Artık böyle uygulamaları geride bıraktık, devir değişti, halkın desteğini böylesine sağlamış partilerle böyle şeyler olmaz, en azından şu anda, şu günlerde olmaz derken oluverdi!  
  
İktidar partisi kapatılmak isteniyor. Yani bir filmi yeniden görüyor gibi oluyoruz. Oysa bu bambaşka bir film. Oyuncuları aynı, sahne aynı, senaryo da benziyor. Ama farklı çünkü sesler ve müzik çok farklı, renkler farklı, havası bütünüyle farklı: Evvelki filmler dramdı bu fars ya da trajik/komik bir serüven.

En büyük fark, basındaki ve toplum içindeki tepkiler. Bir iki güvensiz 'yargı sürecini etkilemeyin' sözlerinin dışında kulaklara tek gelen, yüksek tondaki protestolar oldu. Yurtiçinde ve yurtdışında herkes şaşkın ve öfkeli. Söylenmedik söz kalmadı: Yargı darbesi, yargı skandalı, demokrasiye müdahale, rejimi hiçe sayma, ülkeyi karanlıklara boğma, gerilere götürme, AB'den koparma, halk iradesini, Parlamento'yu saymama, seçmeni küçümseme, keyfî davranma, anlamsız iddianame, kanıtsız iddialar, savcıların tahakkümü, adaletin siyasallaşması, siyasetteki bir yenilgiyi hukuk alanında kazanma çabası, hukuka güvenin kalmaması, çılgınlık, adaletin dengesiz ve aşırı tepkisi, 'daha neler!' nidaları... Bütün bunlar ve daha niceleri basında yer aldı.

Yeni olan yalnız bu itirazlar değildir: Bu protesto söyleminin doğal sayılmasıdır. Bu protestolar yurtiçinde ve yurtdışında ayyuka çıkıyor, yargı süreci böylesine etki altında kalıyor ve bu normalmiş gibi de kabul görüyor. Ve bu durum hiç de iyiye alamet değildir. Yargı sürecinin böylesine eleştirildiğinde karşı tedbirin alınamaması ne anlama geliyor? Herhalde yeni ve çok sorunlu bir durumla karşı karşıyayız. Ama hangi birini suçlayacaksın, önce kimi dava edeceksin! Dünya alem ayağa kalkmış, aydını, işadamı, hukukçusu, sıradan vatandaş itiraz ediyor. Küçük bir kesim de yalnız 'hoş değil ama bekleyelim bakalım' demekte.

Bu, bir güven krizidir

Ülke genelinde 'adalet sorgulanmaya başlandı' görünümü egemen. Özellikle yurtdışından bakanlar anlamı hiç de hoş olmayan bir krizin yaşandığını görüyor. AB'yi, ABD'yi temsil eden ve farklı siyasî kesimlerden gelen birçok kimse ülkede hiç olmaması gereken şeylerin yaşandığında hemfikir. İlk kez böylesine keskin şeyler duyuluyor. İlhan Selçuk gibi siyasî bir parti kadar etkili simge bir kimsenin gece karanlığında 1970'lerdeki günleri hatırlatan bir operasyonla götürülmesi de, hele 'şüphelinin' suçluluğu sonunda kanıtlanmazsa bu güvensizlik daha da artacak. Adaletin önünde herkes eşit, doğru, ama adaletin bir araca dönüştüğü izleniminin de yurttaşın aklına gelmemesi çok önemli.

Kuvvetler ayrılığı temeldir ama bu ayrılığın vatandaşlar tarafından tanınması, sayılması ve benimsenmesi daha da temeldir. Bu saygı yitirildiğinde devlet mekanizmaları çalışamaz. Meşruiyet bu demektir. Hatta bir arada yaşamak, ulus-devlet bu demektir. Bir hukuk sistemi ne denli 'iyi' olsa ve bize hoş görünse de, eğer kitleler tarafından benimsenmiyor ve içselleştirilemiyorsa işlevli olamaz. Kısacası 'hukuk' ve 'adalet' olarak iş görmez. Kimilerine göre hukuk ile 'çoğunluk' arasında ya da yargı ile oy oranları arasında hiçbir ilişki yokmuş. İşlevli oldukları sürece tabii yoktur ve olmamalıdır. Meşruiyet ve genel kabul temelinde benimsendikleri sürece tabii ki yargı ve 'halk iradesi' birbirinden bağımsızdır. Ama 'karşı' oldukları durumlarda işler çok farklıdır. Mesele yargının çoğunluğa karşı çıkması değildir, gerektiğinde bu olabilir, asıl büyük problem, çoğunluğun yargıya saygı göstermemeye başlaması, kararlarını kabul edememesi durumunun doğmasıdır. Böyle durumlarda meşruiyet krizi vardır denir. Ve bu kriz 'saygılı olun!' tavsiyeleriyle aşılamaz. Meşruiyet krizi bir rejim krizidir. Toplumu derinlemesine sarsar. Başlayınca nereye varacağı da belirsizdir. Şimdi de anayasayı değiştirip Anayasa Mahkemesi'nin yetkilerini değiştirmek sözü gündeme geldi. Yani Parlamento'daki yarış hukuk alanına iyice aktarılmış oluyor. 367 ile yarış son tura varmıştı sanki. Şimdi son düzlükteyiz belki. Ve tabii bu durumda kuvvetler ayırımı 'hukuk, ordu, parlamento' biçimini ediniyor. Bakalım kim iktidara gelecek!

Hukuktan önce toplumsal konsensüs

Toplum itaatsizliği başlamaya görsün, milyonların önüne çıkmak olanaksızdır. Kriz ile bunu demek istiyorum. Ve adalet ile 'oy oranı' arasındaki ilişki de işte bu noktadadır, bu bağlamdadır. Yaşananlar yalnız hukuk işi değildir; mekanizmayı anlamak için sosyolojiye, sosyal psikolojiye, siyaset bilimine ve tarihe de bakmak gereksiz. Bir 'hukuktur' gidiyor! Ülke yönetimi yalnız hukukçulara bırakılamaz. Bu yaklaşım bürokratik ve mekaniktir. Toplumlar hiçbir zaman hukuk temeli üzerinde kurulmadılar. Önce toplumsal konsensüs vardı ve bu uyumu hukuk düzene sokmuştur, oyunun kurallarını koymuştur. Konsensüs yok olursa oyunun kuralları iyi olsa da izleyen olmaz.

Bu krizi aşmanın yolu adaletin 'mekanizmalarına' sımsıkı sarılmak değil hukukun özünü ve temelini sağlamlaştırmaktır. Gerekli olan ulus-devletin özünü oluşturan konsensüsün sağlanmasıdır. Bu noktada R.T.Erdoğan'a yöneltilen eleştiriyi hatırlatmak gerek. Başbakan'ın konsensüs aramadığı, toplumun her kesimi ile uzlaşmayı seçmediği söylendi. Teşhis doğru veya yanlış olabilir ama tavsiye doğruydu. Bu aynı uzlaşma ve hele konsensüsü sağlamak gereği hukuk alanındaki payı daha da önemlidir. Hukukun uygulayıcıları 'adalet-kamuoyu' ilişkisini görmezden gelmemeli. Çünkü uzlaşmayan başbakanı yarın yeniden seçmez, onu aşarız. Hukukla aynı şeyi yapamayız. Hukuk devletin özüdür ve araçsallaştığı görüntüsünü vermemelidir. Bu sorumluluk yalnız politikacının değildir, yargınındır da. Arzulanan saygı emirle, yasayla, tavsiye ile, arzulananı hatırlatmakla sağlanmaz. Saygı kendiliğinden oluşur. Bu saygı yoksa, birilerinin 'neden yok acaba?' diye sormanın zamanıdır.

Herkes bu krizin aşılmasında sorumluluk taşımaktadır. Yargı siyaset yapmayarak, siyasî dünya ise hoşuna gidenlere değil, çağdaş kriterlere sarılarak. Bu kavganın arkasında yalnız gereksiz fobiler ve aşılabilir sınıfsal çıkarlar varsa kriz aşılabilir, örneğin davalar düşer, insanlar temel neden yoksa süründürülmez. Aksi durumda, bu kez yalnız bir partinin kapatılmasını yaşamayabiliriz. Kriz daha da derinleşebilir.
 
Kaynak: Zaman