğüslerini kestiler, ellerini ve burunlarını kesip boyunlarına astıkları insanları köylerine geri gönderdiler ve spor olsun diye yerlileri köpekleriyle avladılar. Ancak çoğu kişi kölelik ve hastalık neticesinde öldü. İspanyollar yerlileri ölene kadar çalıştırıp sonra yerlerine başkasını koymanın, onları canlı tutmaktan daha ucuz olduğunu keşfetmişlerdi. Madenlerdeki ve çiftliklerdeki hayat süresi üç ila dört ay kadardı. Amerika kıtasına gelmelerinin üzerinden geçen bir asır sonra, Güney ve Orta Amerika nüfusunun yüzde 95'i yok olmuştu.
İspanyollar 18. yüzyılda bu imhayı Kalifornia'da sistemleştirdiler. Junipero Serra adındaki bir Fransisken misyoner bir dizi "misyona" koyuldu: Gerçekte köle işgücü kullanan temerküz kamplarıydı. Yerli halk, silahların gölgesi altında sürü olarak toplandı ve Afro-Amerikalı kölelerin 19. yüzyılda aldığı kalori miktarının beşte biri kadarıyla çiftliklerde çalıştırıldı. Aşırı çalıştırılmak, açlık ve hastalık yüzünden insanı afallatan bir hızla öldüler; yerlerine yenileri kondu ve yerli nüfus yok edildi. Kalifornia'nın Eichmann'ı Junipero Serra, 1988'de Vatikan tarafından aziz mertebesine yükseltildi. Bir mûcize daha olduğunda aziz ilan edilecek.
İspanyollar altın iştahıyla hareket ederken, İngilizler toprak iştahıyla hareket edip Kuzey Amerika'yı sömürgeleştirdi. New England'da yerlilerin köylerini kuşatıp halkı uykudayken katlettiler. Soykırım batıya doğru yayılırken en üst düzeyde onaylanmıştı. George Washington, Iroquois ahalisinin ev ve topraklarının topyekûn yok edilmesini emretti. Thomas Jefferson, ulusun yerlilere karşı savaşının her bir kabile "imha edilene yahut Mississippi'nin ötesine sürülene dek" devam etmesi gerektiğini ilan etti. Kolarado askerleri, barış bayrağı altında toplanmış silahsız insanları 1864 Sand Creek Katliamı'nda yok etti; çocukları, bebekleri öldürdü, cesetlerin uzuvları kesildi, kurbanların cinsel uzuvları tütün kesesi olarak kullanıldı veya şapkalara takıldı. Theodore Roosevelt bu olayı "sınırda cereyan etmiş en haklı ve en faydalı bir amel" olarak andı.
Katliam sona ermedi: Guardian geçen ay Amazon'un batı yakasındaki Brezilyalı çiftlik sahiplerinin, bir orman kabilesine mensup sağ kalan tek kişiyi öldürmeye çalıştıkları haberini verdi. Ama ne ki tarihteki en büyük soykırım, kollektif vicdanımızı hiç kabartmaz. Naziler II. Dünya Savaşını kazansaydı, olacak olanlar bunlardı galiba: Holokost inkar edilecekti, aynı bu şekilde bahane bulunacak veya küçültülecekti hatta ki Holokost devam edip dururken hem de. Sorumlu uluslar – İspanya-İngiltere-Amerika- hiçbir mukayeseye müsamaha göstermeyecektir ama Amerika kıtasında uygulanan nihâi çözüm çok daha başarılıydı. O olaylara nezaret edenler veya izin verenler, dini ya da ulusal kahramanlar olmayı sürdürüyorlar. Hafızalarımızı harekete geçirenler ise ya gözardı ediliyor ya da kınanıyor.
Sağ işte bu yüzden Avatar'dan nefret ediyor. John Podhoretz, neocon'ların Weekly Standard'ında filmin yerlilerin iyi adamları, Amerikalıların kötü adamları oynadığı" "revizyonist bir western'e" benzediğinden şikayet ediyor. İzleyicilerden "Amerikan askerlerinin isyanda mağlub olmasına arka çıkmalarını" istemektedir. İstilaya karşı direniş teşebbüsüne karşılık olarak "isyan" (insurgency) ilginç bir kelimedir: "Asi" (insurgent), tıpkı "vahşi" gibi, istediğiniz bir şeye sahip olan kişi için kullanılır. Vatikan'ın resmi gazetesi L'Osservatore Romano, filmi "anti-emperyalist, anti-militarist kıssa" olarak kınadı.
Fakat hiç değilse sağ, neye saldırdığını biliğyor. New York Times'ın liberal eleştirmeni Adam Cohen, apaçık görme ihtiyacını müdaafa ettiği için Avatar'ı övdü: "Totalitaryanizmin ve soykırımın meşhur bir ilkesini – göremediğinize zulmetmek en kolayıdır - ifşa etmiştir." Fakat bilinçsizce düşülen müthiş bir istihzai durumdur – çarpıcı şekilde apaçık metaforu atlamakta ve filmin ışık tuttuğu Nazi-Sovyet katliamlarından bahsetmektedir. Söz konusu olan görmemek olunca, hepimiz pek de mahiriz.
Sağcıların eleştirilerine katılıyorum: Avatar, incelik yoksunu, iç bayıltıcı ve basmakalıptır. Fakat binlerce sanatevi filmlerinden çok daha önemli ve çok daha tehlikeli bir hakikate değinmektedir
Kaynak: Guardian
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı