Almanya'daki Bertelsmann Vakfı, ülkede yaşayan Müslümanlarla ilgili bir araştırma yapmış. Çalışmanın amacı, 11 Eylül'den itibaren Müslümanların hoşgörüsüz ve çatışmaya eğilimli oldukları yolundaki yaygın kanaatin doğru olmadığını göstermek. Bu çerçevede dinler arası diyaloğun da son derece mümkün olduğunu gösterme kaygısı taşınmış.
Almanya'da 3.5 milyon Müslüman yaşadığını tespit eden çalışmaya göre Almanya'da yaşayan Müslümanların yüzde 90'ı kendisini dindar, yüzde 41'i de çok dindar olarak tanımlıyor. Türkiye'de yaşayan Müslümanların yüzde 85'inin kendisini dindar olarak tanımladığı düşünülürse, 'deplasman'daki dindarlığın aynı zamanda bir varolma biçimi olarak daha güçlü kimlik yarattığı söylenebilir. Almanya'da yaşayan, Türkçe konuşan ve Suni olan kişilerde dindarlık oranı daha yüksek. Dinin hükümlerine verilen önem sıralaması bakımından sorulan sorulara ise, Suni Müslümanlar en yüksek payı yüzde 81 ile zekát vermeye ayırmış, en düşük payı ise yüzde 40 ile kıyafetle ilgili hükümler almış.
Müslümanların diğer dinlere karşı hoşgörüsünü ölçen verilerin sonuçları, çalışmanın göstermek istediğini doğrular nitelikte. Müslümanların yüzde 67'si diğer dinlerin varlığını ve olması gerektiğini kabul ederken, kendisini çok dindar olarak tanımlayanlar arasında bu oran daha yüksek, yüzde 71. Soru, Müslümanların başka dinlere hoşgörülü yaklaşılmasına nasıl baktıkları biçiminde sorulduğunda ise, oran daha da yukarı çıkıyor ve deneklerin yüzde 86'sı diğer dinlere hoşgörüyle bakılmasını savunuyor. Hoşgörüye gerek yok diyenler yüzde 6, en haklı dinin İslam olduğunu savunanlar ise yüzde 24.
Çalışma, hoşgörü oranlarının yüksek çıkması ile Müslümanların demokratik ülkede yaşıyor olmaları arasında doğrusal bir ilişki bulunduğunu da ortaya koyuyor. Her din mensubu, dindarlığını engelsizce yaşayabildiği gibi siyasal ve sosyal faaliyetlerinde de kendisini özgür hissettiğini beyan ediyor. Benzer bir çalışma etnik kökenler ya da etnik milliyetçilik üzerine yapılsaydı, benzer bir hoşgörü yaklaşımı ortaya çıkar mıydı emin olmak son derece güç.
Benzer biçimde, dindarlık ve hoşgörü üzerine Türkiye'de yapılan çalışmalar da, Almanya'daki kadar olmasa bile umut verici sonuçlar ortaya koyuyor. Ancak etnik aidiyet üzerinden Türkiye'de yapılan çalışmaların hiç de iç açıcı olmadığı söylenebilir. Zaten fiili durumlar, yaşanan olaylar ve yaşanması muhtemel korkular da riskli eğilimleri doğrular nitelikte. Karmaşık nitelikteki Türk kimliğiyle daha az karmaşık Kürt kimliği arasındaki mesafenin giderek açılması ve toplumsal kesimler arasındaki hoşgörüsüzlüğün artması ihtimali, muhtemelen Türkiye'nin başına gelebilecek en vahim olaydır. Bu eğilimin demokrasi içinden yeniden vatandaş ve birey oluşması beklentisine, insan haklarına dayalı sistemin inşasına, kısacası geleceğe zarar vereceği açık.
Almanya'daki çalışma, demokratik toplumlarda farklılıkların bir arada yaşama pratikleri sayesinde nasıl hoşgörülü olabildiklerini gösteriyor.
Yaptığı eylemlere bakılırsa, PKK'nın Türkiye'de demokratikleşmenin gerçekleşmeyeceğine inancı tam. Anlaşılan o ki, her eylemle Türkiye'deki yarılmaların artacağı düşünülüyor, hoşgörüsüzlüğün artarak devam etmesi umuluyor. Belki, dökülen bunca kanın yerde kalmamasının yolu, PKK'nın yaratmaya çalıştığı ortamdan hızla uzaklaşmaktan ve farklılıkların benimsenerek birbirlerine hoşgörüyle yaklaşmalarını sağlayacak politikalardan geçiyordur. Ülke içinde sağlanacak hoşgörü ortamının 'dış' ilişkilerde ve özellikle de PPK ile mücadelenin dış ayağında birçok yöntemden daha etkili bir araç olacağı belli gibi.
Kaynak: Star