Her şey "Amerikan rüyası"nın Ortadoğu versiyonu gibiydi. Irak'ta atom bombasının izine rastlanamamıştı ama Halepçe'de kimyasal silahlarla katledilen Kürtlerin, Basra'daki bataklılarda boğulan Arapların, Kerkük'te teker teker avlanan Türkmenlerin öcü alınmıştı nasıl olsa. Üstüne üstlük ısmarlama da olsa bir demokrasi gömleği giydirilmiş... Şiilerin, Kürtlerin siyasal hakları iade edilmiş, hatta her birine de facto birer devlet bile hediye edilmişti. Devlet birimleri ve diplomatik temsilciler Bağdat'ın içinde beton duvarlarla çevrili alana hapsolmuş, ayrı bir ülke görünümünde olsa da asayiş berkemâldi. "Gölgelerin gücü" adına yapılan terör nerdeyse durma noktasına gelmişti.

Amerika sonunda çekilmiş, askeri varlığını birkaç binle sınırlamak zorunda kalmış, daha fazlasını kabul ettirememişti. Gerçi 14 bin kadar elçilik personeli ve korumalar bu rakamın dışındaydı... Özel güvenlik elemanları cirit atacak, CIA operasyonlarını sürdürecek, acil durumlar için Kuveyt'e çekilen askerler Irak'ın imdadına yetişmek için hazır bekleyecekti! Sokakta devriye gezerken keskin nişancıya hedef olmaktan kurtulan Amerikalı kahramanlar Irak ordusunun eğitimiyle yakından ilgileneceklerdi ki bunların sayısı da birkaç binle sınırlıydı!

Her şey netti; Amerika Irak'a özgürlük ve demokrasi getirmiş ve şimdi de verdiği sözü tutarak çıkıyordu işte. Belirsiz olan o bir kaç binli ifadeler de yakında netleşecektir. İşte bu çekilme sürecinde, Biden'in geldiği gün Bağdat'ta, "yeşil bölge"de Irak yönetiminin üst düzey temsilcileriyle aynı ortamı paylaşırken edindiğim izlenimler Sünni-Şii gerilimine dönüşme eğilimi gösteren gelişmelere dair ışık tutabilir.

Dehşetli bir güvenlik endişesinin güvenli bölgede bile hissedildiği ama yine de Amerika'nın güllük gülistanlık olarak (!) bıraktığı Irak her an Pasifik ötesinden kurtarıcılarını bekler hale gelebilir. Bunun hukuki, siyasi ve toplumsal alt yapısı hazırlanmış durumda. DEVAMI>>>