Prof. İbrahim Canan için...

Prof. İbrahim Canan, üzücü bir kaza sonucu ebedi âleme irtihal etti. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun. "Modernizmin Evsizliği ve Ailenin Gerekliliği", "Mahremiyet'in Tükenişi" gibi sıklıkla Asr-ı Saadet'e atıfta bulunduğum kitaplarımı yazarken,  Canan'ın eserlerinden bir hayli yararlanmıştım.

Bir sempozyumda karşılaştığımızda sohbet etme şansına sahip olduğumuz, fikirlerinden yararlandığımız ilim adamı,  kendi hayatının hikayesinin içinde akmayı sürdürüyor, eserleri ve fikirlerinden yararlananların hayatında farklı bir kavrayışla sürekli yeniden var olurken. İlim adamının hayat hikayesinin sonunu otobüste unutulan bir cep telefonu tayin ediyor, zahirde.

Oysa o cep telefonu bir sebeple, aslında birçok sebeple unutuldu. Sebeplerin bir kısmını bilebiliyoruz biz.

Başı olabildiği kadar belli hayatımızın hikayesinin, ama sonu hakkında bir fikrimiz yok; iyi ki de yok.

Her zaman hayatımıza bir hikayenin orta yerinden başlıyoruz, ne kadar  başlangıç yıllarında olursak olalım. Heideggerci bir ifadeyle, bilincimiz uyandıkça, bir seçim yapma imkânına da sahip olmadan kendimizi var olmaya itilmiş buluruz. Tevhidi bir bakış açısıyla da, bize sunulan varlık bağışında en uzak ilk anları bilsek de hatırlamıyor, kısmen anlatılanlarla ve tefekkürle idrake çalışıyoruz.. Hayatımız bir edebi metinde olduğu gibi sürekli akıyor, ileri doğru gidiyor, ve bize bu akışı sağlayan aynı zamanda geriye bakışımız da oluyor; bu gel-gitleri sürdürürken muhtemelen bütünlendiğimizi duyuyoruz.

Diğer taraftan ise hayatımız bir edebi metnin, bir hikayenin akışından çok farklı bir şekilde ilerler; özellikle, sonun öngörülemezliğiyle. Sağlığımızda bir taraftan hayatımızı kendi seçimlerimiz veya bize dayatılmış olan şartların oluşturduğu akış içinde yeniden ve yeniden yazarak tanımlamaya çalışırız. Olabildiğince hikayemize hükmetme eğilimi taşır, onu yeniden yazmada müdahil oluruz. Anlattığımız hikayenin, kendi hikayemizin ortasına atılmışızdır, bu doğru. "Şu yılda filanca beldede dünyaya geldim", deriz, bize verilmiş bilgiyle. Başlangıç zeminini seçmek elimizde olmamıştır, en azından bunu böyle kabullenerek, uğradığımız yenilgiler konusunda teselli buluruz. Ama bütün yeniden yazma girişimlerimize karşılık başlangıça özgü durumu değiştiremeyiz, sonu da değiştiremeyeceğimiz gibi.

Hayatımızın ortasında, yaşayıp giderken, olay örgüsüyle sürekli düzeltmeye, yenilemeye mecbur kaldığımız hikayemiz, geriye doğru bakışımızla bir anlam kazanmak üzere yenilenir, gelişir. O hikayeyle birlikte ilerliyoruz, geleceğe, farklı sonlara, bize kabullenilir ya da ideal olarak gözüken ihtimal düzeylerine... Mümkün ve muhtemel düzeylerin birinin içinden geçerken ne kadar tedbirli davranmış olursak olalım, kusursuz bir son öngöremeyiz yine de... Son anın bizi nerede, nasıl bir düzeyde yakalayacağına ilişkin bilinemezliklerle, yaşamaya bazen bir tahammülle, bazen de aşkla sarılmayı sürdürüz. 

William L. Randall'ın "Bizi 'Biz' Yapan Hikayeler"ini okuyordum, Prof. İbrahim Canan'n vefat haberini duyduğumda. Hikaye anlatıcısının tamamlanmamış bütün metinlerinin en sonunda ölüm vardır, anlatıcısı bazen bunu görmezden gelse bile. Hayatımızı muhtemel başlangıç anlarıyla birlikte çok farklı şekillerde yeniden yazabilsek de, hayat hikayemizin sonu konusunda hayaller kurmayı sürdürsek de, o son an bilinemezliğinin bütün görkemiyle anlatılarımıza nüfuz eder. 

Kitapların, bilimsel çalışmaların, konferansların, tezlerin, hadis külliyatlarının arasında geçen bir hayat, kitapların arasında son bulacaktır normal olarak, ölüm bizi nerede karşılarsa karşılasın. Cep telefonu öylesine unutulmuş değil otobüste. O hâlâ masasının başındaydı, otobüsün peşinde koştuğu sırada. Yağmura çamura bakmadan tam zamanında yollara düşmüştü, masasının başında olmayı sürdürebilmek için. 

Unuttu, evet, çünkü hikayesinin kendince yazılması imkansız akışı, bu unutmayı oluşturuyordu benliğinde. Bilim adamının unutkanlığı, zihninde açılmayı sürdüren başka bir yeşil vadinin habercisi.

Öyle bir vadi ki o, ölmeden önce ölmeyi de öğrenmeye çağırır.   Ölümden geçen bir hayat algısı için de taşınmamış mıydı ve masa zihinde... Sezai Karakoç'un dediği gibi, hayatı ölüm ötesi sevincinden, ebedilik huzurundan bir soluk katılmış olarak yaşamaya çağırır sesiyle, sözüyle, tam zamanında yola çıkma azmiyle.

Prof. İbrahim Canan, eserlerinden yararlandığımız, yeni eserler vermesini ümit ettiğimiz değerli ilim adamı, zor sorulara özgü göstergelerle veda etti dünyaya...  Cevaplarını en doğru bir şekilde vermiş olması dileğimiz.