Türkiye'nin AB üyeliğine şüpheyle bakanlar, Kıbrıs sorunu ve reformlardaki duraklamayla Irak'a harekât düzenlenmesine yönelik çabaları bahane etmeye hazırlanıyor. Oysa bu üyelik bizzat AB'nin de yararına

Türkiye'nin dolambaçlı AB yolculuğunun önüne bu yıl da -gelecek ayki ilerleme raporu ve aralıktaki Avrupa Konseyi toplantısıyla- engellerin çıkması olası. Türkiye'nin üyeliğine şüpheyle bakanlar, Kıbrıs'ı ve reformlardaki duraksamayı, Türkiye'nin değişmediği ve AB tarafından kapı önüne konulması gerektiği iddialarına bahane gösterecek. Ankara'nın ABD'nin 1915-23 arasında Ermenilerin öldürülmesini soykırım olarak kabul etme çabasına tepkisini ve terör saldırıları nedeniyle Kuzey Irak'a harekât yönündeki siyasi çabayı, Türkiye'nin birliğe katılmaya hazır olmadığına kanıt gösterecek. Yani bir adım geriden bakıp Avrupa'nın bu ülkeye neden ihtiyacı olduğunu gözden geçirmek şu anda büyük önem taşıyor.

Türkiye, Soğuk Savaş'ta Avrupa için önemliydi. 40 yıl boyunca ağır askeri faturalarla ve gelişmekte gecikerek bedeli ödeyip NATO'nun üçüncü cephesinin yalnız bekçisi oldu. O zamanlar Müslüman kimliğine dair fazla hoşnutsuzluk yoktu ve dahil olduğu kültürel çeşitliliğin Avrupa'yı güçlendireceği düşünülüyordu. Komünizmin çöküşü sonrası, Avrupa'nın güvenliğine yardımını sürdürdü. Lübnan, Afganistan, Balkanlar ve Kongo'da AB destekli görevlere asker gönderdi. AB'yle ilişkileri tökezlemeseydi (bunda her iki tarafın da sorumluluğu var), Darfur'daki güce de destek veriyor olabilirdi.

Türkiye'nin üyelik süreci çok kuvvetli bir biçimde Avrupa'nın çıkarınaydı; bilhassa 1999-2005 arasındaki altın çağda: Bu dönemde kapsamlı reformlar çok daha Avrupalı bir siyasi sistemi şekillendirdi; Atina'yla sürtüşmenin yerine işbirliği konuldu; yüzde 7,5 oranındaki yıllık büyüme Avrupalı şirketlere fayda sağladı; Türkiye'de AB'ye yönelik yeni itimat Kıbrıs sorununda büyük değişime yol açtı ve neredeyse çözüme yaklaşıldı; temel özgürlükler geliştirildi. AB Müslüman dünyada adil ve dürüst bir aktör olarak güvenilirlik kazandı.

Ancak bunlar, genişleme, göçmenlik ve kendi ekonomik güvenlikleri konusunda gözlerini şüphe bürüyen Avrupa halkları ve siyasilerince görülmüyor. Seçim kampanyaları Türklerin 'öteki' olarak küçümsenmesiyle ve AB'nin üyelik vaadinden vazgeçmesi önerileriyle, bunda önemli rol oynadı. Muhafazakâr AB siyasetçileri Türkiye'nin tehdit teşkil etmekten ziyade faydalı olacağını gizlice kabul etti, ama bunu seslice söylemeleri siyasi bir intihar olacaktı.

Türkiye'nin hemen tam üye olacağına dair korkular yersiz. Kimse 10 yıl ya da fazlasından önce hazır olacağını söylemiyor. Gelirler AB ortalamasının yarısından az ve kriterler yerine getirilmiş olmaktan çok uzak. Tam üyelik ancak koşulların tam anlamıyla sağlanmasıyla meydana gelecek. Aslında, AB'nin gelişimine bağlı olarak, Türkiye'nin tereddütleri başlayabilir.

Hem AB hem de Türkiye için en önemli olan şeyse, iki tarafa da büyük yarar sağlayan üyelik sürecinin yeniden başlatılması. Türk seçmenler, reform yanlısı AKP'yi yeniden iktidara taşıyarak sürece inançlarını gösterdi. Bu hemen işe yansıdı, demokratikleşmenin en önemli sorunlarından biri açık yüreklilikle ele alınıyor: 1982 askeri rejim dönemi anayasası.

AB liderleri Türkiye'nin ne kadar reform yaptığına ve ne kadar yapması gerektiğine dair yıllık tartışmaya hazırlanırken, Ankara'nın AB'ye güvenini tazelemek için ellerinden geleni yapmalı. Üyelik motivasyonunu yeniden tesis etmenin bedeli çok yüksek değil ve ödülü büyük. Türkiye temelde, askeri otoriterlikten istikrar ve demokrasiye dönüşümü AB'nin verdiği güvenle sağlayan Yunanistan, İspanya ve Portekiz'den çok farklı değil.

Kaynak: Radikal