Ramazan orucu bana şöyle geliyor: Ömür boyu bildiğinizi sandığınız her şeyi başka türlü öğrenmek ve unuttuklarınızı hatırlamak üzere en başa dönüyorsunuz.

Nimet üzerine düşünmek ve nimetin şükrü, toplu bir hayat muhasebesine nasıl yol açmayabilir? Ramazan geliyor ve hatırlatıyor: Bu sofranın düzeninde bir yanlışlık, önemli işlerin sıralamasında bir karışma var. Kolay olmayacak, ama bir ay boyunca yeniden öğreneceğiz.

Orucun amacı kuru kuruya açlık değil kendinde hicret, yadırgama. Oruç ve sanat benzeri bir yıkanmayı gerçekleştiriyor bakışlarda: Sanatın hedefi de alışkanlığı kırıp “yadırgattırma”. Alışkanlıklarımızı bir disiplin içinde değiştiriyoruz. Bir şeyler süzülüyor bakışımızda, inceliyor, açı değiştiriyor. Biri seni dinliyor, sen birisi için iyi bir şeyler yapmayı istiyorsun, ortak sofralar kuruluyor, bir kez daha suyun ve ekmeğin saflığına, güzelliğine dönüyorsun.Açlığı, açlık çekenleri, maaşları, grevleri, imkânları, evsizleri, Afrika kıtlıklarını, mülteci mahrumiyetini düşünmeye yöneliyor bilincin.

Mekânı, zamanı, bedenin ve iradenin sınırlarını yeniden öğrenirken ruhunu biçimlendirdiğini duyuyorsun. Buzdolabıyla, muslukla, diş fırçasıyla, uyku zamanıyla, çalar saatle, perdeyle, su ısıtıcıyla, bulaşık veya temiz kaplarla, telefonla, bilgisayarla, kitaplarla, üzerinde çalışılan metinle mesafen yeniden ayarlanıyor. Demek öyle, farkına varmadan acıkır, acıkmayı tanımadan acıktığını sanır, tat alamamaya başlamışken hiç denenmemiş tatlarda çare ummaya devam edermişiz. Farkına varmadan güçlendirdiğimiz alışkanlıklar refleksler halinde sökün ediyor. Çorba pişirme, sofraya oturma, çay hazırlığı, ardından akşam yemeği düşünceleri… 

Şimdi sadece bir söz var su ve ekmekle aramda, tadlar, kokular ve iştah uyandıran görüntülerle aramda niyet perdesi var.

Başımdaki ağrıyla ve yarı sarhoşluğumla uzlaşmalı, tencereyi ocağa koymalı, alış verişe çıkmalıydım. Gün ilerlerken çay bardağı değişmeye hazır, cevizli ekmek fırından yeni çıkmış olduğunu bildiriyor olabilirdi.Oruç tutmak elimde/hayır, elimde değil. Başka türlü asla ulaşamayacağım bir deneyimi bu kez nasıl yaşayacağım? On bir ay geçti aradan, ben bir yaş daha aldım ve böylelikle yine yepyeni bir deneyim içinde ilerliyorum. Bakalım neler öğreneceğim? Bakalım bu kez öğrenmeyi başarabilecek miyim? Hatırlamaya çalıştığım bir şeyler, geleceğe bırakmaya çalıştığım üstesinden gelinmiş zor anların sınavı var. Arınma, nefis tezkiyesi… İnsan çok çabuk unutuyor, hayrete de mahrumiyete de uzaklaşıyor bakışı, on bir ay sonra gelen tekrar bu nedenle de asla tam olarak ham bir tekrardan ibaret değil.

Bazen elimizde olmadan hayata dayanmanın bir gereği olarak kendimizi unutmaya terk etmiş olabiliriz. Bir gün bir yerde başka türlü hatırlayabileceğiz oysa. Bakara 25’te geçtiği gibi, “Bunlar, bize daha önce bahşedilenlerin aynısıymış” diyenlerden olacak mıyız…   Dünyadan iyi duygularla hatırladığımız bir tat, bir izlenim, bir davranış, şifa sunan söz, ağırlama, anlayış… Bir diğer yorumla şunu söyleyebiliriz: Burada nasıl yaşıyorsak, nasıl algılıyorsak hayatı ve üstleniyorsak, işte o yaşantı ve duyuşla, üstlenme tutumuyla sonsuz hayatımızı biçimlendiriyoruz.

Hakikatle temas ayı, Ramazan.Atasoy Müftüoğlu’nun ifadesiyle vakti kuşandığını duyuyor insan. Gündüz insanıyım ben, geceye alışıyorum. Yeni düzene uymamak elimde değil, gecenin gündüze dönüşmesine yardımcı olacağım.

Kendine sınırlar koyma iradesinin insan varlığının gelişimini güçlendirdiğini düşünürüm oldum olası. Sadece ihtiyaç sahibi bir bedenden ibaret değildir insan ve değişebilir, gelişebilir, ufkunu genişletebilir.

Ramazan geliyor ve hatırlatıyor: Bu sofranın düzeninde bir yanlışlık, önemli işlerin sıralamasında bir karışma var. İftar sofrasında Allah’ın misafiriyiz, elini elimizden hiç çekmesin bu sofrada, buna emin olmak isterken, o gelmesin, şu da yanıma oturmasın, demeye ne hakkımız olabilir?

Fakat piyasa oruçlu insanı kendi haline terk etmiyor. Olağan sayılana mistik bir kılıf giydiriliyor ve Tarık Ramazan’ın deyişiyle, niyetlinin ibadet zamanını ve enerjisini İslami imajlara yönelik tüketiciler olarak harcamaya yönlendiriyor.

Mütedeyyin olarak bilinen eşin dostun dahil olduğu bir internet grubundaki ileti başlıklarına baktığınızda son on yılda gerçekleşen ilgi alanı değişimini de fark ediyorsunuz: Kahvaltıda buluşma programı, turlar, takip edilen kurslar, yemek tarifleri, çocuk bakıcısı arayışı… Bu başlıkların içerdiği faaliyetleri yadırgıyor değilim. Sistemin varlıklarını bastırdığı geniş kitleler kendilerini ifade açısından rahatlarken hayat tarzı alanında da yeni öğrenme ve tecrübelere açılıyorlar. Ancak bir taraftan da kazanılmış bir zafer kibri ve rehavetiyle kapitalizm içselleştiriliyor. Toplumsal duyarlıklar hafife alınırken yeni ve farklı sorular/sorgulamalar  kaba genellemelere gidilerek bir karşıtlık çuvalına doldurulup etiketleniyor.

Devrimler hayal kırıklığına uğrattı, ideolojiler çatısız bıraktı, televizyon seyirciliği ise güçlenerek sürüyor. Hayatımızı yöneten ekranlar çoğalırken zaman ve mekân bildiğimiz anlamlarını yitiriyor. Elde edilen asla umulan olmuyor, hiç de bizler için hazırlanmış hazır paketlerde karşımıza çıkmayacak aradığımız. Modernlikle, Kemalizm veya laiklikle değil kapitalizmle imtihan olunuyoruz artık.

“Mütedeyyin burjuva”nın hayat tarzını yansıtan sahneler, İslam’ın hatırlattığı adalet, hakkaniyet, kanaatkârlık, tevazu gibi kavramların yaygın olarak göz ardı edildiği bir yönelimi gösteriyorsa, durup düşünmek gerekir.

Kendi kendini sınırlama ayı “nihai planda elimizde kalacak olan nedir?” sorusu üzerine düşünmek açısından paha biçilmez bir fırsat.

Kimileri “katharsis anı”ndan söz ediyor. Ruhani başkalaşma, boyut değiştirme, belki başka türlü bir arınma… Müsrif bir sistemde sınırlar öylesine belirsizleşmişken kişisel kanaat ekonomisi ne ölçüde mümkün olabilir? Aristo Poetika’sında, dışarıdan bakmayı mümkün kılan tiyatro üzerinden insanın arzulardan arınabileceğini söylemişti. Oruçluyken sahnenin içindesin, ancak kendini dışarıdan görmene de fırsat verecek bambaşka bir bağlama sıçramış bulunuyorsun.

Ben Ramazan’ı bir okul gibi görüyorum.Hayata yeniden başlamamıza izin veriliyor bu okulda, bir çalkalanmayla duyumlarımız tazeleniyor, zaman ve mekâna dönük bakışımızı körelten sisli tabakalar çözülüyor. Varlığın en yalın ihtiyaçlarını kavramaya dönerken ayeti anlamaya yakınlaşıyoruz: Bir gün başka bir yerde rızaya ermenin sağladığı bir yetenekle yitirilmiş iyi şeyleri hatırlamayı umabiliriz.