Öncesinde ve sonrasında tartışmalar bırakarak bir 1 Mayıs daha geçti.

Her şeyden önce 1 Mayıs'ta güvenlik güçlerinin insani ve hukuki olmayan saldırılarını kınıyorum. Sorumlular hakkında yasal işlem yapılmasını ve cezalandırılmasını istiyorum.

Bu saldırıdan zarar görmüş herkese geçmiş olsun diyorum.
Ve tüm çalışanların 1 Mayıs 'Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü nü bir kez daha kutluyorum.

1 Mayıs tartışmaları devam ediyor. Günlerdir süren tartışmalar sınırlı bir çevrenin kendi içinde yaptığı tartışmalar olarak anlaşılmalı diye düşünüyorum.
1 Mayıs'la ilgili tartışmalardan ve yaşananlardan yola çıkarak yapılan genellemeler daha öncelerde olduğu gibi bu tartışmayı yapardan yanlış yerlere sürükleyebiliyor.

Bunu söylememin nedeni; 1 Mayıs'a bir yandan devletin güvenliği açısından bakanlarla, diğer yandan ideolojik, politik ve evrensel özelliği ile bakanların arasında olan bir tartışma darlığında bakılması daha doğru gibi geliyor bana.
Neden? Çünkü devletin soğuk savaş yıllarında uyguladığı güvenlik stratejisinin anti-komünizme dayak olmasından 1 Mayıs da nasibini almıştır.
1 Mayıs'ın içeriği çarpıtılarak kâh komünist, kâh Siyonist bayramı olarak propaganda edildi. (Gerçi burada bir 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nün toplumsal kabulü durumu var ki bunu ayrıca incelemek gerekiyor.)
1 Mayıs henüz kendisine yapılan bu haksızlıklardan kurtulabilmiş olamadığından ve toplumsal meşruiyet sorunu olan bir durumda olduğundan bu sınırlı bir tartışma konusu olarak kabul edilmeli.

Yani buradan çıkarak yarına dair yapılacak siyasi değerlendirmeler fazlaca zorlama olacaktır. Zorlama olacaktır diyorum, çünkü "Laik cumhuriyet elden gidiyor" diyenlerin feryadı ile 22 Temmuz seçimlerinin sonuçları ters yönde gelişti. Gerçi laik cumhuriyet elden gitmedi ama burada gidiyor diyenlerin gösterdiği siyasi adrese bu seçimlerde ezici bir çoğunluk da oy vermedi.
Neden? Çünkü burası Türkiye.

Her bir olay, içinde bulunulan durumla birlikte bir bütün olarak ele alınarak yorumlanmalı.

Bu 1 Mayıs da bu çerçevede yorumlanmalı. Yoksa belli bir darlıkta düşünmemizi isteyen çevrelerin tuzağın düşebiliriz.
Örneğin, köşe yazarları için söyleyeceksek son bir yıl içinde siyasi gündeme ilişkin yazdığınız yazılar ile 1 Mayıs yazılarınıza birlikte bakarak bir değerlendirme yapmanız faydalı olabilir, diyebiliriz.
Benim değerlendirmeme gelince...

Türkiye özellikle son bir yıldır çok ciddi ve tehlikeli bir siyasi süreçten geçiyor. Bunu anlamanın bütün işaretleri ortaya çıkmış ve en tehlikelisi ise daha başka vahim işaretlerin ortaya çıkmasına uygun bir zemin yaratılmış durumda.

İşin özeti şu: Türkiye ya gerçek demokrasi ve hukuk yolunda ilerleyecek ya da geriye gidecek. Bu kırılma iki yönde de olabilir. Bu bizim için çok açık bir tehlike.

O nedenle demokrasinin ve hukukun tehdit altında olduğu bir dönemden geçerken olan her siyasi ve sosyal gelişmeye "paranoya sınırlarına gelmeden" bakabilme genişliğini her sorumlu yurttaşın göstermesi gerekiyor.
Çünkü, 27 Nisan 2007 tarihli e-muhtıra süreci halen artarak devam ettiriliyor.

Orta yerde askerî muhtıra yemiş bir hükümet ve demokrasi var.
Yine orta yerde hukuk açısından verdiği kararlar AİHM tarafından evrensel hukuk açısında hukuki kabul edilmeyen ve özellikle askerî çevreler tarafından baskı altında tutulduğu söylenen bir Anayasa Mahkemesi var.

Buna bir de Sarıkız ve Ayışığı adlı askerî darbe planlarının ortaya çıktığını, yetmez sürdürülmekte olan Ergenekongiller çetesi davasını da eklersek, bu sürecin sosyal ve siyasal gelişmelere etkilerinin olamayacağını anlamama için fazla iyimser olmak gerekir.

Bu 1 Mayıs bu konjonktür içinde değerlendirilmeli.

Bence herhalde bu 1 Mayıs bu siyasi gündeme uygun olarak devlet içindeki ve onunla bağlantılı devlet dışındaki çeteler tarafından kullanıldı.
Bu 1 Mayıs öncesi gelişmeler bunun işaretini veriyordu.
1 Mayıs öncesi gelişmeleri bir hatırlayalım.

Sendikalar ve meslek kuruluşları sosyal güvenlik reformu yasa tasarısına karşı çıkmak için "Emek Platformu" olarak önce iki saat iş bırakma eylemi yaptılar. Bence son yılların ülke çapında en etkili eylemi oldu. Emek Platformu'nu oluşturan kuruluşlar arsındaki ilişkiler gayet yoğun ve sıcak bir durumdaydı.

Bu gelişmeler böyle giderken yani Emek Platformu nun 1 Mayıs'ı ortak kutlamasının önünde herhangi bir neden yokken; Türk-İş, DİSK ve KESK yöneticileri bir araya geliyor. (Yalnız bu toplantıya Hak-İş davet edilmiyor.)
1 Mayısı Taksim'de kutlayacağız diye karar alıyorlar.

Aslında bu kararda yadırganacak bir durum yok. Nedeni ise geçmiş yıllarda buna benzer kararlar alınmıştı. Ancak İstanbul Valiliği izin vermeyince, Kadıköy veya Çağlayan meydanlarında kutlamalar yapılmıştı.
Sonra birden ne olmuştu da neden bunca yıl sonra 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlayacağız ısrarı bu denli zorlandı, 1977 1 Mayısı anılacak deniliyor, Taksimin "manevi" yanı var deniliyor, Taksim her gösteriye var 1 Mayıs'a niye yok deniliyor vs. Bütün bunlar hep vardı.

Taksim Meydanı da hep yerinde duruyordu, Bu yıl farklı olan ne? Neden Taksim ısrarından son saate kadar vazgeçilmedi?

Bundan önce de Taksim'de kutlama yapılması istendi ve izin verilmeyince başka alanlarda kutlandı. Neden bu yıl bu "orantısız" zorlama, karşılıklı restleşme yaşandı?
Bu nokta oldukça manidardır.

Bu karşılıklı zorlamanın tarafları sanki aynı çevrelermiş gibi geliyor bana. Bir yanda Taksim zorlaması diğer yanda yasakçı zorlama aynı çevrelerin işi gibi duruyor.

Yani Hükümete "Provokasyon olacak, güvenliği sağlayamayız" diyenlerle, "Olmaz, 1 Mayıs'ı illaki Taksim'de kutlayacağız" diyenlerin aynı çevrelerin tezgâhı olduğuna inanıyorum.

Benim kanaatim o ki, Hükümet Taksim için izin verse de, vermese de her iki durumda da bugün düştüğü duruma düşürülecekti. Ayak, baş muhabbeti hariç.

Çünkü, Kuzey Irak'a yapılan askerî müdahaleyi bile medyadan öğrenmek durumuna düşürülen Hükümetin, devlet içindeki ve dışındaki çetelerin karşısında tüm güvenlik süreçlerine hâkim olabileceğini söylemek oldukça zor bir durum gibi gözüküyor.

Çünkü hükümet partisini düzmece gerekçelerle kapatmak isteyen 'ulusalcı' darbeci çevreler, 1 Mayıs dahil her fırsatı değerlendirmek istiyorlar.

Örneğin, dikkatimi çeken bir başka konu ise 30 nisanda Türk-İş yönetimi sağ duyulu bir şekilde davranarak 1 Mayıs kutlamalarının Taksim'de yapılması ısrarında vazgeçtiğini açıkladı.

Ancak DİSK ve KESK yöneticileri çekilme kararını 1 Mayıs saat ll'e kadar bekletti.

Sabahın erken saatlerinden beri işin rengi belli olmasına rağmen çekilme kararı neden geciktirildi.

Bu görüntüleri yaratan herkese yazıklar olsun, bir 1 Mayıs'ı daha ağız tadıyla bize kutlatmadılar. Ve ayrıca Türkiye'de pek çok yerde barış içinde kutlanan 1 Mayıslar da kamuoyunun dikkatlerinden bu nedenle kaçırıldı.

Örneğin medyanın dikkatlerden kaçırmak istediği Hak-İş'in Ankara mitingi oldukça coşkulu ve bayram havası içinde geçti.